Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '19

 
Kategori
Öykü
 

Dilsiz Fahişe-5

Ders çalışman imkansızdı, gözlerin okusa da aklında hiçbir şey kalmıyordu, ellerin yazsa da yazdıklarının hiçbir anlamı yoktu. Odanın ışığını kapatıp yatıp uyumayı denedin. Olmadı olmadı... Saatler sonra dalar gibi oldun, ama birazdan sıçrayarak yatakta doğruldun; çünkü kendini lav püskürten bir yanardağın kraterine düşerken görmüştün. Saatlerce uyanık kaldın ve sonunda uyudun, ama sabah oluncaya kadar üç kere kâbus görerek uyandın. Birinde fil büyüklüğünde bir canavar seni kovalıyordu, diğerinde çamurlu pis bir suyun içinde boğulmak üzereydin ve en sonuncuda da Hüseyin Usta senin üzerine bir bidon benzin döküp ateşe veriyordu.
 
Okula gittin. Girdiğin sınavların ikisi de kötü geçti. İyi geçseydi, bu bir mucize olurdu. Çalışmadan, uykusuz ve darmadağın olmuş psikolojik bir benlikle başka türlüsü olamazdı. Okulda iken, olanları annene söyleyip söylememe konusunu düşündün. Defalarca söylemeye karar verip defalarca da bundan vazgeçtin. Nihai kararın: Söylememek...
 
Sonraki günlerde de bu adam her fırsatta seni taciz etti. Zordaydın ve şartlar giderek daha da zorlaşıyordu. Kendine yakın bulduğun bir arkadaşın vardı: Aynur. Ona açıldın. Her şeyi anlattın. Sen anlattıkça Aynur'un yüzü şekilden şekle giriyor; hayret, tiksinti ve korku tüm çehresini sarıyordu. Daha sonra da sinirden gülme krizine tutuluyordu... Gülmesi bitince:
 
-Güldüğüm için beni yanlış anlama. Seni dinlerken sinirlerim bozuldu. Benim sana tavsiyem, o adamın yaptıklarını annene mutlaka söyle. Öyle ya, belki hatta belki de değil mutlaka annen, bir çözüm bulur, dedi. 
 
Arkadaşının tavsiyesi üzerine olanları annene anlattın. Seni can kulağı ile değil, lütfen dinledi ve dedi ki:
 
-Eskiden bizi gözetlerdin, şimdi buna bir de iftira ekledin. Ayıp ayıp! O adama çamur atma! Nankörlük yapma! O adam seni doyuruyor, giydiriyor, barındırıyor, okutuyor; buna karşılık sen ne yapıyorsun? İftira atıyorsun! Ben o adamla çok mutluyum, sen bunu hazmedemiyorsun. Yani kısacası bizim mutluluğumuzu kıskanıyorsun.
 
Bu sözleri duyunca annene artık tek bir kelime bile söylememeye karar verdin. Ne desen faydasızdı, boşunaydı. Nasıl olsa o, seni suçlamaya devam edecekti. Soluk yüzün kızardı, başın öne eğildi ve adeta kaçarak annenden uzaklaştın.
 
Sonraki günlerde de tacizler artarak devam etti. Annen senin anlattıklarını ona söylemiş olmalı ki işi iyice azıttı. Sanki sana, “ben güçlüyüm, her istediğimi yaparım.” mesajını vermek istiyor gibi geldi.
 
Bu evdeki yaşam alanının giderek daraldığını fark ediyordun. Daha ne kadar dayanabilecektin? İsyan etmek istiyordun; yüreğin soğuyor, duyguların çürüyüp kokuşuyordu. Değirmen taşında öğütülmüş, küçücük parçalara bölünmüştün; üstelik her parçan acı içinde kıvranıyordu. Bir çıkış aramaya çalıştın. Mutlaka iyi ya da kötü, huzura ya da felakete giden bir çıkış bir kurtuluş yolu vardır; yeter ki bu yaşananlar sonlansındı. 
 
Bu insanlar yani annen ve o adam senin hayatını çirkinleştiriyorlar, mahvediyorlar; onları hayatından çıkaramazsan, sonunda sen de onlara benzeyecektin yani çirkinleşecektin. Bunu biliyordun da onları hayatından nasıl çıkaracağını bilemiyordun. Evet, ama nasıl nasıl? 
 
Birkaç gün sonra bu sorunun cevabı verilmiş oldu.
 
O gece yemekte içki vardı. Annen ve Hüseyin Usta, hem yiyor hem de kadeh tokuşturuyorlardı. Sen ödevlerin olduğunu söyleyip karnını doyurduktan sonra sofradan kalkmak istediğinde ertesi günün Cumartesi olduğunu hatırlatıp oturman için ısrar ettiler. Annen o gece ne yapıp edip seni o adamın yanına oturtmuştu. Hatta bir ara sana içki teklifinde bile bulundu. Ne oluyordu, neler olacaktı? Kafanın içinde bunlara benzer sorular dolaşıp duruyordu. Annen seni bu adama peşkeş çekmek istemiş olabilir miydi? 
 
O gece annen çok içti, içtikçe sana yönelik bakışları bir acayip oldu. Seni kızı olarak değil de, hiç sevmediği kayınvalidesi olarak görmüş olabilir miydi? Babaannenin adını taşımış olman onda bu çağrışımı yaptırmış olmasın! Öyleydi. Evet, öyle olduğundan emindin ve sen, şimdi o adamla beraber annenden de tiksinti duymaya başlamıştın.
 
Gecenin ilerleyen bir saatinde annen masada sızdı kaldı. Hüseyin Usta onu uyandırıp yatak odasına götürdü. Sen de bu fırsattan istifade edip odana gittin ve kapını kilitledin. Ya o adam gelirse, kapıyı kırarsa ne yaparım diye korkuyordun. Nitekim az sonra bir el kapının koluna asıldı, kilitli olduğunu anlayınca kapıya vurdu. Bir şeyler de söylüyordu dili dolaşarak...
 
Birkaç kere daha kapıya vurduktan sonra küfür ederek oradan ayrıldı. Yaklaşık iki saat içeriden gelen tabak, bardak, çatal, kaşık ve öksürük seslerini duydun. Sesler kesilince, Hüseyin Usta'nın da yatmaya gittiğini anladın. Hatta kapıdan çıkıp, gidip gitmediğine bakmak istedin bir ara, fakat sonra vaz geçtin. 
 
Pencerenin yanına oturup perdeyi araladın, az da olsa gökyüzü görülebiliyordu. Karanlık kubbede yıldızlar vardı fakat ay yoktu. Camı açtın, dışarıdan gelen sesleri dinledin. Hayret gelen ses değil sessizlikti. Bu sessizlik seni sakinleştirdi.
 
(Devam edecek...)
 
 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..