Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '10

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Dinde yabancılaş/tırıl/ma

Dinde yabancılaş/tırıl/ma
 

Dinin halkımızla arasındaki en büyük engel/sorun, onun verilip verilmediğimidir? Nasıl verildiğimidir? Kimlere verildiği midir? Ne amaçla verildiği midir? Üç temel sorun var göne göre dini eğitimde anlayışında; Kültürü sonraya koyuyorum şimdilik… Bana göre asıl olan Kültür olayı ama nedense sonraya konuluyor her defasında… Önce Din deniliyor!

1-Antalya’da yaşıyorum… Oğlumun okulunda bir sürü değişik inançlara sahip ailenin çocuğu olduğunu biliyorum… Bunlar daha çok değişik uluslara ait insanların evliliklerinde oluyor… Ancak orada her veli elbet kendi aralarında anlaşıp, çocuklarına istediği dini eğitimi aldırabilirler… Mademki eğitim sistemimiz laik ve tüm dinlere eşit uzaklıkta, gereği budur…

2-Çok büyük sorunlardan biriside alevi inancına sahip olanlara hiç sormadan, tek tip din eğitimi verilmektedir… Oysa onlar kendilerini bu inanç içinde görmemektedirler… O zaman onların inancına uygun eğitimde verilmelidir… Çünkü verilen din eğitimi onlara yabancıdır…

3-Peki verilen din eğitimi Türklere ve Hanefi mezhebine ait olanlara, yabancı değil midir? Bence verilen din eğitimi yukarıda saydıklarım guruplar kadar Türklere de yabancıdır, uzaktır… Din eğitimi alana yük gelir… Çünkü dil sorunu vardır… Çocuklar din eğitimi ile anında şoka girerler… Ezberleme ve şartlanmaya ait ne kadar kural varsa geçerlidir bu eğitimde… Din ile kişi arasında ana dilde bir bağ yoktur… Din en temelde inanç işidir… İbadet ve Dualar bu gün din yerine geçmiştir… Oysa asıl olan inançtır… İbadet ve dualara ana dilde ulaşamayan insanların dini algılama, anlama ve yaşama sorunu elbet inanç parçalanmasını beraberinde getirir…Bu gün halkın yaşadığı Dini, birçok Din bilgini Din olarak bile görmemektedir…

Ülkemizde bu gün bir dini anlama, algılama ve yaşama sorunu vardır… Temel neden ana dilde, din ile bağ kurulmamasından kaynaklanır… Ana dilde bağ kurulamayan din ile gönül bağı kurmak zaman içinde ya kaybolmakta ya da din sayılan her yöne gidebilmektedir… Sonuçta toplum olmanın temel paydalarında önemli etken olan din gerekli işlevini yapamaz hale gelmektedir… Bu konuda Arapça eğitimi alarak dinin ruhuna ulaştığını söyleyenlerin tartışmalarda sergiledikleri tutumların doğru tarafını anlamak için bile ana dili gibi Arapça öğrenmenin gerekliliği ortadır… Oysa bu gereksiz ve ulusal çözülme demektir…

Çok kısa ve kabaca Din eğitimi ilgili söyleyebileceklerimiz bunlardır… Verilip verilmemesi olayını bile tartışmadan önce yapılan işin resmi budur… Bütün bunların ışığında bana göre;

-Din eğitimi verilmelidir… Talep vardır ve bu eğitimin devletçe karşılanması zorunluluktur… Kimselerin eline bırakılamayacak kadar önemlidir…

-Seçmeli olmalıdır ve istemeyene verilmemelidir… Hissettirilmemelidir bile istemeyene…

-İsteyene istediği din eğitimi verilmelidir… Tek tip ve yanlı değil… Din neyi emrediyorsa o verilmelidir… Hiçbir bahane ve açıklaması tek tip eğitime bahane olmamalıdır…

-Mutlaka mutlaka Din ana dilde verilmelidir…

-Ateizmin de bir inanç sistemi olduğu kabul edilmelidir…

Hep bir anım gelir aklıma bu düşünceleri konuşurken; Dayım! Çok yakın akrabamız, ben Dayı diyorum… Dayım ilkokulu bitirdikten sonra kuran kursuna veriliyor… Köyün bütün gençlerini gibi yani… Dayım bu Dünyada gördüğüm en zeki insanlardan birisidir… Fakat ezberleme, şartlanma yeteneği yoktur… O böyle ortamlardan sıkılır, kaçmak ister… O yaptığı her şeyi anlamaya çalışır… Sorar, sorgular… Neyse işte bu Dayım bir gün okulda Hafız (adını hala bilmem) tarafından feci bir şekilde dövülüyor… Söğüt dalını bilir misiniz? İşte onunla hem de… Dayım kesiyor dalından, düzeltiyor, kabuğunu soyuyor ve Hafızın eline veriyor… Vücudunda kabarmadık tek nokta kalmıyor… İş bununla kalmıyor… Hafız Dayımın babasına gidiyor ve ‘’suçunu’’ anlatıyor… Suçu teneffüste bir kız öğrenciye ‘’göz etmek’’… Üstelik şikayet edende yok… Hafız pencereden gözetlerken görmüş… Babası, Dayımı kollarından bağlıyor tavana ve bir dövüyor ki o durumda, akıllara ziyan…

Dayım o olaydan sonra köyden kaçıyor… Hem de Edirne’ye… ‘’Daha uzak bir yer yoktu’’ der hep… ‘’Daha uzak yer olsa oraya giderdim… ‘’ Dayım Edirne’de evlendi… İstanbul’a geldi sonra… Fakat belki kırk sene sonra bir kere gitti köye… Yeğeninin Düğününe… Fakat o kırk senede hiç gelmedi, ne ölüye ne diriye…

Şimdilerde gidip geliyormuş galiba… Telefonda "toprak çekiyor" dedi… İşte Din adına yapılan eğitimin bir adı bu anımdır… Haaaaa o Hafızın yetiştirdiği herkes mi böyle? Değil elbet… Vali bile çıktı… Ancak dayağını yemeyen tek adam yok onu biliyorum…

 
Toplam blog
: 615
: 948
Kayıt tarihi
: 25.06.10
 
 

1959 Denizli doğumluyum.. İ.Ü. İktisat Mezunuyum.. Emekliyim ve hala çalışıyorum.. Yaşam bizden önce..