Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '08

 
Kategori
Felsefe
 

Dilimizin altına hapsettiğimiz bakla: inkâr

Üç büyük dinî kitapta da yazılıdurduğu üzere Musa’nın tanrıdan aldığı kuvvetle kızıldenizi ortadan ikiye yarışı gibi insanlığı onun doymak bilmezliğinden aldığı kuvvetle ‘zengin’ ve ‘yoksul’ diye ikiye yaran bildik eski mesih ‘bey’, ‘paşa’, öğrendik yeni mesih küresel kapitalizmin koruyucu kanatları ‘para’nın hükmünde keramet arayanların emelleri ‘köprüyü geçme’ uğruna onun, paranın, gözüne girebilmek için binbir yüz takınma yüzsüzlüğü sonucu müsrifçe tükettikleri kişiliklerinin son durağı sosyal mezarlık ‘döneklik ve inkâr’, insanlık tarihinde görülmemiş bir enflasyon patlaması yaşıyor. Biliyorum, haklı olarak ‘bunlar insanlık kadar eski hikâyeler’ diye düşünebilirsiniz. Ama ben ufak bir ekleme yapmak istiyorum: hayır, tarih tekerrürden ibaret değildir! Tarih, tekerrürlerin artışından, her seferinde ‘en’ edatıyla şekil değiştirerek, ‘en’leşerek, yani biraz daha büyüyerek, yani ‘bir başka’laşarak (tekrar) oluşudur.

Tarih, olaylarıyla zaman ekseni boyunca kendi kendisinin kuvvetini alabilen (matematikî bağlamda) bir fenomen olduğu için kökünü yaratıcısı insanın ruhundan çok onun bedeninde, yani duygularından çok hesabında kitabında aramak gerekir. İnsan tarihi, onun bedenî, maddî refahını sağlama alma, koruma ve geliştirme stratejisinin duygusallık maskesiyle vicdanî bir meseleymiş gibi vuku buluşudur.

Bu bağlamda dünyanın, yani insanların, ‘para’ uğruna her şeyden dönmeye ve her şeye dönmeye ve her şeyi inkâr etmeye hazır insanlarla dolup taşmak üzere olduğu saptaması nitelik olarak ne kadar eski bir konu olsa da, çünkü ‘para’ uğruna her şeyi yapmaya hazır insanlar her zaman olmuştur ve olacaktır da, ama nicelik olarak, yani her şeye hazır insanın ‘aktüel’ kimliği söz konusu olduğunda, mevzubahis fenomen şimdiye kadar görülmemiş bir karakterdedir.

Bir yandan etik komisyonları, dinî, kültürel ve felsefî birçok kurum ve kuruluşlar insanlığın elden gitmemesi için kendilerini moral havarîleri ilân ederlerken, diğer yandan insanların boğazlarına giden yolları ellerine geçirir geçirmez tıkayan borsalı konzernlerin bu yolun en hayatî noktası insan ağzına gişeler kurarak bildik insanî değerleri dahi tüketilesi ürünlere dönüştürüp insanlara satmaları sonucu dün tükettiği insanî değerden bugün modası geçti diye söz bile edemeyen insanların imaj ve kariyere indirgenmiş sözde başarılı bir hayat için ölüm kalım savaşı verirken psikolojilerinin tek kurtarıcı, tek ‘pay’gamber, tek sihirli değnek olarak ‘dönekliği ve inkâr’ı görmeleri gayet doğaldır.

Ben bu yazımda hayatlarını yaşanabilir kılmak için bu sıfat(lar)a başvurmaktan başka bir çare bulamayan insanları yaşadığımız hayatın güncelliğinde hemen hiçbir zulme diş geçiremeyen moral mahkemesinde yargılamaktan öte bu duruma sebep, kimine göre kahpe, kimine göre çarpık, birçoğumuza göre ise öyle ya da böyle ‘artık çözdük’ düzenin politik ve sosyal boyutunu da bir kenara bırakıp (ki günümüz ilgili insanın bu konuda yeterince bilgi tükettiği, yeterince ilgi ürettiği düşüncesindeyim) felsefî köküne, yani yakıtı merak olan bir eylemle en yalın haliyle nedenine, nasılına akıl erdirmek istiyorum.

Bu yüzden konuya basit bir soruyla giriş yapmak istiyorum: Neden inkâr ederiz?

İnkârın tek nedeni, konu ne olursa olsun, etmememiz durumunda uğramaktan korktuğumuz ‘zarar’dır! İnkâr başlı başına bir çıkar meselesidir! Hatta inkâr insanın en eski ‘business plan’ıdır! Öyledir, çünkü bir şeyi inkâr ederek bir başka şeyden çıkar sağlar, kâr ederiz! İnsan kontekst, bağlam ne olursa olsun, ister maddî ister manevî çıkara dayansın, zarar edeceğinden korktuğu için inkâr eder. İnkâr muhtemel ‘zarar’ı engelleyip, umulmadık bir şekilde kârlı çıkmak isteme kurnazlığıdır! Bu kurnazlığın kaynağı kimi zaman korkudur, kimi zaman akıldır, kimi zaman öfke, kimi zaman da kin ve ihtiras.

Peki günümüz ‘inkâr’ın geçmiş ‘inkâr’lardan farkı nedir?

Yukarıda da yazmış olduğum üzere, nitelik olarak ‘inkâr’ın nedeni pek değişmemiştir. Nedeni de, nasılı da, niyesi de, niçini de aynıdır: (sözde) maddî ve manevî kâr! Hayat memat meselesi uğruna çıkar! Nicelik olarak değişen tek husus şudur: her geçen gün dünya denilen küresel kapitalist mabette safları biraz daha sıklaştırmak zorunda kalan binbir kültürün insanlarına birlikteliklerinin tek çaresi, mümkünatı olarak dikte edilen küresel tek düzeliğin, tek örnek kültürelliğin mutlak ürünü ‘önleyici’ mantıktır. Yani bugünün insanı, geçmişteki insanın tersine, yumurta kapıya dayandığında değil, işi, borsa mantığı misâli, sağlama almak için ‘ben önce inkâr edeyim de sonra geç meç olur, neme lâzım’ düşüncesinden ileri giderek inkâr eder. Yani insan ‘önleyici’ inkârcılığı öğrenmiştir.

Artık insan, kapitalizmin en popüler adresi Amerika Birleşik Devletleri’nin, aslında ‘modern’ batının, paranın güdümündeki dünya faaliyetlerinde olduğu gibi, olmadan olacakmış gibi davranmayı öğrenmiştir. Yarını uğruna dünden inkâra hazır bir psikolojiye eğitilmiştir. Bundan öte ‘yabancılaşma’ olabilir mi?! Ve: kendine yabancı insandan daha tehlikeli bir silah olabilir mi?!

 
Toplam blog
: 47
: 537
Kayıt tarihi
: 09.04.08
 
 

Freiburg Üniversitesi Nörolengüistik ve Felsefe bölümü mezunuyum. H..