Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '14

 
Kategori
Dilbilim
 

Dilbilim

Dilbilim; dillerin evrimini, gelişmesini, dünyaya yayılmasını ve diller arasındaki ilişkileri, ses, biçim, anlam, sözdizimi bakımından genel ya da karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim. (lengüistik) Dilin bütün genel ve özel niteliklerini, yani herhangi bir dile, bir dil öbeğine özgü ya da bütün dillerde görülen özellikleri, dil olaylarını araştırma konusu edinen, dilin ortak ya da tek özelliklerini inceleyen, konuları birçok bilim dalıyla ilişkili ve geçişme halinde bulunan geniş çerçeveli bilim.”(Aksan,1995,s.24) “Dilbilim, dil bilgisine göre dile çok daha geniş bir bakış açışından dilbilgisi bölümlerini de içine alacak şekilde bakan bilim dalıdır. İnsan dilinin bütün yönleriyle araştırılmasını, betimlenmesini ve açıklanmasını iç ilişkilerini, işlevini, toplumdaki yerini konu edinen bu bilim dalı dil bilimidir. Türkçede batı dillerindeki linguistics vb. terimlerin karşılığı olarak üretilmiştir”(Demir ve Yılmaz,2006,33)

Dil alanındaki araştırma ve incelemeler, dilbilimde birbirine karşıt iki eğilimin doğmasına neden olmuştur:          

1)Humboldt’a göre dil, olayların içeriğine, onların nitelik ve etkilerine yönelir. Dildeki tek tek öğelerin bir yapı ilgisi içinde, yapıyla ilişkilerini ele alır.                                              

2)Saussure, kuramı, biçimlere ve yapılara yönelen eğilimdir. Bu eğilimde, dilin zenginlikleri, dil öğelerinin kavram, anlam yönleri önemlidir.Saussure, dili bir dizge olarak görür. Bu açıdan, Saussure nedensel başka bir deyişle durumsal olarak ortaya çıkan dilin temel anlamı, yani Langue’a ait kuramsal dil dizgesini etkilediğini ve böylece değişikliklerin olacağını ve bunun da dil değişimlerine açıklık getirdiğini saptamıştır.

Dil yetisi, dil edinimi süresince kazanılmış yeteneklerdir. Bu yeteneklerin edinimini biyolojik etkenler belirler. Küçük çocukların dilsel gelişimi esnasında her bir dile göre ayrılan temel, dilsel değişkenler doğuştandır. Bir konuşmacının dil yetisi, bir insanın dil edinimi sonrasında edineceği ideal bir dil dizgesidir. Dil edinimi ise konuşma sürecindeyken dilin hatalarla dolu somut kullanımını betimler.

Chomsky dil yetisini sadece belleksel ve bilinçsizce oluşturulan yapı olarak görür ve “iç dilden” söz eder. Bu da dil yetisi sınırlarına girmeyen durumları içeren biçimsel dili oluşturur. Bir başka deyişle, sadece bir anda gerçekleşen konuşma değil, bir konuşucu topluluğu içinde üzerinde uzlaşı olan bir dilin ayrıntılı özellikleri söz konusudur. (Vikipedi,22.02.2014)

Dilbilimde dizgelere ya da yapılara yöneliş dönemini başlatanSaussure, dilin iç gerekliliğinin ele alınmasını önermiş;dil/söz, eş sürem/ art sürem ayrımlarının yapılmasını zorunlu görmüştür. Dil ancak eş sürem çerçevesinde bir dizge olarak incelenebilir. Gösteren/gösterilen ikilisini içeren göstergenin buyrultusal ya da nedensiz olduğunu ve uzlaşımsal nitelik taşıdığını savunanSaussure, bu öğenin değerini dilin oluşturduğu dizgeden aldığını ortaya koymuştur. Bu görüş, yapısalcılığın oluşmasında önemli rol oynamış, değişik okulların dil anlayışında etkili olmuştur.Saussure, “dil göstergesi”ni bir “kavram”la bir “işitim imgesi”nin birleşimi olarak görür.İşitim imgesi, sesin anlıksal izidir, duyguların tanıklığı yoluyla oluşan tasarımdır. Böylece,Saussure, dil göstergesini birbirine sıkı sıkıya bağlı ve aralarında çağrışım ilişkisi olan iki yönlü anlıksal bir kendilik olarak tanımlanır.Kavramla işitim imgesinin birleşmesine gösterge (sine),kavram yerinegösterilen( signifie) ve işitim imgesi yerine gösteren(signifiant) terimlerini kullanır.(Çağlar,1980,s.22) Gösterge; sesli ya da yazılı bir biçimle (gösteren), kavramsal bir içeriğin ( gösterilenin) birleşmesinden oluşan dilsel birim.    

Anlıktaki imgesi bir başka uyaranın imgesine bağlı olduğundan onu çağrıştırabilen bir uyaran. Bu anlamda, örneğin duman, ateşin; çatık kaşlar, kızgınlığın; köpek sözcüğü, bir hayvanın göstergesi sayılır. Görüldüğü gibi, çok değişik alanları, hem dilsel hem de dil dışı düzlemleri ilgilendiren bir kavram söz konusudur.” (Berke Vardar, DilbiliminTemelKavram ve İlkeleri,1998,s.73)

Dilsel gösterge iki yönlü tinsel bir kendiliktir. Dilsel göstergelerin, insan kafası içinde oluştuğundan yola çıkan             Saussuree, her bir göstergede iki yan bulunduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisi kavram denilen düşünce birimi; ötekisiyse bu kavramı yansıtan ses uyuntusu birimidir. Bu ikisini birbirinden ayırt etmek üzere şu iki terimi önermiştir:

Kavram                                   yerine gösterilen                              

Ses-uyuntusu(ses imgesi)  yerine gösteren

Saussure tarafından yapılmış olan ayırımı şu biçimde değiştirmek daha açıklayıcı olacaktır:

Kavram        yani      gösterilen     yerine  gösterilme  ses uyuntusu(ses imgesi)            yani       gösteren yerine        gösterge     

(Başkan,Bildirişim,1988,s.209,210)

Artık bugün dilsel gösterge, görsel gösterge, göstergebilimsel gösterge diye bir çeşitlenme söz konusudur.Özcan Başkan, göstergeleri dilici,dildaşı dışı diye ikiye ayırıyor.Dilici olan ‘sözcükler’,sayı olarak yüz binleri aşıp çok karmaşık bir bildirim düzeni gösterdikleri hâlde,yalınızca ‘işaretler’ olarak bilinen öbür tür göstergeler çoğu kere birerli olarak ya da birkaç taneli kümeler hâlinde bulunduklarını belirtir.Bu iki tür göstergeye şu örneği verir: ‘Dur! sözcüğü, dilsel;’kırmızı ışık’,dildaşı göstergedir.İşte bu nedenle sözcükler dışındaki göstergeler ,çoğu kez,’görsel’türdendir.Zil,çıngırak,çan,fabrikalardaki paydos düdüğü sesleri ‘sessel’gösterge niteliği de vardır.Duyular aracıyla algılanabilen ‘zaman’ya da ‘sürem’denilen gösterge,’değişme’olayından başka bir şey değildir.Bayılan bir insan için zaman durmuştur;çünkü ayıldığında çoğu kez zamanı hatırlamaz . Sevgilisini, amaçlı olarak uzun süre bekleten birisi de ‘değişmeyi’’zaman akışı’ göstergesiyle yansıtmaktadır.(Ön ver. s.67,69)

Birgösterge, kendisinden başka bir şeyi gösterir. Bu nedenle, temelde ‘gösterge’ denilen bir şey yoktur;’gösterge’+ ‘gösterilge’ikilisinden oluşma bir ‘bildirim-birim’ vardır. Sözgelimi, bayrak ülkeyi temsil eden bir gösterge, ülke de ‘gösterilge’dir.(Başkan, Ön. ver.,1988,s.75)

Ayrıca gösterge bireyin özgür gerçekleştirme ediminden değil de, dil dizgesinden kaynaklanan toplumsal ve ruhsal kendiliktir. Öte yandan, göstergenin işitselliği zamanın akışı içinde gerçekleşir, bu da göstergenin çizgisel olmasını sağlar. İşte bu özellik dil olarak adlandırılan göstergeler dizgesine, öbür göstergeler dizgesi arasında bir ayrıcalık kazandırır. (Mehmet Rıfat, DilbilimveGöstergebiliminÇağdaşKuramları1990,s.17)

Saussure’e göre gösteren ve gösterilenbir yaprağın iki yüzü gibi birbirine bağlıdır ve biri öbürünü çağrıştırır..Saussure, özellikle göstergenin iki temel özelliği üzerinde durur. Bunlardan birincisi,göstergenin nedensizliğidir. Buna göre gösteren ile gösterileni birleştiren bağ nedensiz ve uzlaşımsaldır. Sözgelimi kedi”ye kedi dememizin bir açıklaması yoktur.” Kedi” yerine başka bir sözcük de kullanabilirdik. İkinci özellik ise gösterenin çizgiselliğidir.Gösteren, işitimsel nitelikli olduğu için zaman içinde bir yayılım gösterir ve bu yayılım da bir tek boyutta ölçülebilir: Bir çizgidir bu.Saussure’ün gösterge tanımına ve bölümlemesine karşın Charles Peirce farklı bir yaklaşım geliştirmiştir. Peirce’e göre gösterge bir kişi için, herhangi bir şeyin yerini, herhangi bir bakımdan ya da herhangi bir sıfatla tutan şeydir. Birine yöneliktir, bir başka deyişle, bu kişinin zihninde eşdeğerli bir gösterge ya da belki daha gelişmiş bir gösterge yaratır. Peirce yaratılan bu göstergeyi birinci göstergenin yorumlayanı (interpretant) diye adlandırır. Bu gösterge, bir şeyin yerini tutar yani nesnesinin (object) yerini. Söz konusu gösterge, bu nesnenin yerini, her bakımdan değil de, Peirce’ün kimi kezrepresentamenin temeli diye adlandırdığı bir çeşit kavrama (idée) iletme bakımından tutar. Peirce, buradaki “kavram” sözcüğünü, gündelik dilde yaygın olan bir tür Platon’cu anlamda ele almak gerektiğini belirtir.

Buraya kadar yazılanları Melih Cevdet. Anday’ın söyleyişi ile özetlersek: “Karşınızdakinin ağzından “ağaç” sözcüğü mü çıktı, bu sözcük kulağınıza geldiğinde artık “gösterendir ve kafanızdaki ağaç kavramı ile buluşur. Bu kavram “gösterilendir. Anlama, anlaşma, (bildirişim, iletişim de) gösteren ile gösterilenin birleşmesinden ortaya çıkan “gösterge” ile gerçekleşir. Biz göstergelerle anlaşıyoruz. (Melih Cevdet Anday, “Gündüz Gözüyle”, Cumhuriyet, 25 Mart 1997)

Yapısalcı anlayışa göre de gösterge iki öğeden oluşur. Başka bir deyişle birbirinden ayrılmayan iki düzlem içerir. Bir yanda işitim imgesi ya da sesler bütünü, diğer yanda ise kavram bulunur. Dilsel gösterge bir nesneyle bir adı değil, bir kavramla işitim imgesini birleştirir. Bu iki öğe birbirine sıkı sıkıya bağlı olup birbirini çağrıştırır. Saussure’e göre; düşünce kâğıdın ön yüzü ise, ses arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi; ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynıdır. Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de düşünce sesten. Bu bilim adamı göstergeyi oluşturan her iki parçayı adlandırmada, önce bazı kavramlar üzerinde bir süre duraksadıktan sonra, bunlara gösteren ve gösterilen adını vermeye karar kılar (Şekil 2). Yeni biçimiyle gösterge, gösteren ve gösterilenden kurulur. Ayrıca, Hjelmslev birincisinin içerik düzlemi, ikincisinin ise anlatım düzlemi olduğunu ileri sürer. Göstergenin varlık nedeni gösterilendir. Dilbilimde gösterilenin öz niteliği önemli bir yer tutar. Çünkü gösterilen bir nesne olmayıp, nesnenin belleksel tasarımıdır. Saussure’ün bunu kavram olarak adlandırdığını yukarıda gördük. Şekil 2’de geçen ağaç sözcüğünün gösterileni ağacın kendisi değil, onun belleksel imgesidir. Gösterenin özelliği ise, onun bir aracı olma niteliği taşımasıdır. Sonuçta her iki öğenin birleşmesi ile anlam ortaya çıkmaktadır. İşte bu nedenle göstergeye anlamlı birim adı verilir. Bunların dışında, göstergeler yalnızca içerdikleri öğelerle değil, dil dizgesindeki çevreleriyle de belirlenirler. Bu nedenle her gösterge (sign) bir dizge olan dilin öğesi (sözcük) dir.

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..