Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dilenci Vapuru

Vapurda çayımı içtim ve etrafı kolaçan ettim. Çaycı ortalıkta yoktu. Cebimden çıkarıp peçete ile bir güzel nemini aldım bardağın ve rakı şişesini hızla gazeteye saran bakkal gibi bardağı peçeteye sarıp çantamın korunaklı bir köşesine kattım. Tabiiki bardak altlığını da. Karşı koltukta oturan kadın camdan dışarı bakıyordu ama üç yaşlarındaki kızı yaptığımı gördü. Sevimli olmaya çalışarak (ama aslında olamayarak) bir gülücük attım. Dişimde Kadıköy'de yediğim dürümden kalan bir yeşillik kalmıştı ama ben bunu farkında değildim. Çocuk ağlayacak gibi yüzünü ekşitti, hemen ayrıldım oradan.

Keyifliydim. Daha önceden dört tane daha bardak almıştım, bir tane daha alırsam altılı güzel bir takımım olacaktı. Az kalmıştı. Usulca başka bir çaycının mıntıkasına geçtim ki çaycı gelip de "çay vermiştim size bardak nerede" falan demesin. Vapur çayı da çok güzel oluyor, dayanamadım bir tane daha istedim. Ama bu sefer bardağı almadım, çok dikkat çekmek istemedim.

***

Rakıyı eski gazete kağıdına sarma hareketi deyince de aklıma bakkaldan rakı aldığım günler deldi. Bir keresinde bir büyük bir de aspirin almak için evden gönderildim. Önce gazete kapıdına sarılı rakıyı aldım. Ardından eczaneye gittim. Eczacı beni seviyordu. Muhtelif zamanlarda gelip yeni oluşan yaralarıma pansuman yapıyor, daha büyük yaralar ve kırıklar falan için bizi hastahaneye yönlendiriyordu. Ooo kerem paşa hoş geldin dedi.

Ne güzel hitaplar var, kerem efendi, kerem paşa, kero, keremcik... Şimdi herkes tutturmuş bir Kerem Bey... Bey kim ulan?

Hoşbulduk dedim. Bir tane aspirin isetedim. Eczacı abi aspirini verirken tartıya çıktım. Otuzdört kilo civaıydım. "Elindeki şişeyi bırakıp da tartıl" dedi. Ben de şişeyi biraz sert bırakınca şişe kırıldı ve dükkan anason kokusuna boğuldu. Ya ben çok fena üzüldüm falan bir yandan kırıkları toplayayım bir yandan bir bez bulayım rakıyı sileyim falan isiyorum. Çünkü kırmak ve çabucak toplamak, otuzüç kilo, bir kırkiki olduğum günlerden beri iyi bildiğim bir şey.

"Dur lan yapma elini keseceksin" derken cart diye yırttım barnağımı. Bir de eller rakılı falan tabi bir güzel de yandı. Kirpiklerim ıslandı, gözlerim dolu dolu oldu ama yaşlarım akmadı. Eczacı abi geldi önce parmağıma bir bandaj yaptı. Sonra kanlı rakılı dükkan zeminine bakıp "aslan kanı ile aslan sütü bir araya gelince demek böyle oluyormuş" deyip göz kırptı. Vallahi yine kızmamıştı bana hala şaka yapıyordu. Bir şey değil sildikten sonra da eczacı kafayı çekmiş" diyecekler diye güldü. Sonra beni gönderdi. Ben ise bakkala gidip tekrar rakı alıp veresiye mi yazdırsam yoksa eve gidip tamaen gerçekleri anlatıp tekrardan mı para istesem diye düşündüm bir süre.

Tabii ki yalan söylemeyi seçtim.

Sonraları, çok sonraları çok eskiden eczacı abinin ismi kerem olan bir bebeği olduğunu ve fakat bebeğin lösemiden öldüğünü öğrendim. Beni o dükkanda ayrıcalıklı yapan bu muydu bilmiyorum ama sık sık oraya gidip tartılmaya, bedava portakallı bebek aspirini çiğnemeye, boyumu ölçürtürmeye devam ettim.

Hayat işte bazen böyle bir şey...

K.

pek yakında ;
http://www.dilencivapuru.blogspot.com/

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..