Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dilenci Vapuru için son çağrı !

Dilenci Vapuru için son çağrı !
 

Pek sevgili dostlarımdan ikisi evlendi. Birbirleriyle. Nikahlarına gittim. Daha çeyrek altınım cebimde, öperken yanaklarından tam, patlattılar;

"ee kerem efendi sen n'zaman evleniyorsun" diye...

Yahu bi dur be arkadaş dedim. Dakika bir. Hakikatten de bir. Nikah masasının oradaki sandalyelerde popolarınızın sıcağı duruyor...

Elbetteki sevgili arkadaşlarım benim mutluluğumu istiyor. En mutlu anlarında, arkadaşlarının da mutluluğunu istemek kadar güzeli var mı ? Yok tabi. Ama istisnasız her evlenen arkadaşımın, kuzenimin ne bileyim yaşı benim civarımda olan yakınım bu soruyu ağız birliği etmişcesine sorması... Acaba diyorum başka bir motivasyon mu var? Acaba diyorum, kıskanıyorlar mı beni?

Benim neyimi kıskanacaklar, bir çapkınlığım, bir kendime buyrukluğum da yok halbuki. 10 senelik aşk hayatı, iki sevgili. (farklı zamanlarda) arada 3-5 sene boşluk, kimsenin yüzüne bile bakmamışım. Kendime yaptığım bir sürü kafes var, birinden diğerine geçip duruyorum. Evlilik özgürlük bile demek olabilir belki benim için. Kafes bile daha büyük bir kafes...

Sormayın bana bu soruyu. Seviyorum hepinizi.

Ahh. Ahh.

***

Cenaze evinde en çok bağıran, dövünen midir gerçekten en çok üzülen? Bu bir gösterge midir? Ölen kişiyi kim en çok seviyordu diye görünür / görünmez bir yarışa girmek mi gerekir? Köşede sessiz birisi oturur belki. Dudakları mühürlü, içi alev alev... Bunların hiçbirine gerek görmez. O biliyordur çünkü. Bu da yeterlidir...

***

Bir ikizim olsaydı, hayat çok çekilmez olurdu. Benim için değil, sizin için. Biz çok eğlenirdik nitekim.

Arkadaşımın ikiz çocukarı var. İkisi de 3,5 yaşındalar. Dedeleri ile aralarında şöyle bir muhabbet geçmiş geçen gün;

-Sizi starbaka (starbucks) götüreyim mi?
-Dedeeee... starbak değil o..
-Ne peki?
-starbuk!
-E, tamam o zaman starbuk'a götüreyim.
-.......

İkizler aralarında dedeleriyle bir kere daha dalga geçmişler. Hem de sadece kaş göz işaretiyle. Doğru telafuzu biliyorlar, bilmeyen birisine yakaladıklarında ona öğretirmiş gibi yapıp bir kere daha dalga geçiyorlar. Bu ne gelişmiş bir alaycı mizah anlayışı böyle... Yaş 3,5...

Bir de komşumun ikizleri var. Onlarda üzerinde isimleri yazılı bileklerini değiştirip birbirlerinin yerine geçmeye çalışıyorlar. İsimleri Affan ve Baran. Bazen ikisi de adlarının Affan olduğunu bazen ikisi de adlarının Baran olduğunu iddia ediyorlar. Tabiki anneleri bu numaraları asla yemiyor...

***

Gözlerim ikiye ayrılır, herkes beni şaşı sansın diye....

***

Ders çalışmazdık, yazılı vardı. Matematik. Kaçalım (!) dedi Serkan. İki tane aslan gibi abisi vardı, biliyordu bu işleri. Ben ise sadece çalışmamak kısmını beceriyordum. Kaçmak, işte bu çok yeni bir şeydi. Süper bir şeydi fakat. Tüyşeri diken diken eden bir şeydi. Kaçmak! Hiç aklıma gelmemişti.

Dur ben bir tuvalete gidip geleyim sen de hasta taklidi yap, dedi. Dönünce hasta olduğunu söyleyip izin isteriz dedi. İlk aşamada tuttum bu fikri. Ama sonra düşündüm ki, hasta değilken numara yapmak bana göre değildi. Demiş miydim hatırlamıyorum, benim hayatım yalan diye. Yalan söylemem, bir yalan olurum ki kimse anlayamaz. Tereddütsüz parmağımı bastım dilimin köküne.

Pööhhrt!

Diye kusmuk gölüne çevirdim sınıfı. Serkan geldi şok oldu. “Ben sana numara yap demiştim” dedi. İlahi Serkan, bundan büyük numara mı var? Ben olmuşum Sermet Erkin!

Annem beni gelip aldı okuldan. Ya ne yapsaydı? En sevdiğim şey herkes okuldayken evde annemle evde oturmaktı. Hala da öyle diyebilirim.

Sınava bir hafta sonra girdim. Yine çalışmamıştım. İkmale kaldım, Eylül’de geçtim. Ya ne yapsaydım?

Şu anda ben bu satırları yazıyorum ya, aslında benim Fransa’ya bir rapor yetiştirmem gerekiyor. Yetiştiremiyorum. Yarım saatim kaldı. Tahmin edin, ne yapacağım?

***

“Uyku da sevgili gibi, gelmeyince kızıyor insan” demiş. Kim diyecek, ben değil, Sait Faik elbette. Şu lafı anlatmak için yüzlerce sayfa yazardım, ama yine bu hissi veremezdim. Yine de ben de uyku hakkında düşünmeyi seviyorum.
Uyku kibirli bir kedidir. Sen onu istediğin kadar iste, birlikteliğe karar veren hep odur. İnsanlar uyku kendilerinin köpeği olsun isterler ama hata ederler. Ayın olmadığı bulutlu bir gecede, ıslak bir zeminde arabayla giderken, yolun en karanlık virajında alır sizi uyku. Engel olamazsınız. Filmin en güzel yerinde perdeyi çeker gözlerinize kaçamazsınız. Patronu dinlerken rezil eder sizi. "Bu adam akşamcı mı acaba" der mi patron sizin için... İçkici mi acaba?..

Ama yatağa yatıp da yanınıza çağırdığınız zaman gelmez. Bekleyene gelmez, beklemeyene gelir. Canı ne zaman isterse o zaman gelir. Sanattır uykuyu çağırmak. İstemiyormuş gibi yapmak gerekir. Tadamazsın uykuyu, o seni tadar. İstediği zaman ve istediği kadar tadar. Başka şeylerle ilgilenmek gerekir. Belki o zaman gelir..

(nasılım sait abi? rüyamda buluşalım, soracaklarım var...)

***

Bir kaç hafta önce “afferin hepinize” diye bir yazı yazmıştım bilmem hatırlar mısınız... Mutlu sonla biten dejenere bir aşk öyküsüydü. O hikayenin sonu değişti malesef. Gökçe ve Bora evleniyorlar, afferin onlara...

***

İş görüşmelirimden birisiydi. Tıknaz, saçlarını hafif dökmüş bir adamdı. Kıronun tekiydi ama bu tarafına pek takılmamaya çalışıyordum. Soruları dik dikti, her lafında kinayeler gizliydi. Daha önce babamın çalıştığı şirkete başvurmuş, babam onu işe almamış. Açık açık söyledi bunu da. Utanmadan. Baban bana, ben sana... demeye getirdi. Soyadımdan yakalamış akrabalığı. Ne zamandı bu olay, dedim. 18 sene önceymiş. İyi hafıza varmış adamda. Ama benim soyadım da pek bir tuhaf.

CV'nin sonundaki hobiler bölümene geldi. "Amatör yazarlık" kısmına feci takıldı. "Ne yazıyorsun" diye sordu. Okuyan birisine hiç benzemiyordu. Okumayan bir insana ne yazdığımı neden söylemeliydim ki? Köre Van Gogh sarısını nasıl tarif edebilir bir insan?

İki insan tipi bir bakışta kendisini çok belli eder.

(i) dişlerini fırçalamayan (diş renginden)
(ii) okumayan (her şeyinden)

Ne yazıyorsın diye ısrar etti, ben de eften püften şeyler dedim. "Gündelik yaşam" dedim. "Ayrıntılar" dedim. "Mesela?" dedi...

"Mesela siz," dedim....

Ben mi? Dedi

"Mesela bu görüşme.. Mesela boyunuzu benle eş seviyeye getirmek için sandalyenin ayarını en yükseğe getirmeniz... Şaka yaparmış gibi yapıp laf sokmanız, zevklerimi küçümsemeniz..."

"Başka?" dedi...

"Mesela dedim, gömleğinizin en üst düğmesini iliklememeniz... Kravatın düğümüyle yaka düğmenizi kapatmaya çalışmanız. Babamla yaptığınız görüşmeye bu şekilde gittiyseniz 1-0 geride başlamışsınızdır... "

"Baban beni bu yüzden işe almamış olabilir mi" dedi.

"Hayır," dedim. Ama işe alınmamanızı bu kadar kişiselleştirip 20 sene sonra oğlunu avucuna düşürdüğünde pislik yapacak kadar kişiliksiz olduğunuzu kesin anlamıştır" dedim.

"Bütün bunları yazacak mısın" dedi.

"Bütün bunları ve çok daha fazlasını" dedim.

"Peki bu konuşma aramızda gerçekten geçti mi" dedi.

"Asla" dedim. "Yinede siz benim hiç bir dediğime inanmayın," dedim ve kalktım masadan.

K.

Dilenci vapuru, el üstünde ve ayak altındakilerin toplaştığı, tıkış tıkış olduğu, iğne atsan yere düşmeyen vapur. Suda giden ıssız bir kalabalık. Her cuma.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..