Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '12

 
Kategori
Siyaset
 

Din öğretimi ve CHP söyleminden ekonomik indirgemeciliğin tüm izlerini silme ihtiyacı

Din öğretimi ve CHP söyleminden ekonomik indirgemeciliğin tüm izlerini silme ihtiyacı
 

DİN ÖĞRETİMİNDE YENİ DÜZENLEMELER VE CHP SÖYLEMİNDEN ARTIK EKONOMİK İNDİRGEMECİLİĞİN TÜM İZLERİNİ SİLME İHTİYACI


I-  Din Öğretiminde Yeni Düzenlemeler

Önceki yazımız olan “Mele, Diyanet’i Cemaatlere Devretme Açılımı”nda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Doğu ve Güneydoğu illerinde bölgede “mele”, genelde “molla” denilen Nakşibendi, Kadiri ve Kürt kökenli Nurcu grupların dini önderleri arasında yer alan bazı kişilerden imam-hatip olarak yararlanmak istemesini ele almaya çalışmıştık. Bu düzenleme ile, İmam-Hatip Lisesi (İHL) ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının kazanılmış haklarında önemli kayıplar yaşanacak olmasının yanında, asıl burada kamuoyuna tartışma şansı verilmeksizin koruculuk sisteminin din alanına uyarlanmaya çalışıldığını ve bu çerçevede, Diyanet’in yetkilerinin yerel bazı tarikatlara devredilmesi açılımının söz konusu olduğunu belirtmiştik.

Bu yazımıza “mele” düzenlemesini hatırlatarak başlamamızın nedeni, sol söylemin bu düzenlemeden ancak iş işten geçtikten sonra haberdar olmuş olmasının, din öğretimi alanında bundan sonra gerçekleşecek muhtemel gelişmeler için de tekrarlanmaması içindir. Bu çerçevede, din öğretimi alanında bütünüyle tek taraflı olsalar da, “çözüm” adı altında yapılmaları kuvvetle muhtemel olan yeni düzenlemelerden bahsetmeyi oldukça yararlı görüyoruz. Çünkü, bu muhtemel düzenlemeler için tıpkı “mele” düzenlemesindeki “atanıp da gitmeyen imamlar” gibi bir takım makul gerekçeler öne sürülebileceğinden, bu muhtemel düzenlemelerin asıl gerekçeleri ve olası sonuçları hakkında şimdiden kamuoyunu bilgilendirmek ve bu yönde farkındalık yaratmak gerektiğine inanıyoruz.  

Din öğretimi alanında bir kısmı çoktan gerçekleşmiş, bir kısmı da gerçekleşmesi savunulan düzenlemelerden birkaçını burada birlikte inceleyelim:

1- Arapça’nın İlköğretimde Seçmeli Yabancı Diller Arasına Alınması

Bu muhtemel düzenlemelerin ilki, “mele” düzenlemesi gibi iş işten geçtikten sonra kamuoyunun haberdar olduğu, Arapça’nın ilköğretim 4. 5. 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin yabancı dil dersinde seçebileceği dersler arasına dahil edilmesi düzenlemesidir. Burada, çocuklarına bir yabancı dil olarak İngilizce öğretilmesini isteyen veliler kadar, Arapça öğretilmesini isteyebilecek veliler olmasını saygıyla karşılıyoruz. Ancak bu düzenleme, “yabancı dil öğrenimi” alanında yapılan bir düzenleme olarak gerekçelendirilse de, burada yabancı dil öğretimi kaygısının aslında tali bir önem arzettiği de hissedilmektedir. Çünkü, Arapça’nın özellikle başta komşumuz olan ülkelerde olmak üzere yaygın olarak kullanılan bir dil olması, ilköğretimden itibaren çocuklarımıza öğretilmesini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü ülkeler arası ticari/siyasi ilişkiler çerçevesinde bir yabancı dil olarak Arapça bilen yurttaş ihtiyacımızı yükseköğretim seviyesinde örneğin Arap Dili ve Edebiyatı ve/veya Arapça Mütercim Tercümanlık bölümlerini arttırmak yoluyla da karşılanabilirdi. Ancak bu yapılmayıp, ilköğretim seviyesinden itibaren neden tüm çocuklarımıza Arapça öğretme yolunun açılmasına gidildiği sorusuna doyurucu bir cevap alamamaktayız. Burada Arapça’nın Kur’an’ın dili olması nedeniyle, ilköğretim gibi erken bir yaşta Arapça öğretilmesi yoluna gidilmesi, isteğe bağlı din öğretimi alanında getirilmiş olan ilköğretimi bitirme şartının bir tür hile-i şeriye ile geçersiz kılınmasına mı çalışılıyor sorusunu beraberinde getirmektedir. Yani, bu düzenlemenin yabancı dil alanında atılan bir adım değil de, aslında din öğretimi alanında atılmış bir adım olup olmadığı kamuoyunda tartışma konusu olmaktadır. Bu çerçevede, kurbağanın sıcak suya bir anda atılmayıp, içinde kurbağa varken suyun yavaş yavaş ısıtıldığı endişesi/eleştirisi dile getirilmektedir.

Burada, isteğe bağlı din öğretimi alanındaki mevcut yaş sınırlaması hakkındaki görüşlerimizi de, dipnotta vermek yerine burada doğrudan bilginize sunmayı daha doğru bulmaktayız. Buna göre, çocuklarının isteğe bağlı din öğretimi almasını istemeyen yurttaşlarımızın ve genel olarak çocuklarının Sunnilik içeren isteğe bağlı din öğretimi almasını istemeyen Alevi yurttaşlarımızın bu hakları korunmak şartıyla, çocuklarının erken yaşta isteğe bağlı din öğretimi almasını isteyen yurttaşlarımıza bu olanağı Devlet eliyle sunacak çözümler oluşturulmayıp yaş sınırı getirilmesini doğru bulmuyoruz. Öyle ki, isteğe bağlı din öğretimi alanında aranan ilköğretimi bitirme şartı, 1982 Anayasası’nın 24. maddesinde yer alan “Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır” hükmüyle de bağdaşmamaktadır. Mevcut haliyle bu yaş sınırlaması, çocuklarının isteğe bağlı din öğretimi almasını isteyen yurttaşlarımız için, bir kısmının “maddi, siyasi ve ideolojik çıkar amacına yönelik olduğu” sıkça dile getirilen yasadışı Kuran Kursları’nı tek seçenek haline getirmektedir. Dolayısıyla, CHP çevrelerinin sırtını yasaklara dayıyor görünen bu durumu ise, en iyimser değerlendirmeyle AKP söylemin mağduriyet kozunu kullanabilmesinin ve bütünüyle denetimden uzak şekilde kendini yeniden üretebilmesinin ve de nihayetinde mevcut iktidarda olma durumunu pekiştirebilmesinin ardında yatan nedenlerden birini oluşturmaktadır. Bu yasaklardan medet uman durum, muhalefette kalmayı yeterli görenler dışındaki sol söylem için, zerre kadar da olsa bir başarı ya da kazanım değildir. Olsa olsa bir tür öğrenilmiş hezimettir.  

2- Kur’an Kurslarındaki Öğretimin Zorunlu Eğitimden Sayılması Önerisi

Din öğretimi alanında dile getirilen çözümlerden(?) biri de, Kur’an Kurslarındaki öğretimin zorunlu eğitimden sayılması şeklindedir. Bu önerinin savunucularından biri, geçtiğimiz günlerde Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atanması vicdanları sızlatan  Prof. Mümtaz’er Türköne’dir. Türköne: “Anayasal açıdan, Kur’an kurslarının zorunlu eğitime dahil edilmemesi demek, fiilen din eğitimi hakkının ortadan kalkması anlamına gelecektir1” şeklindeki ifadesiyle bu öneriye desteğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri’ni yok sayıp, ülkemizde din eğitimini Kur’an Kursları’na indirgeyen bu açıklama çabası bütünüyle demagojik olmasına rağmen, yine de Kur’an Kurslarındaki öğretimin zorunlu eğitimden sayılması şeklindeki bir düzenleme girişimi ile ilerleyen dönemde karşılaşmamız kuvvetle muhtemeldir. Ancak böylesi ilköğretimi dinselleştirmekten başka sonuç doğurmayacak olan bir düzenlemenin aslında “ben yaptım oldu”dan başka bir gerekçesi söz konusu olamaz. Bu nedenle, bu düzenleme önümüze gelip yasalaşsa da, tıpkı 28 Şubat düzenlemeleri gibi ancak bir karşı düzenlemeye kadar yürürlükte kalır.

3- Din Eğitimin Cemaatlere Bırakılması Önerisi

Birçoğumuzun eskiden olsa, “olmaz öyle şey” diyeceği bu çözüm(?) önerisi, bir önceki yazımızın konusu olan “mele” düzenlemesiyle çoktan hayata geçirilmeye başlanmıştır. Öyle ki, Doğu ve Güneydoğu illerindekicamilerimizde din hizmetlerinin İHL ve İlahiyat Fakültesi mezunlarınca değil de, bölgede “mele”, genelde “molla” denilen birtakımdini cemaatlerin önderlerine imamlık kadrosutahsis edilmesi ve bunun tüm yurda yaygınlaştırılacağının belirtilmesiyle, artık din eğitiminin de cemaatlere bırakılması yönünde önemli bir adım atılmıştır. Zaten bu “mele” imamlar, göreve gelmeleriyle birlikte, yaz aylarında camilerde verilen Kur’an Kursları ile otomatikman Devlet eliyle din eğitimi veriyor olacağından, “mele”lerin imam olarak atanmaları ile din eğitimin cemaatlere bırakılmasının, aynı planın farklı safhaları olduğu bilinmelidir… Ayrıca, bu planın eksiksiz olarak uygulanabilmesi için eşzamanlı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve mensuplarının toplum önünde “zaten din hizmetlerini layıkıyla yapamıyorlar” algısını yaratabilecek gelişmeleri de beklemek çok da şaşırtıcı olmayacaktır.

4- Çok Programlı Din ve Kültür Lisesi Önerisi

Bu çözüm(?) önerisi, İHL’nin bir meslek lisesi mi yoksa din ağırlıklı bir genel lise mi olduğu yönündeki tartışma ve eleştirileri sonlandırma arayışıyla, okulun ismini değiştirerek, bir tür hızlandırılmış tren tabelası koymakla hızlı tren yaptığını sanan zihniyetin ürünüdür. Öyle ki bu öneri, İHL mevcut işlevlerini sanki eksiksiz yürütebiliyormuş gibi, İHL’nin niteliğinde iyileştirmeler yapılmadan sadece biri ilâhiyat olmak üzere en az dört veya beş ayrı programın birlikte yürütüldüğü liseler haline getirilmesini içermektedir. Buna göre, İHL’nin adı değiştirilip, nasıl olacağı sorusuna doyurucu yanıtlar vermeden Alevi vatandaşlarımızın din öğretimi ihtiyaçlarını karşılama işleviyle birlikte, gayri-müslim vatandaşlarımızın din öğretimi ihtiyaçlarını karşılama işlevini de bu sadece ismi değiştirilen Çok Programlı Din ve Kültür Lisesi’ne yüklemektedir. Ancak bugün geldiğimiz noktada, özellikle üniversiteye girişte İHL mezunlarının alandışı tercihlerindeki katsayı durumunu aşmayı amaçlayan bu çözüm önerisi, katsayının artık eşitlenmiş olması nedeniyle rafa kalkmış görünse de, önümüzdeki sürece göre tekrar ısıtılıp önümüze sürülebilir.

5- Katsayı Değişikliği Yapılması Şeklindeki Öneriler

Bilindiği üzere, geçtiğimiz günlerde, 2012 YGS başvuruları öncesinde YÖK’ün aldığı bir kararla2 alandışı yapılan tercihlerde uygulanan katsayı eşitlenerek İHL çevrelerinde bir anlamda katsayı sorununun bitirildiği algısı oluşturulmak istenmiştir.

Ancak, zannedilmesin ki, katsayı sorunu(?) burada bitmiştir. Katsayı konusu daha çok su kaldırır. Nasıl mı, gelin birlikte görelim. Önümüzdeki günlerde katsayı konusu üzerinden birkez daha tarihin tekerrürden ibaret olduğuna hepbirlikte tanıklık edeceğiz. Buna göre, nasıl ki “28 Şubat 1000 yıl sürecek” şeklinde beyanatlar veren özgüven sarhoşlarının yanıldıkları çok değil daha 10 yıl sonra artık ayan beyan ortadaysa, AKP iktidarında yapılan bu düzenlemenin de nihai olamayacağı iki nedenden dolayı aynı derecede ayan beyan ortadadır. İlk olarak bu düzenleme, kullanılan yöntem olarak, yanlışın yanlışla savaşı gibidir, tıpkı 28 Şubat düzenlemeleri gibi bir nihai çözüm arayışının değil, sadece iktidarda olmanın geçici gücünün ürünüdür. Yine 28 Şubat gibi, hiçbir toplumsal uzlaşma arama gayreti içermediği için de, sadece kendi kitlesinin egosunu tatmin etmeye hizmet edecek ve yine 28 Şubat gibi ancak bir karşı düzenlemeye kadar yürürlükte kalabilecektir.

İkinci olarak da, alandışı tercihlerde uygulanan katsayı farklılığının kaldırılması, çok değil daha önümüzdeki ilk üniversite sınavından itibaren bizzat İmam-Hatip Liseleri’nde okuyan öğrencilerin mağduriyeti ile sonuçlanacağından, tekrar alandışı tercihlerde farklı katsayı uygulamasına geçilmesi içten bile değildir. Çünkü, katsayı farklılığı İmam-Hatip Liseleri’ni İlahiyat Fakülteleri’ne gidebilmek ve nihayetinde din adamı olmak için okuyan öğrencilerin diğer lise mezunları karşısındaki tek avantajıydı. Oysa ki şimdi, “katsayı sorunu bitiren” alandışı tercihlerdeki bu katsayı eşitlemesiyle,  hem din adamı olmak isteyen İmam-Hatip Lisesi mezunları tüm diğer lise mezunları ile İlahiyat Fakülteleri’ne gidebilmek için yarışmak durumunda kalacaklarından hem de, İlahiyat Fakülteleri’ne İmam-Hatip Lisesi mezunu olmayanların girişi önemli ölçüde kaliteyi düşürebileceğinden, bu düzenlemeden bizzat bu iktidar döneminde bile geri adım atılması ile karşılaşabiliriz.

Gerçi, seçkinciliğe karşı olan bir söylemle iktidara gelse de, artık her alanda kendi seçkinlerini üreten AKP’nin İHL içinde de kendi seçkinlerini ürettiğini artık görmemiz gerekmektedir. Öyle ki, yapılan bu son katsayı düzenlemesi ile aslında İmam-Hatip Lisesi’nde okuyan öğrenciler arasında da bir türBeyaz Türk ile zenciler” ayrımı olduğu ve bu okulları din adamı olmak için tercih edenlerin sayısal olarak azınlıkta olmaları nedeniyle artık zenci muamelesi gördükleri ve AKP tarafından temsil edilmedikleri iyice su yüzeye çıkmıştır. Bu yüzden de İHL’yi din adamı olmak için tercih edenlerinen son yapılan katsayı eşitlemesinden doğacak mağduriyetlerine rağmen onlar için bir değişikliğe gerek duyulmayacağını şimdiden söylemek yanlış olmaz.

6-Örgün Eğitime “Seçmeli Din Dersi” Konulması Önerisi

Önümüzdeki dönemde, gerçekleşmesi en fazla tartışılan önerilerden biri de, örgün eğitime “seçmeli din dersi” konulması önerisidir. Bu önerinin ardında ise, İHL’ye olan talebi düşürme kaygısı bulunmaktadır. Ancak, bu önerinin umulan sonucu vermeyeceğinin bize göre 5 ana nedeni vardır. Ancak, bu nedenlerin tümünü burada yazmanın makale formatını aşacak olması nedeniyle, bu nedenlerden sadece bir tanesini burada ele alabileceğiz3.

Buna göre, örgün eğitime seçmeli din derslerinin konulması önerisi, konulacak din derslerinin ileride zorunlu hale getirilebileceği ihtimalini taşıması nedeniyle kamuoyundan ciddi muhalefetle karşılaşacaktır. Ancak, bu toplumsal muhalefetten artık eskisi kadar çekinilmediği itirazı getirilebilir. Bu itirazın muhtemel sahiplerine, yanıldıklarını ortaya koymak için, bu toplumsal muhalefetten çekinilmese, geçtiğimiz günlerde yapılan düzenlemede Arapça’nın ilköğretime yabancı dil olarak konulması yerine, doğrudan Kur’an-ı Kerim dersinin seçmeli ders olarak ilköğretime konulacağı üzerinde düşünmelerini öneririz.

Burada, konulacak seçmeli din ders(ler)inin ileride zorunlu hale getirilebileceği eleştirisindeki haklılık payını, şuanki zorunlu din dersinin gelişimine bakarak görmek mümkündür. Buna göre, mevcut zorunlu din derslerinin gelişimi hatırlanacak olursa4;

·         15 Şubat 1949 tarihinde, ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına konulan haftada 2 saatlik isteğe bağlı Din Bilgisi dersleri okutulmaya başlandı.

·         4 Kasım 1950: İlkokulların 4. ve 5. sınıflarında program dışı okutulan Din Dersleri programa dahil edildi.

·         7 Ocak 1956: Ortaokulların 1. ve 2.- sınıflarına haftada bir saat isteğe bağlı Din dersleri konuldu.

·         1974: İlkokul 4. ve 5. sınıf ortaokul ve liselerin bütün sınıflarına haftada birer saatlik zorunlu Ahlak dersi konuldu.

·         1982: Anayasa’nın 24. maddesi ile "Din Bilgisi" ve "Ahlak" dersi "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" adıyla birleştirilerek tek ders halinde bütün ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulması zorunlu hale getirildi

Görüldüğü üzere, mevcut zorunlu din dersinin de ilk olarak isteğe bağlı konulmuş olması, burada seçmeli din ders(ler)i konulması önerisinin de ileride ilave zorunlu din ders(ler)i ile sonuçlanabileceği eleştirilerini haklı çıkarmaktadır.

Ancak, üniversite sınavında alandışı tercihlerdeki katsayının eşitlenmesinin İHL’yi destekleyen çevrelerin İHL’nin öğrenci sayısının artmasından endişe duymadıklarını işaret etmesi nedeniyle, İHL’ye olan talebi düşürme kaygısının şuan için söz konusu olmadığı belirtilebilir. Buradan yola çıkarak da, örgün eğitime “seçmeli din dersi” konulması önerisinin de belirsiz bir süreliğine rafa kalktığı söylenebilir. Oysa ki, yukarıda ele aldığımız, Arapça’nın ilköğretimde okutulan yabancı diller arasına seçmeli ders olarak konulması düzenlemesinde yapıldığı üzere, İHL’nin öğrenci sayısını düşürmeyecek ve toplumsal muhalefet elverdiği şekilde, örgün eğitime “seçmeli din ders(ler)i” konulması yoluna gidileceğini düşünmekteyiz.

II- CHP SÖYLEMİNDEN ARTIK EKONOMİK İNDİRGEMECİLİĞİN TÜM İZLERİNİ SİLME İHTİYACI

Çalışmamızın bu bölümünde, din öğretimi alanında yukarıda belirtmeye çalıştığımız muhtemel düzenlemeler karşısında, bir özeleştiri bağlamında sol söylemde yer edinmiş olan “ekonomik indirgemeciliği” deşifre etmek ve bu yanlıştan dönülmesi için gerekçelerimizi ortaya koymak istiyoruz.

Bu çerçevede CHP söylemi için “ekonomik indirgemeci” mantığın en yaygın zararı, din öğretimi talep eden yurttaşlarımızın otomatikman kaybedilmiş kitleler olarak görerek, başka partilerin insafına bırakmasıdır. Oysa ki, ülkemizde muhafazakar seçmen kitlesinin sosyal demokrat seçmen sayısından fazla olması nedeniyle, bu eğilim otomatikman CHP’yi iktidar için değil, en iyi ihtimalle ikinci parti olmak için yarışan bir parti konumuna indirmiştir. İşin kötüsüyse, eski CHP’nin yıllarca iktidar olamayıp ikincilikte kamayı “Ana Muhalefet Partisi” şeklinde süsleyerekbu ekonomik indirgemeci yaklaşımı nedeniyle iktidar olamadığını onca seçim kaybetmesine rağmen anlayamamış olmasıdır.

Bu nedenle, CHP’nin insanları sadece çıkar ve kazanç ekseninde hareket eden varlıklar olarak kabul eden ve günümüz Türkiye’sini yansıtmaktan çok uzak olan “ekonomik indirgemecilik” kalıntılarından biran önce sıyrılması gerekmektedir. Çünkü, insanların sadece ekonomik saiklerle hareket edecekleri önyargısı, özellikle önerilecek çözümler konusunda bütünüyle gerçeklikten uzak öneriler yapılmasına neden olmuş ve bu yıllardır dindar yurttaşlarımızı CHP’nin kapısını çalmaktan alıkoymuştur. Kapıları çalındığında da, kendilerine din alanındaki sorunlarını arzeden dindar yurttaşlarımıza, bir takım sosyo-ekonomik tedbirleri çözüm diye bahsederek, ısrarla biz sizin din alanındaki taleplerinizi görmeyeceğiz, hatta önemsemiyoruz mesajı verilmiştir. Din alanındaki taleplere ısrarla gerçeklikten uzak ekonomik çözümler sunarak onca seçim kaybedip bundan ders çıkarmamak, ancak Eski CHP’nin aslında iktidar olmak istememesiyle açıklanabilir.

Buradaki tartışma ideolojik gibi görünse de aslında, yıllarca küçük olsun benim olsun diyen seçkinci Eski CHP ile, daha geniş kitlelere ulaşarak artık iktidar olalım diyen halkçı Yeni CHP arasındadır.

Geldiğimiz noktada, en samimiyetsiz örneğini BDP’nin artık dindar yurttaşlarımıza yönelmesinde gördüğümüz, ancak genel olarak doğru olan yaklaşım, iktidar olmak isteyen her siyasi partinin kendi oturmuş seçmen bloğu dışındakilerden de oy almak için proje ve söylemler üretmesidir. Oysa ki, Eski CHP adeta üzümün çöpü armudun sapı diyerek birçok seçmen kitlesini dışlayagelmiştir.

Buradaki, “ekonomik indirgemeci” mantığın bütünüyle gerçeklikten uzak olmasına rağmen din öğretiminde çözüm önerisi diye sunduklarına, makale boyutlarını aşmamak için, sadece bir tane örnek vererek, neden Eski CHP geniş kitlelere ulaşamamıştır sorusuna da ışık tutmaya çalışalım:

Din Eğitimini Aile Versin Önerisi

“Ekonomik indirgemeci” mantığın çözüm(?) diye önerebildiği “din eğitimini aile versin” şeklindeki önerinin neden akılla nizamla hiçbir bağı olmadığını hepbirlikte görelim. Bunun için öncelikle, ülkemizde ailelerin çocuklarına öğretebilecek seviyede dini bilgilere sahip olduklarından neye göre emin olunabilmektedir sorusuyla başlayabiliriz. Çünkü ülkemizde ailelerin eğitimsel yeterlilikleri bakımından buluşabilecekleri mümkün olan en asgari payda, öğretmeye yetecek kadar dini bilgilere sahip olmaları değil, sadece büyük çoğunluğunun okuryazar olmalarıdır, ki o bile % 100 değildir. Buna rağmen, çocuklara okuma yazma öğretilmesini örgün öğretimden ve alanının uzmanı öğretmenlerden alıp aileye bırakmayı teklif dahi edemezken, dini bilgilerin çocuklara öğretmesinin örgün öğretimden ve alanının uzmanı öğretmenlerden alınıp da ailelere bırakılabileceği nasıl olup da çözüm diyeönerebilir? Tabiki, sadece dini bilgiyi diğer alanların bilgileri karşısında aklınca hâkir gören “ekonomik indirgemeci” anlayış ancak bu hataya düşebilir, ama dini bütün yurttaşlarımız bu hataya düşmez.

Bu nedenle, “ekonomik indirgemeci” mantığın dindar yurttaşlarımıza ulaşabilmek konusundaki başarı şansı, daha hastasını görmeden-dinlemeden reçete yazmaya koyulan bir doktorun başarı şansından bile daha azdır. Çünkü, bir doktor hiç değilse hastasını küçümsemezken, bu “ekonomik indirgemeci” mantıktan kurtulamayanlar din konusu ve onun sosyal ve bireysel hayatımızda oynadığı roller üzerinde durmayı bir tür geri fikirlerle uğraşmak nevinden lüzumsuz görmekşeklindeki çoktan tarihin çöp sepetini boylamış olan pozitivist ilerlemeci yanlıştan hâlâ medet ummaktadırlar.

Bunun yerine, öncelikle dini konularda hassas yurttaşlarımızı oldukları gibi kabul etmeyi öğrenmek ve daha sonra onlarla doğrudan temas kurarak, onları dinlemek ve bu doğrultuda onların sorunlarına yöenlik, teorik olarak değil, somut çözümler sunacak şekilde “CHP Din Öğretimi Raporu” gibi kurumsal bir bakış açısı geliştirilmesi gerekmektedir. Yoksa, özellikle eski CHP’nin yaptığı gibi sağdan bir takım etkili zannedilen kişileri partiye transfer etme yöntemi, köylünün oyu için ağayla pazarlık yapma kolaycılığından öteye gidememektedir. Zaten bu yöntemin, bir yangında gemiyi önce kim terkedecek sorusunun cevabını öngörebilmekten başka dişe dokunur bir fayda sağlaması da beklenemez. Bunun yerine artık, din öğretimi alanında AKP’nin düzenlemelerine sadece tepki vermek yerine, dini konularda hassas olan yurttaşlarımızın sorunları hakkında “CHP Din Öğretimi Raporu” gibi bir açılıma şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.

Faruk Özcan

BURSA/2012

https://twitter.com/#!/farukkozcan

DİPNOTLAR

1- Bu değerlendirme için bkz. Bolay, Süleyman Hayri - Türköne, Mümtazer, Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1996, . s. 150

2- “YÖK: Katsayı Kaldırıldı”, Milliyet, http://gundem.milliyet.com.tr/yok-katsayi-kaldirildi/gundem/gundemdetay/01.12.2011/1469625/default.htm, Yayın Tarihi: 01.12.2011, Erişim Tarihi:25.12.2011

3- Örgün eğitime “seçmeli din dersi” konulması önerisini gerçekçi bulmamamızın diğer nedenlerini “Tüm Tartışmaların Odağı Okul: 4+4+4 İmam-Hatip” başlıklı kitap çalışmamız kısa bir süre sonra Toplumsal Yayıncılık’tan çıktığında bulabilirsiniz.

4- Zorunlu din derslerinin gelişimi hakkında bkz. Gündüz, Turgay, “Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Öğretimi Kronolojisi (1923-1998). Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 7, C. 7, 1998, s. 548-553. 

 
Toplam blog
: 16
: 583
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

1980, Bursa doğumlu. Balıkesir Lisesi'nin ardından Uludağ Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans..