Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '06

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Dilenci

Dilenci
 

Bir taşra şehrinin solmayan gülleriydi onlar. Birisi ''Ağlayan nar'', diğeri de ''Gülen ayva'' sıydı şehrin. Onca sıcaklarda, soğuklarda bu şehrin gülleri; kokularından, renklerinden, biçimlerinden hiçbir şey kaybetmediler uzun yıllar. Garibandılar, hep gariban kaldılar. Sevecendiler, hep öyle oldular.. Hem de çok sevilmesini bildiler.. Onlar,''mahalle''nin ve ''Çarşı''nın gülleriydiler..

İsmi Celal olanı, boynundaki seyyar tablasında öteberi satardı. İşten bunalanların arasına bir girdi mi, millet derdini sarıp sarmalar, raflara kaldırırdı. Yorgunluklar gider, bet bereket gelirdi. Hayat o an için akide şekeri oluverirdi. Alçak taburelerde, sıra sıra insanlar, ''Edemedim, alamadım, bitiremedim'' diye dertlenmekten de kurtulurlardı..

Bir garip aşıktı Celal'cik.. Ağlarken güldürür, gülerken ağlatırdı: ''Anamdan doğdu doğalı, gülmedi hiç yüzüm / Öksüzüm, yetimim diye tutulmadı sözüm / Köhne dünya yalan imiş, bense yeni duydum / Gurbet elleri oldu şimdi, yeni yurdum / Katlan gönül katlan, şu dünyanın haline / Binin yarısı beş yüz, o da bizde yok, kime ne!''

Söyler de söyler Celal'cik. Haftada bir, hem bestesi, hem de güftesi değişir ağıtlarının.. Gözyaşları tablasını ıslatır da ıslatır.. Türküsü biter, gözyaşları bitmez. Esnaf da, onunla birlikte ağlar. Bütün eller tablaya uzanır. Sattığı şeyler ise, kağıt mendildir, ne bileyim sigaradır, nane şekeridir.. Tablada hiç eksilmez Celal'in malları. Öylecene durur. Ama bir köşede de paralar, kabarır da kabarır hani..

Çarşının gülü aşık Celal'in, kendisi gibi bir arkadaşı vardır. Huyları, suları zıt mı zıttır. Bu, ''Mahallenin'' gülü Favzi'dir... Kendisi semt semt, mahalle mahalle dolaşır da dolaşır. Boynunda tablası vardır. Balonlu ciklet satar, misket bilyası, çikolata satar. Hünerceğizi ise: ''Göbekceğizi''dir..

Yaşlı teyzeler, o gelecek diye kapı önlerindedirler.. Masa örtüleri,tülbentler ortaya çıkar. Beline, başına sarar Favzicik bunları. Biraz sonra başlayacak şamataya hazırdır mahalleli. Kadınlar ocaktaki, tencerenin ateşini kısmışlardır. Şimdi seyirlik zamanıdır. Eller hep birlikte havaya kalkar. Birlikte şarkılar söylenir. Şakır şakır oynar mahalleli Fevzi ile. ''Domatesin çekirdeği, kırmızı kırmızı..'' diye diye.. Birisi atılır ordan: ''Değiştir onu.. Geçen haftadan kaldı, bayatladı..'' ''Bu fasulya, iki buçuk lira, hem kaynasın, hem oynasın!'' Millette bir neş'e.. Yeni yetmeler de eklenti yapar şarkıya: ''Suyundan da koy!'' Bütün gün şamata sarar mahalleyi. Domates patlıcanlı şarkılar mı istersiniz. Biberli, baharatı kantolar mı ararsınız.. Sanki mahalleye manav dükkanı açılmıştır. Eee, millete ağlence lazım. Gülme krizleri ile yerlerde debelenerek gülenlere, bir o kadar da ayaktakiler katılır. Her kafadan birer nota çıkar. Curcuna rengarenk devam eder. Sonra çocuklar, kadınlar Fevziciği tablasına üşüşürler silip süpürüp ''Haftaya yine bekleriz'' diyerek Favziciği uğurlarlar mahalleden.

Mahallenin yüzü gülmeyen ''Köşe yastığı Septuze"si vardır. O bile neş'esini bulur bu seanslarda "Kilo veriyorum böylelikle'' diye de sevinir. Yüzü de, bu vesile ile haftada bir gülmüş olur.

Birisi çarşının gülü, yanık sesli Celaldir. O'na ''Ağlayan nar'' derler... Diğeri de mahallenin gülü:''Fevzi'' dir. O da: ''Gülen ayva''dır. Yıllarca aynı şarkılarla, aynı gözyaşlarıyle, aynı attıkları göbeklerle ,aynı şeyi yaparlar.Her sahnede,müşteriler değişkendir.Ya da yenileri eklenir..

Yıllar sonrası; günlerden bir gün, gülen ayva Fevziciği, İzmirin en işlek caddesinde, görmiyeyim mi?!.

Fevzi, aynı Fevzi! Başında bir melon şapka.Taşlara çökmüş.Yanında mızıkası, önünde para çanağı... Bir Buda heykeli gibi suskun..

Fevzipaşa Bulvarının başladığı köşede, bir yer seçmiş Fevzi'cik.. Bizim gülen ayva Fevzicik.. Seçmiş amma, amması var!..

Yanından geçmiştim ki, ''Zınk'' diye durdum, bir geri attım sonra da.. Başımı çevirdim ki, o işte! Bizim Fevzi.. Evet, evet.. Karşımdaki ''O'' idi.. Fevzipaşa Bulvarı'nda, aynı isimli cadde levhasının altında, taşlara bağdaş kurmuş oturuyordu Fevzicik..

Bir an, gözgöze geliverdik. Gözlerde, bir ''Sevinç'' pırıltısı parladı geçti birdenbire.. Işığın parlaması ile sönmesi bir oluverdi aynı zamanda. O gözler tekrar sislendi. Uzaklara daldı, uzak uzak baktı ve bir yere sabitleniverdi..

Aramızda, sessiz bir ''anlaşma'' yapmıştık sanki.. Gözgöze gelemedik.. Tanımadık birbirimizi.. Ruhlarımız incinmesin, zedelenmesin istedik. Bu isteyişlerde, ''eski güzel günlerin'' özel hatırı olmalıydı.. Nitekim de öyle yaptık!..

O'nu; mızıkası ile, çanağı ile, kederli uzak bakışları ile başabaşa bırakırken, arkamda çalınan mızıkadan: ''Eski dostlar, eski dostlar'' melodisi taşlarda yankılanıyodu...

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..