Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '13

 
Kategori
Turizm
 

Dilek Çeşmelerinde Aşk'lara Paydos ! Şimdi Bütün Sırlar, Güneş'e Fısıldanıyor.

Dilek Çeşmelerinde Aşk'lara Paydos ! Şimdi Bütün Sırlar, Güneş'e  Fısıldanıyor.
 

Bütün sırlar, Güneş'e söyleniyor artık.


Eskilerde kalan “ Dilek taşı” şarkımız vardı. Yine de vazgeçilmeyen “ Dilek ağaçları” mız vardı. N’oldu onlara. Aynen duruyor. Dallarına bağlanan kağıt mendillerle ağaçları bezeyerek dilekler tutardık. O iş biraz tavsadı. Şimdilerde çalı çırpıya yöneldi herkes. Öbek öbek gelinlikler ve gelinler peyda oldu ortalıklarda.

İnsanların gözünde zaman zaman, koskoca maziler canlanır.. Tıpkı o dilek taşında olduğu gibi. Kimi sevgilisini arar, kimi, sınavları kazanmayı ister, kimi de kaçan karısının eve dönmesini diler. İnsanoğlunun istekleri bitmez ki.

 

Şimdi pabuç pahalı. “Hurafe denilip” kaldırıldı o ağaçlar. Ama insanoğlu, yine de, etrafın çalı çırpısına kağıt mendiller, eteğinden söktüğü iplikleri dallara bağlayıp dilekte bulunuyorlar.

Dikenli kuşkonmazlar bile beyazlara bürülü. Oraya da iliştirilmiş etek ucu iplikleri, kağıt mendiller ve peçeteler. Ortalık gelin tarlasına dönmüş.

Şimdiki moda ise, “Batan güneşi, elbirliği edip batırmak. Batarken de içimizdeki dilekleri  göndermek” Mesele bu kadar basit. Ayvalık “Şeytan Ayağı” nın bulunduğu dağdan bahsediyorum. Öyle ki, kimse, şeytanın ayak izi olduğu sanılan kapı kadar ayak izine artık kimse bakmıyor. Yemezler artık dedirtiyor insana. Eşek kadar ayak izi. Ayağın itibarı yok. Varsa da, yoksa da güneş.

Ayvalığın "Şeytan Sofrasında" Şimdi herkes şeytan. Varsa da yoksa da batan güneş. Bütün ümitler güneşte. Ne akar, ne kokar, çaput bağlama yok. Belediye kovalar korkusu yok. Gözler kamaşa kamaşa, güneşe baka baka günü tamamla. Sen sağ ben selamet. Ne kırıldı nacak, ne koptu kıyamet. İşini öyle de hallet, böylesi de hallet.

Güneşle işin bitince, gelsin kıl çadırlar içinde gözlemeli ayran. Ayran dediysem, yoğurda su katılmış şekliyle tabi. Öbürüne de su katılıyor ama, sonradan beyazlıyor. Bazlamalı, börekli ayranlı ziyafete çek kendine. Güneşe baka baka zaten ipnotize olup yorulmuşsun üstelik. Siizi, "kıl çadır" paklar.  Ayakkabıları dışarıda çıkartın. Bulun kendinize bir köşe. İster bağdaş, ister uzatın ayaklarınızı. Oh, keka! Kıl çadırda eskiye bürünüyorsunuz birden. Sultan Süleymanları düşünüyorsunuz. Yalnız, onlarınki süslü. Bu değil. Sıcağı içeri geçirmiyor. Adı üstünde "Yörük çadırı."

Anadolu'nun muhtelif yerlerinde, bazı tabiat varlıklarının kutsal sayıldığını, bunların olağanüstü güçleri olabileceğine inanılarak bu olağanüstü güçlerden medet umulduğunu, bazen bir ağacı kesmenin uğursuzluk getireceğine, bazen bir pınar suyunu kirletmenin günah olduğuna inanıldığını görmekteyiz

Öyle ki, ağaçtan doğan çocuklar efsanesi Kıpçaklar'da ve Uygurlar'da da mevcuttur. Buradan göründüğü gibi türeyiş efsanelerinde bozkurt’un yanı sıra ağacın da önemli yeri vardır.

Bir zamanlar Ayvalığın “Şeytan sofrasında” pek çok sıra sıra ağaçlar vardı. Yaprakları, çul ve çaputtan bezlerle donatılmıştı. Şimdi onlar köklenmiş. Etrafın çalı-çırpısına yine de  bezleri bağlayanlar var.

Şimdi ise her yerde gelinlik tarlalarında birer gelin gibi duruyor. Buraları şimdi gelin gardırobu olmakla beraber, halk artık yüzünü “batan güneşe” dönmüş. Ellerde makineler, tam güneş batarken dudakların kıpır kıpır kıpırdaması ve içten geçirilen dilekler…

Anadolu'nun pek çok yerinde görülen bu dilek ağacı motifli ağaçların İslamiyetle hiçbir ilgisi bulunmuyor. Ayvalığın güneşi batarken toplanan halk, sanki Güneş duasına çıkmış gibiydi. Huşu içinde, ellerde makineler, batan güneşi yolcu ediyorlardı o gün.

Eskisi gibi: “ Ziyaretin önü dilek ağacı / Önünde toplanır dertli duacı / Çok ayrılık çektim, ölümden acı / Umutları dallara bağladım / Gözyaşımla her gün seni suladım / Yetmedi mi bunca yıldır yalvardığım / Ver benim yarimi, dilek ağacı / Elim kolum bağlı olmuşum esir / Bunca derdi ömrüm belki zor taşır / Ver benim yarimi dilek ağacı …” diye ağıt yakılmıyor artık. O ağızlar eskidi. O ağızlara kayık yanaşmıyor artık. Ümmetlikten kısa müddet içinde sıyrılmamız gerekildiğine inananlar çığ gibi artıyor artık.

Yunanlılar da  çaput bağlama yerine sakız  yapıştırırlarmış dallara. “Aşılama” yaptıklarını sanırlarmış böylelikle. Ağacı orasından kurutuyorlar, haberleri yok işte. İşte, al birini, vur ötekine. Ört ki, ölem !

Eskiden güneşe de taparlarmış. Putlara, mabutlara kazmalar kılıçlar ulaştı onları yok etti amma. O kazmalar kürekler, kılıçlar, palalar güneş hazretlerine erişemediği için, bu gün Ayvalıkta merasimle çuval çuval dileklerle  batırılıyor.

Huşu içinde hipnotize olanlar var. Yanaşıp sorduk: “ Ne dileği tuttun?” diye. Onunki dilek milek değilmiş. Kızgın… “Bir bardak çay 3 lira eder mi?” diye soruyor hışımla.

Tuttuk bir de “Grup Güzeli” seçtik. Ayşe Aklan ve Semiha Öz’ü  1 ve 2. ci güzel olarak oyladık. Bir tatil anısı olarak.

Güneş durdukça, ona yönelecekler çoğalacak. Aman çoğalsın. Yobazlıktan bin kat daha iyidir. Nasıl dedim ama?!

Ört ki, ölem!

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..