Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '14

 
Kategori
Öykü
 

Dilşah 4

Dilşah 4
 

- Geldik. Hadi, in bakalım. Çantan kalsın. Ders çalışmayacağız nasılsa.

Emir verirken bile hayran kalıyordu Semih’e. Çantasının içine koyduğu parfüm şişesini almak için eğildiğinde eteği iyice açılmıştı. Şişeyi cebine koydu ve takıldı Semih’in peşine. Tek katlı bir eve, Semih’in annesinin evine, gelmişlerdi. Evde kimse yoktu. Semih, paspasın altındaki anahtarı alıp kapıyı açtı ve içeri girdi. Evin etrafındaki ağaçların yaprakları evi saklıyordu. Ön kapıdan dışarısı görünüyordu sadece. Diğer taraflarında yapraklar bir tente gibi örtmüştü evi. Gizemli görünüyordu.

Dilşah, içeri girdiğinde ürperdi biraz. Her şey düzenliydi. Belli ki annesi titiz bir kadındı. Mutfakta yemek var mı bakalım, diyerek Semih ocağın başına gitti.

- Aç mısın fıstık?

- İdare ederim. Tost yedim okulda.

- Gel o zaman. Hadi, atıştıralım biraz.

- Tamam. Ellerimi yıkamak istiyorum. Lavabonuz nerede?

- Gel, bak. Burası.

Ellerini yüzünü yıkadı Dilşah. Gözlerinin içinde mutlulukla karışık korku vardı. İlk kez tek başına birinin, bir erkeğin, evine geliyordu. Daha önceleri okul arkadaşlarıyla birkaç kez gitmişlerdi erkeklerin olduğu evlere öylesine. Ama bu defa durum farklıydı. Kalbi güm güm atıyordu. Cebindeki şişeden kokusunu sürdü ve işini bitirip çıktı lavabodan. Aynanın önüne bıraktı şişeyi. Semih’in yanına gitti mutfağa. Masanın üzerine tabakları yerleştiren Semih burnuna gelen kokularla döndü arkasına. Karşısında“aşk”duruyordu. Bir küçük dişinin bedene gizlenmiş ve “Bana gel!” diyen bir aşk…

Semih aldığı gibi kucağına, attı salondaki kanepenin üzerine Dilşah’ı. Öpücüklerin ardından üzerinde ne varsa bir anda yere düştü. Kanepenin üzerinde iki beden, sıcaklığıyla yapıştı birbirine. Yapma, diyordu Dilşah. Daha fazlasını yapma. Bir yandan da onu sımsıkı kucaklıyordu. Yapma, bırakma!.. İkisi bir anda Semih’in kulaklarında çınlıyordu. Bırakmadı ve yaptı o da. İki bedende var olan aşk, ikisini birbirlerine bağlıyordu ve bu ateşli sevişmenin sonrasında Semih’in kadını oluyordu Dilşah. İsteyerek gelmişti. Korksa da isteyerek onun olmuştu. Daha da sıkı kucakladı onu. Doymamıştı ikisi de. Öylesine sıkıca kucaklamışlardı ki birbirlerini, terden yapışan vücutlarının sıcaklığı derece derece yükselmişti. Semih, zamanın kısıtlı olduğunu biliyordu. Hadi, kalkalım. Annem eve döner birazdan, dedi. Yaşadıklarının etkisinden kurtulamayan Dilşah az önce öğrendiği lavabonun yolunu tuttu. Çıplak vücudunu arkasından izlerken Semih “Bu, benim kadınım. Bu, benim işte!” diyordu. Dilşah gelmeden kalkıp üzerini giyinmişti bile Semih. Dilşah, lavabodan döndüğünde gözlerine korku karışmıştı. Yüzüne garip garip baktı Semih’in. Şimdi ne olacak, der gibiydi gözleri. Semih pişkin pişkin “Asma suratını. Bundan sonrası daha kolay. Canın istediğinde beni bulacaksın, sadece beni. Benden başkasına vermek yok. Vururum yoksa seni.”dedi. Aşk ayrılmıştı bedeninden. Semih, sahiplenme duygusuyla ona hükmediyordu ve korkutuyordu onu.

- Pişman mısın kızım? Bırakma, diyordun az önce. Şimdi ne bu suratın? Birisine verecektin, bana verdin. Kendine gel bakalım. Hadi, giy formanı. Evdekiler merak ederler belki. Anan sokaktan geldiyse tabiî.

İki saat önceki haliyle iki saat sonraki hali farklıydı Semih’in. Sanki bir şeylerin intikamını almış gibi davranıyor, birbirini tutmayan tavırlar sergiliyordu. Ne Dilşah’a ne de annesine saygı duyuyordu. Kafası karıştı Dilşah’ın. Sadece okuldan değil daha öncesinden de mi tanıyordu acaba onu? Hemen annesi için kötü konuşmaya başlamıştı. İçine gizlediği özgürlük kuşları darbe yemişti kanatlarından. Semih’in her sözü, bir bir yoluyordu kanatlarını.

- Evinizin numarasını yaz şu kâğıda. Ben ararım seni.

- Olmaz, evdekiler kızar.

- Ne kızacak? Alırım dayımdan nasılsa. Hadi, sen yaz şuraya.

Bir yandan kıvırcık saçlarını karıştırıyor, bir yandan da ben erkeğim, istediğimi alırım ukalalığında konuşuyordu. Kimdi dayısı? Hep ondan söz ediyordu. Semih, ileriye gittiğini fark edip toparladı kendini.

- Okuldan arkadaşım, dersin. Sen hiç yalan söylemiyor musun kızım? Kurarsın bağlantıyı. Kafanı çalıştır. Bak, çok tatlısın. Bir daha atarım seni kanepeye. Hadi, evin ahalisi gelmeden tüyelim. Seni de eve bırakayım.

Bir öğrenci olarak girdiği evden küçük bir kadın olarak ayrılıyordu. O da istemişti sevişmeyi, o da duygularını yaşamıştı ama şimdi kendini kaybeden olarak görüyor, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Her şeye rağmen Semih’in koluna sokularak arabaya doğru gitti. Evlerinin önüne gelene kadar konuşmadı hiç ve yine tepede indi arabadan.

- Nereye fıstık? Öpücük vermiyor musun?

Tam Dilşah yanağını uzatmıştı ki dudağından öpüverdi Semih.

- Bana sormadan bir şey yapmak yok. Gözüm üzerinde. Yarın sen kendin git okula. Dayım bugün izin verdi. Yarın ara vermeden çalışmak zorundayım ama merak etme, ararım seni kömür gözlüm.

Kömür gibiydi gözleriydi gerçekten. Boncuk boncuk ve her daim kendiliğinden ışıl ışıldı. Sanki içinde parlak bir ışık yanıyordu sürekli. Gülümsemediği zamanlarda bile ışığı her daim yanan bir çift göz, kömür göz…

Eve yorgun ve bitkin bir şekilde çıktı. Lale açtı kapıyı. Onu her zamanki enerjisinde göremeyince sordu:

- Ne oldu ufaklık sana? Dayak mı yedin? Sersemleşmişsin. Üzerinden tır geçmiş gibi.

Evet, üzerinden geçen bir şey vardı. Belki de tırdan bile ağır geliyordu ona. Doğruca odasına gitti. Konuşmadan yatağının üzerinde büzüldü ve uyuyakaldı. Akşam olunca evin içindeki curcunayı fark etti. Unutulmuş gibi hissetti kendini. Çoğalan seslere kulak verdi. Evin içinde her kafadan bir ses çıkıyordu. Annesi bugün geç gitmiş, erkenden de gelmişti. Abisi balık getirmişti. Taze balıklar, pişmeye hazırlanıyordu. Bütün gün sadece bir tane tost yemişti. Karnı çok açtı. Kendini duşa attı. Annesi:

Devam edecek 

 
Toplam blog
: 111
: 161
Kayıt tarihi
: 24.12.11
 
 

1965 Zonguldak doğumlu ve halen Zonguldak'ta yaşamaktayım.Yazarım ve çeşitli platformlarda sunucu..