Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dilenci Vapuru

Dilenci Vapuru
 

Dans etmeyi severim. Fotoğrafta ben Paris'de takılırken...


Dedem ve kardeşleri daha yirmilerine gelmeden önce aniden bastıran sıcaklardan bunalıp "kamp yapacaklarını" söyleyerek Şişli'den ayrılmışlar ve trenle İzmit'e gelip şimdiki gudubet çimento fabrikasının civarında akar su kanarı, ağaç altı, efendim denize yirmi adım mesafede bir yer bulup kot kumaştan çadır kurup takılmaya başlamışlar. Bir hafta sonra falan dönmeyi planlıyormuş fakat deniz limonata, dağdan gelen su şekerli gibiymiş ve ağaç gölgesinde uzun öğlen uykuları da bunlara pek tatlı gelmiş ve tatillerini uzatmaya karar vermişler fakat hiç de paraları yokmuş. Bahsettiğimiz zamanlarda yıl 1942 falan oluyor. Bir hafta geçip de üç kardeş dönmeyince annelerinde bir huzursuzluk başlamış. İlk üç gün pek sesine çıkarmamış ama beşince gün velveleye başlamış. Altıncı gün ise İstanbul'dan bostanlarından toplanan Arnavutlar işi gücü bırakıp üç kardeşi aramak için yola düşmüş. İzmit'in neresinde olduklarını bilemediklerinden koskoca koyu karış karış aramışlar.

İstanbul'dan ayrıldıklarının 20. gününde bulunanlar dedem ve biradeleri önce sıkı bir sopa yemişiler, sonra da amcalarının, babalarının falan önüne katılıp İstanbul'a döndürülmüşler. Özgürlüğün bedeli her zamanki gibi ağır olmuş. Sadece kuru ekmek ve daldıkları bahçelerden araklardıkları meyvelerle beslenmişler ve dutu da çok kaçırdıklarından üçü de ishal olmuş. Döndüklerinde o kadar çok kilo vermişler, saçları sakalları öyle birbirine karışmış ki anneleri onları görünce üzüntüden bayılmış.

***

Okuldayken bahar festivalleri geldiği zaman yıl boyunca çalışan sosyal ve kültürel guruplarda biriktirdikleri taşları ortaya dökerlerdi. İşte bu festival kapsamında Türk Sanat Müziği kulübü de beraber ve solo şarkılar söyleyecekti. İlk önce sahneye ikiz kızlar çıktı. Tek yumurta ikiziydiler ve çok çalışkanlardı. Her zaman beraber geziyorlardı. Saçları kıyafetleri ve gözlükleri falan da aynıydı. Yanyana oturuyorlardı hep. Bir tek sınavlarda bilhassa ayrı sınıflara otururlar, birbirlerinden en fazla iki iç puan eksik not alırlardı. İşte sahneye çıkmışlardı. El ele tutuştular ve şarklarını söylemeye başladılar ;

aynı bedendee
can gibiyizz
cana can veren
kan gibiyiz
yanıp da bitmez kor gibiyiz
biz ayrılamayız
biz ayrılamayız...


***

Tolga'yı hiç sevmiyorduk çünkü o en yakın arkadaşımızın platonik aşkını kapmıştı. Sevmiyorduk ama medeni bir yüzsüzlükle sever gibi yapıyor, bir araya geldiğimiz ortamlarda nazikçe sohbet ediyorduk. Sonrasında benim arkadaş "ben artık dayanamıyorum, bu toplantılara gelmeyeceğim" dedi. Anlayışa karşıladık. Sonrasında bu arkadaşım bu Tolga'ya isim taktı. O günden itibaren ona hep o.ç. Tolga diyecekti. Bu laf ağzımıza o kadar yapıştı ki ortamda alakalı alakasız ne zaman bir tolga lafı geçse o.ç. tolga diye düzeltiyor, baştaki küfürü telafuz etmeden o ismi zikretmeyi herkese yasaklıyorduk. Ama tabi Tolga ile bir araya gelince değil. Bir aradayken tüm sahteliğimizle, maskemizle soğuk, mesefali ama medeni insan çizgimizi muhafaza ediyorduk.

Sonra bir gün çok içtik.

İşte o içtiğimiz gecenin sonuna doğru Tolga'nın sevgilisi ki aslında benim arkadaşım olur, mutfaktan şöyle bağırdı

"Tolgaaaa, daha peynir istiyor musunuz" diye..

Ben de mutfaktaki arkadaşıma geri seslendim;

"orspu çocuu demeyi unutttunnnn. Heh heh heeeee"


***

Paralanınca g.tü kalkan insanları anlayışla karşılıyorum. Gerçekten. Çünkü kendi sıramı bekliyorum. Ben meşhur olduğum zaman g.tüm tavan yapacak çünkü. Kimseninkisi o kadar yukarı kalkamayacak. En yüksekteki benimkisi olacak. Yıldırım Mayruk Bey'e gideceğim hatta. Kendime bir süper kahraman kostümü diktireceğim. Turuncu tonlarda olacak. Bir de pelerini olacak hatta. İşte öyle dolaşacağım sokakta. Pelerinle. Ben buna hazırım. Öyle dedim anneme, "ben hazırım anne sen de hazır mısın" dedim. "YEHUU" diye çığlık atıp elimi kaldırıp "çaakk" dedim. Tövbe estağfurullah dedi annem. Anneannemi aradı. "Anne şu çocuğa bir dua oku" dedi. Sonra fısır fısır konuştular. Kendi aralarında. Biraz sonra bir rehavet geldi bana. Olduğum yerde uykuya dalmıştım. Rüyamda çırılçıplak şekilde üç tekerlekli bisiklete biniyordum ve herkes benimle dalga geçiyordu. Parmaklarıyla gösterip alay ediyorlardı. Bisikletle mi yoksa tombul k.çımla mı dalga geçiyorlardı anlayamıyordum. Pedalları çeviriyor, çeviriyor, çeviriyordum. Ama koşu bandında gibiydim, ilerleyemiyordum. "Nedir benim derdim doktor" dedim pisikiyatirisime. "Bence ilaçları biraz daha arttıralım" dedi. Dayadı zanax'ı dayadı prozac ı. Halbusi ne gereği vardı. İlaç saatlerimi de takip etmekten pek sıkılıyorum. Boş mide dolu mide olayına da hiç girmiyorum. Dedim ben bunların hepsini bir seferde alayım en iyisi. Ha otuz günde bir tane ha bir günde otuz tene. Sonuçta aynı mideden geçmeyecekler mi, aynı bünyeye akmayacaklar mı? "Haksız mıyım sevgilim?" dedim. İlaçlarımı yutmak üzereydim o geldiğinde. Sevgilim beni sopayla dövdü. Annemi arayıp şikayet etti. Annem de ananemi aradı. Ben bunları yazarken bana yine bir rehavet çöktü. Ben biraz uzanayım en iyisi. Şimdilik arivederçi...

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..