Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '12

 
Kategori
TV Programları
 

Dila Hanım’ın atı, Kayıp Şehrin bahtı, Emir’in katı…

Dila Hanım’ın atı, Kayıp Şehrin bahtı, Emir’in katı…
 

Eylül ayı ile birlikte televizyonlar elerindeki yapımları teker teker izleyici ile buluşturdu.

Geçen hafta Cuma yayına giren yeni yapımlar, bu hafta yayınlananlar,  önceki yıldan kalan artık yapımlar ve yeni görücüye çıkacaklar.

Ve bir de TNS.

Ölçüm verilerini sunan kuruluş da bu hafta itibariyle devreye girdi.

Epeydir pek bir gevşek olan kanallar ve yapımcılar da bu vesileyle işlerine daha bir sıkı sarılırlar. Zira SBT’yi ciddiye alan yoktu. Almadıkları için de reklam verene programlarını pazarlıyorlardı şimdi durum değişti ve rakamlar konuşacak doğal olarak da bu işlerine yansıyacak.

Eskisi gibi; bizim şu program bayağı iyi, çok telefon alıyoruz, Twitter’da çok konuşuluyoruz gibi lafların anlamı da kalmayacak.

Zaten doğrusunu isterseniz sosyal medyada çok konuşulmanın gerçektende anlamı yok.

Nedenleri çok… Hepsine girmeyi düşünmüyorum sadece bir tanesini söyleyeceğim.

Örneğin, twitter TT listesi. Bir etiketin TT’ye girmesini istiyorsanız eğer, Twitürk Twitter gruplarından destek almanız ya da bir grup oluşturmanız yeterli.  "Leyla ile Mecnun" grubu 49 üye ile bunlardan biri. Ya da bir etiket belirleyip bu gruplardan destek alarak da TT listesinde önlere çıkmanız mümkün.  Ha bir de robotlar aracılığı ile bunu yapanlar var onların da yapıldığı mecralar anket platformları oluyor, genellikle.

Yani izleyenin de, izlemeyenin de sırf bir gruba bağlı olduğu için yazdıkları ve bu grup aracılığı ile öne çıkılan bir sistemden bir şeyler beklenmesi de sanal dünya gibi sanal kalıyor.

Ancak önemli bir gerçeği de atlamamak şart; oradan yola çıkılarak medyaya yansıyanlar işte bu sokağa ulaşıyor. Ve doğal olarak da reytinge yansıyor.

Bunu Huzur Sokağı, Kayıp Şehir, Suskunlar, Leyla ile Mecnun, Seksenler dizilerinde rahatlıkla görebiliriz.

Huzur Sokağı ilk hafta reytingleri düşük gelmesine rağmen kulaktan kulağa sanal fısıltıların yazılı ve görsel medyaya ulaşmasıyla bu hafta ciddi oranda reytinglerini yükselti.

Sosyal medyanın bu anlamda etkisini alan bu diziler grafiklerine de bunu yansıttılar. Yani sosyal medyanın dili gerçek medyanın diliyle buluşunca sokağa yansıdı.

Sokak da bunu dizilerin reyting grafiğine.

Şimdi gelelim Cumaya. Geçen hafta Cuma günü başta Emir’in Yolu Feriha olmak üzere Huzur Sokağı, Dila Hanım, Şubat, Kayıp Şehir dizileri yayınlandı.

Artık bir yapımla yeni yapımlar savaştı. Ve geçen haftanın galibi Adını Feriha Koydum Emir’in Yolu olarak yansıdı.

Bu konuda bir yığın şey yazıldı çizildi söylendi. Oysa atlanan bir şey vardı. Emir’in Yolu dizisi yayınlanırken özeti dizilerin ilk bölümüyle aynı anda yayınlandı. Özet yayınlanırken SBT anlık verilerinde yeni yapımların yarışında ilk üç Huzur Sokağı, Kayıp Şehir ve Dila Hanım arasında giderken, bu tabloda Emir’in Yolu beşinci sıralardaydı. Dizinin yeni bölümü yayına girdiğinde ise yeni yapımların bölümleri bitmiş tekrarları başlamıştı. Şimdi bu durumda Emir’in Yolu'nun özetiyle yarışıp yeni bölümüyle tekrarlarını yarıştıran bir diziye başarılı ya da başarısız demek, bu konuda da yazıp çizmek, izleyiciyi yönlendirmek ne kadar doğru, reyting avcılarına sorarım.

"Emir’in Yolu kan kaybetti, reytinglerinde düşüş gözlemledik ama Dila Hanım başarısız, Kayıp Şehir bir tık önde Huzur Sokağı da zorluyor" denilerek hedef kitle üzerinde baskın rol oynamayı hedefleyen bu avcıların ne yapmak istediği açık aslında.

Birçok yazımda defalarca dile getirdim, reyting sisteminin bir oyunun parçası olduğunu yine yine yenilemeyeceğim. Kısaca şunu söyleyeceğim; bir yapımın iyi ya da kötü olmasını bununla anlamlandırmayı doğru bulmuyorum. Yani TNS gelmiş SBT gitmiş bir şey fark etmez ortadaki gerçek şu;

Aşırı rekabetin söz konusu olduğu yayıncılık sektöründe televizyon kanallarının ayakta kalabilme mücadeleleri medya pazarında izleyici ölçümlerinin anahtar rol üstlenmesine ve bu ölçümlere büyük anlam yüklenmesine sebeptir.

Reklam verenler, ürettikleri ürün ve hizmetlerin reklamlarını televizyon aracılığı ile yaptığı için yayınlanan reklamlar için hangi kanala ne kadar ücret ödeyeceklerini, reklamların kaç kişiye ulaştığını ve bu durumun satışlara nasıl yansıdığını öğrenmek amacıyla izleyici ölçümlerine ihtiyaç duymaktadır.

Bu sektörün diğer ayağı olan medya planlama şirketleri ise, bu verilere dayalı olarak izler kitle ile ilgili ayrıntılı bilgiler sağlamaktadır.

Bunların doğrultusunda da izleyici kavramı televizyonun tüketicileri olarak görülmektedir.

Bu nedenle, kamu hizmeti yayıncıları toplumu hedef alıp izleyiciyi vatandaş olarak görürken, ticari yayıncıların pazardan söz edip izleyiciyi tüketici olarak görmeleri, farklı yayın kurumlarının, kendi çıkar ve hedeflerine göre farklı izleyici tanımları yapmasına ve bu izleyici tanımlarına bağlı olarak gereksinim ve istek tanımı da değiştirmesine neden olmaktadır.

Yani izleyicinin yayıncılar için önemi ile reklam verenlerin önemi arasındaki bu belirgin fark sebebiyle amaç ortadır. Toplum ne kazanmış değil, toplum neyi satın almış önemlidir.

Bu oyunun parçası olan izleyici de kimsenin umurunda değildir; satılmak istenen ürüne, politikaya dayalı olarak avcılar iş başındadır ve bunu başaran da galiptir. İzleyiciyi her alanda yönlendirmeyi bilen bu avcıların sayesinde de izlenen ya da tercih edilmesini istenen ortaya çıkar Yolu alır.

Geçen haftanın tablosu da budur.

Bu stratejik yapıyı iyi bilen pazarlamasını da iyi yapmaktadır.

İzleyici ve vatandaş kavramı birbirinden ayrı tutan sistemde denekler aracılığı ile çizilen tabloyla vatandaşın yansıması da doğal olarak farklılık göstermektedir.

Burada da devreye deneklerin tablosunu vatandaşa pompalamak da başarılı olanlar giriyor.

İşte olup biten budur.

Sosyal medya ağlarını, magazini, medyayı iyi kullanan işi götürüyor. Bir anda sokağın isteği de bu işin avcılarıyla aynı oluyor.

Her ne kadar yapımcılara yüklenilse de verilen mesaj, kitle iletişim araçlarıyla sunulmak istenen mesaj reklam verenle kanalın politikası arasındaki paslaşmadan ibarettir.

Peki, geçen haftaya bakalım bu konuda kimler başarılı oldu, kimler olmadı?

Star TV ile başlayacağım.

Bu yıl en çok dizi ve program yapan kanal Star TV. Tek tek yayına sunduğu yapımlardan beklediğini bulamadı maalesef. Bulamamasının pek çok nedeni var. Benim gözlemlediğim nedenlerin başında izleyici güveni geliyor.

Türkiye’nin ilk özel televizyonu Star TV, izleyicisinin güvenini kaybetmiş durumda. Geçmiş yayın politikası, yapımlarının arkasında durmayışı, kanalın el değiştirmesi ve benzer birçok sebeple izleyici Star TV’den uzaklaşmıştır. Bu ön yargıyı bilen avcılar; tam da bu noktada devreye girerek izlettirilen kesimi yaratıp, vatandaşla arasına girerek daha da uzaklaşmasını sağlamıştır. Durum böyle olunca da yeni yapımları belki kucaklayacak olan vatandaş izleyenin tercihiyle o yöne kaymıştır.

Burada Star'a düşen görev; seyirciyle yeniden kucaklaşmak. Yapımlarının gerçekten arkasında durmak. Yığınla proje yerine seçici olup bunları koruyabilmek. Dizilerinin yayın saatleriyle oynayıp, başa öne, arkaya alıp ya tutarsa denemesiyle seyircinin güvenini yeniden kazanması mümkün değildir. Örneğin Sudan Bıkmış Balıklar. Projenin iyi olup olmadığı hakkında yorum yapamam, hiç izlemedim. Zaten mesele de bu değil. Türk izleyicisi onca berbat yapımı kucaklamışken, tavan yaptırmışken bunu tartışmak anlamsız. Dizi yaz dizisi olarak yapıldıysa eğer bunu sezona taşımamalıydı, tadında bitirip sonlandırmalıydı. Star bunu yapmadı. Ne yaptı, diziden bir Emir çıkarmaya çalıştı kış sezonuna taşıdı. Sezonda da bir öne bir arkaya alarak. Sonunda da diziyle yollarını ayırmaya karar vermiş gelen duyumlara göre. Yani elde olanı kabul ettirmeyi başarmadı. İzleyici ile vatandaş ayrımını iyi yapabilseydi yazın dizinin arkasına aldığı rüzgârı iyi kullanırdı. Küçük Kadınlar örneğinde olduğu gibi. Bir dönemin dizisi olan Küçük Kadınlar yazın arkasına aldığı rüzgârı uzun yıllar kullanmıştı. Yine Unutulmaz dizisi verilebilecek örnekler arasında. Bu yönde hareket mekanizmalarını kullanmakta başarısız olan kanalı ele aldım. Yaptım, bugün olmadı yarın, of olmadı arşive. Bu mantıkla devam ederse de kusura bakılmasın ama Star hiçbir zaman dizi kanalı olmayacaktır.

Aslında çok uzağa gitmeden berbat senaryosuyla reyting savaşında Show TV’de yer edinemeyen Lale Devri dizisinin Fox’a geçerek yine aynı berbat senaryosuyla bir anda gerçekten Lale Devrini yaşaması senaristlerin değil kanalın başarısıdır.

ATV de aynı hataya düştüğü için uzun zamandır dizilerde istediği grafiği yakalayamıyor. Çok dizi almak değil eldekini korumak marifet. En büyük güveni kaybeden kanal olma Yolunda ilerleyen ATV şimdilerde Huzur Sokağı ile Huzuru yakalamaya çalışıyor. Onda da beni Huzursuz eden şeyler var önemsediğim bir yapım olduğu halde. Daha sonraya bırakıyorum ATV’nin Huzurunu şimdilik izlemedeyim herkesi Huzura boğan şeyin aslında pek de öyle olmadığını, bir amacın parçası olduğunu düşünüyorum. Kitabı okumadığım için erken yorum yapmamak adına erteliyorum. Biraz daha izleyip sonrasında Huzura dair bir yazı yazarım.

Stara devam ediyorum. Geçen hafta yayına soktuğu Dila Hanım'ı ele alalım. Feodal yapının çıkmazlarını dile getireceğini düşündüğüm bir yapım olduğu için önemsiyorum bu diziyi. Günümüz ortamı içerisinde ne kadarını değerlendirebilecekler, ne kadarını aktaracaklar merak ediyorum. İlk bölümünden çok fazla şey beklemek doğru olmamakla beraber beklentilerimi tam karşıladığını söyleyemem. Geçen hafta tüm yapımlar arasında en zor iş Dila Hanımın işiydi.  Öncesinde de söylemiştim. Oyunculuk anlamında zoru başardılar, hafızalarda yer alan efsane isimleri aratmayan bir başarı sergilediler. Yönetmen değişikliğine giden dizinin yapım ayağındaki eksiği, bana göre daha önce de endişe duyduğum gibi senaryo. Hikâyesi hazır, oyuncuları cuk oturmuş, Türkan Şoray, Kadir İnanır algısını da silmeyi başarmış bir dizinin yönetmen değişikliğinden çok repliklere ihtiyacı var. Senaryoyu yazan arkadaşımızın kurgusu çok iyi olmakla beraber maalesef ki replik sorunu var. Bu acil aşılmazsa Dila Hanım'ın hikâyesini anlamak da zorlaşacaktır. Önemli hafızalara kazınacak sahneleri müzik alt yapısıyla vererek, böylesine zengin bir kurguya ve genel hikâyeye haksızlık yapılıyor.

 Umuyorum sonraki bölümlerde ilk bölümdeki bu hata tekrarlanmaz.  Ki yapım ayağında bu sorun kısa zamanda aşılırsa Dila Hanım’ın atının tekmesi sert olacaktır.

Bu kısmıyla kişisel düşüncemi dile getirdikten sonra oyuncu kadrosuyla, zengin hikâyesiyle, güçlü bir yapım firmasıyla görücüye çıkan dizinin, ilk bölümüyle neden toplumu tam kucaklamadığına gelmek istiyorum. 

Buradaki temel sorun Star'ın hatalı tavrıdır. Bilboardlarla  İstanbul’u donatmak tek başına yetmedi dizinin ses getirmesine. Ses getirmesi diyorum, çünkü ilk bölümdeki tablo dizinin tutup tutmayacağının kıstası değildir. Henüz böyle bir yorum yapamayız. Ama şunu söyleyebiliriz; Star bu dizinin izlenmesi için elinden geleni yapmadı, hala da yapmıyor. Örneğin Sosyal medyada çok pasif kaldı… Sosyal medyanın dilini sokağın diliyle buluşturamadı. Örneğin Twitter üzerinde sadece yayın saatini vererek bu işler olmuyor.

Star'ın bu eksiğini official tamamladı mı peki? Hayır. Buradaki eksik parçayı yapım ayağında yapması gereken Dila Hanım officialdi ki o da yayın saati ve tekrarlarını duyurmakla yetindi.

Tüm ayakları iyi kullanan avcıların dikkatini üzerinde toplayan geçen haftanın ses getireni oldu doğal olarak da izleyen ve vatandaş arasında yerini aldı.

Bakınız; Kanal D, Kayıp Şehir dizisi için yaptığı etiketle her beş dakikada bir diziden replikler verdi. Bir anda gruplarında desteğiyle trend topik oldu. Üç ayrı etiketle. Yazılan çizilen tweetler magazin basının gündemini oluşturdu. Ki Kanal D tüm yapımlarında bunu yapıyor. Tam yayın saatinde.

Bu stratejisi çoğunlukla işe yarıyor. Ve Kayıp Şehir’de de yaradı. Haftanın en çok konuşulan yapımı oldu. Doğrusunu isterseniz de hak etti. Tomris Giritlioğlu’nun tüm yapımlarını severek izleyen sıkı bir hayranı olarak yine iyi bir iş çıkarmış. Ancak Giritlioğlu’nun dili herkesin dili değil. Onun kendine has dilini izleyen kitle belli ve bu yüzden bu yapımın genel izleyici grubunda çok konuşulsa da reytinglerinde aynı başarıyı yakalamayacağını düşünmekteyim. Kaldı ki, RTÜK ilgi alanına girecek bir dizinin 1. Kuşakta kalması dizinin gidişatında da sıkıntılar doğuracaktır.

Ama Kanal D, bu işi sahiplenmiş genel izleyici grubunda görücüye çıkarsa da diziyi 2. kuşağa alacaktır, diye düşünmekteyim. İşte burada bir dip not düşelim kanala güven böyle bir şey. Tomris Giritlioğlu’nun son dönem iki yapımını ele alarak konuşursak; ATV’de yayınlanan Kasaba ve Show’da Bu Kalp Seni Unutur mu? Her iki yapımda önemli, nitelikli yapımlardı ancak kanallar işin arkasında baştan durmadığı için harcandı. Arkasında durulmayan bir yapım ne kadar kaliteli olursa olsun maalesef hak ettiği yerde olamıyor.

Yani genel izleyiciyle entelektüel kesimi ayırmak şart. Behzat Ç’ye nasıl sahip çıktıysa, Star ve başka bir yayın kuşağı yarattıysa, bu birçok yapımda da yapılabilir. Böyle bir kuşak oturtulursa reklam verenlerin de dikkatini çekebilirler. RTÜK eleştirisine maruz kalan diziler de kendilerine yer bulur. Kamu sorumluluğu da aslında bunu getirir. Yurt dışında böyle bir kuşak var ve sıra dışı yapımlar bu kuşakta yayınlanmakta.

Genel izleyicide daha yumuşak aşk meşk dizilerini izleyerek Yoluna devam eder. Zaten genel izleyicinin dilini iyi çözen işi götürüyor.

Ve Şubat. Adından çok bahsedilen bir yapımda TRT’nin Şubat’ı. Sıra dışı bir yapım olduğu herkesçe kabul edilmişken aksini söylemeyeceğim ama çok ilginçtir ki yaratıcılıkla ortaya çıkmış bir yapım olduğunu düşünmüyorum.  Yani yazılan çizilen şeylerin aksine bir yerlerden esinlenme olduğunu düşündüğüm bir yapım. Tanıtımlar dönerken de kafamda böyle bir algı vardı ama tam anlamlandıramamıştım. Almanya’da yaşayan bir arkadaşımla sohbet edip bazı değerlendirmeler yaparken konu 3d yapımlara geldi. O anda attığı linkleri incelerken Şubat’ta anlamlandıramadığım şeyin ne olduğunu buldum. Biraz araştırınca Assassin's Creed oyunuyla karşılaştım. Ve Şubat’ın bu oyundan fazlaca esinlendiğini bir anlamda bu oyunun dizi versiyonunu bizlere sunduğunu gördüm. Birebir hikâye aynı olmasa da bu oyundan yola çıkılarak yapılmış bir yapım. Sadece afişlere bakıldığında bile bu bariz esinlenme görülüyor. Dizi biraz ilerleyince daha ayrıntılı değerlendiririm.

TRT’de olması bir avantaj dizinin, bu tarz yapımları da kazandırmak adına sahip çıkacaktır işe kaldı ki bu tarz yapımların müdavimleri de küçümsenmeyecek kadar çok.

Ve bu hafta yayına giren Babalar ve Evlatları. Starın yanlışlıklarından bu dizi de nasibini aldı. Ancak dizinin tek sorunu bu değil. Yapım ayağında da izleyiciyi kucaklayabilecek bir yapım olmamış. Çok karışık yorucu her şey bir bölüme sığdırılmış. Oradan buradan bir yığın konuyu her yaptığı işte olduğu gibi bunda da yapmış yapım firması. Tecavüz ve şiddetten yola çıkarak Suskunlar gibi ekmek yemek istemiş ama olmamış. Bu atak kanal tarafından da yeterince kullanılmadığı için gelecek hafta da bu haftadan farklı olmayacaktır, diye düşünüyorum.

Kısacası bu yıl beni saran sıra dışı özgün, müthiş bir yapım yok henüz. Geneli saranı da eksikleriyle yazdım zaten. Düzelenin atı yol alır, bahtı açık olur, katını da yapar. Reklam verenlerin de, alanların da, izler kitlenin de, vatandaşın da yüzü güler. Güler mi gerçekte??..

oyatekin@gmail.com

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35        

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..