Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '16

 
Kategori
İnançlar
 

Dini tanımlamalar

Dini tanımlamalar
 

Dinler ve inançlar


ABD'deki Pew Araştırma Merkezi'nin 230 ülke ve bölgede yaptığı nüfus kaydı araştırmasına göre dünyada 10 kişiden 8'i bir dine inanıyor, nüfusun  % 32'si Hıristiyan,  %23'ü Müslüman, % 15'i Hindu,  % 7'si Budist, % 0,2'si Yahudidir. Bunlara ek olarak Afrika, Amerika, Asya ve Avustralya'da geleneksel dinlere inananlar % 6'dır.

Toplumu düzenleyen kurallardan, yaptırım gücü manevi olan dinin kökenleri; a)Kendi aralarında eşgüdülmüş, tutarlı ve uyumlu inançlardan oluşan birer toplumsal kurum durumunda olmaları, b)İnsanların toplum yaşamı içinde birbirleriyle ilişkilerini düzenlemeyi amaçlayan kuralları içermesi, c)Bilimin geriliği ölçüsünde insanlara doğal ve toplumsal olguları-doğaüstü nedenlere bağlayarak ta olsa açıklamaya yönelik olmasıdır. İdeolojilerde dinler gibi inanç sistemleridir. İster doğrudan siyasal nitelikli olsun, isterse dinler gibi siyasetle ancak dolaylı olarak ilgilensin, tüm inanç sistemlerinin siyasal çatışmaya doğrudan ya da dolaylı bir biçimde yansıması kaçınılmazdır.

Durkheim dinin kolektif, Durkheim Pratt-tavır, Schleirmacher-duygu, Menzies-İbadet, Müler–İnanç yönüne vurgu yapmışlar ancak din hakkında kuşatıcı bir tanım geliştirememişlerdir. G.M. Vernon ise dini, kültürün, bireyler tarafından paylaşılan inançlar ve pratiklerden oluşan bir bölümü diye tanımlarken, bütün dinleri içine alacak şekilde ve bütün din adamlarına meydan okurcasına Alman İlahiyatçı R.Otto, dini “Kutsalın tecrübesi” diye tanımlamıştır.

Dini işlevsel olarak tanımlayan ilk sosyolog Durkheim’dır. Durkheim’e göre din, toplumsal bütünleşmeyi saplayacak öğelerin başında gelir. Dinin toplumun işleyişini bozacak, varlığını sürdürmesini zorlaştıracak nitelikteki bireysel davranışları bastırmak ve kişiyi topluma uyumlu hale getirmek gibi bir işlevi vardır.

Marksizm, diğer ideolojiler gibi, dinlerin de sınıf çatışmalarının bir ürünü olduğunu savunur. Dini, bir bakıma, toplumsal sistemin işlemesini sağlayan bir öğe gibi değerlendirmesi açısından, Durkheim’le uyuşur.

Max Weber ise, dinin toplumdan çok insanın birey olarak bazı ruhsal gereksinmelerini karşıladığı inancındadır. Weber’e göre, insanın bütün davranışlarında akla yakın nedenler yoktur. İnsan, ölüm gibi bilimsel yaklaşımla çözümleyemediği olgulara akıl dışı yanıtlar getirmek eğilimi gösterir. İnsanlar, bilimsel veriler ve akıl yürütme ile açıklayamadığı olguların yanıtlarını dinden bekler.

Batıda yapılan ilk din sosyolojisi araştırmalarında din, sistematik bir metodoloji dahilinde değil, belirli bir gelişim çizgisine dayalı evrimci ve pozitivist açıklamalarla ele alınmıştır. Bu araştırmalar antropolojik niteliktedir. Din Sosyolojisinde Evrimci din kuramları olarak bilinen yaklaşımlar, A.comte’un Üç hal yasasına dayanmakta ve dinin kaynağını, Büyüde (J.frazer), Ruhta (A.Taylor), totemde (Durkheim) ve doğa güçlerinde (M.Müller) aramaktadır.

Auguste Comte sosyolojiyi “sosyal statik” ve “sosyal dinamik” olmak üzere ikiye ayırır. Onun sosyal dinamikte toplumların birbiri ardınca kat ettiği aşamaları ele aldığı düşüncesine “üç hal yasası” denir.

1. Aşama: “Teolojik dönem”:olaylar değişmez yasalarla değil insan iradesine benzeyen iradeler tarafından yönetilir. 2. Aşama: “Metafizik dönem” Tanrı fikrinin yerine tabiat kuvveti, niteliği belli olmayan güçler. 3. Aşama: “Pozitif dönem” İnsanlığın ulaştığı son aşama, Bilim ve pozitif düşünce hâkimdir. Gözlem ve deney yoksa bir şey yoktur. Comte’ye göre bilimsel bilgi teolojik ve metafizik unsurlardan arındırılmalı, aile, devlet ve din toplumun temel unsurlarıdır ama onun idealindeki toplumun dini de pozitif olmalıdır. Bu tanım ise yeni bir din önerisidir.

L. A. Feuerbach’e göre, ispat edilemeyen şeylerin varlığı kabul edilemez. Tanrının varlığı insanın algılayabileceği gibi değilse ispat edilemez. Din insanların kendi düşüncesinin ilahi veya metafizik plana aktarılmasıdır. Öte dünya insanların adalet özleminin soyut plana aktarılması ve şekil değiştirmesidir.

Karl Marx’a göre din halkın afyonudur. İnsanların güç yetiremediği olaylar karşısında kendini savunmak için sarıldığı bir araç olup, ideoloji ile din arasında güçlü bir bağ vardır. Din bir hükmetme aracı değil, insanın sarıldığı bir kurtulma aracıdır.

Sigmund Freud’a göre ise din insanın oynadığı bir kurtuluş oyunudur. Toplumsal sorunlardan önce bireyin kişilik sorunlarını çözme aracıdır.

İnsanın benimsediği inanç sistemi, mutlaka kendi sorunlarına, kendi koşullarına en uygun olmayabilir. Bu gibi durumlarda benimsenen inanç sistemi, doğru bir bilinçlenmeyi zorlaştırır. İnanç sistemleri bir yandan insanları birleştirirken, öte yandan da farklı inanç sistemlerini benimsemiş olanlarla arasındaki ayrımı artırır. Ama farklı inanç sistemlerini benimsemiş toplum kesimleri yan yana barış içinde yaşarlarken birden şiddetli bir çatışmaya tutuşmuşlarsa, bunun nedenini inanç sistemlerinde değil, toplumun maddesel, ekonomik koşulların yarattığı bunalımlarda aramak gerekir.

Dinlerin kökeninde bir araya gelme, dayanışma, yaşamın ölümden sonra da başka biçimler altında sürmesi, bugün çekilen sıkıntı ve acıların geçici olduğu ve gelecek yaşamda ödüllendirileceği umudu gibi doğal gereksinmelerin rolü yadsınamaz. Bilimin açıklayamadığı şeyleri, doğaüstü güç ya da güçlere dayanarak açıklamak da bu çerçevede sayılabilir.

Dinler, içlerinden çıktıkları ortam değiştikten sonra da etkilerini belirli ölçüde sürdürürler. Bu etkinin siyasal yaşama genellikle tutucu yönde yansıdığı söylenebilir, ancak bu konuda çok sayıda istisna da vardır. Çünkü dinlerin getirdiği kurallar ve inançlardan çok, din adına konuşulanların yorum ve davranışları önemlidir. İnsanların davranışları her zaman inançlarının uzantısı olmasa bile, inançlar ile davranışlar arasında sağlam bir rabıta bulunur. İnançlar, kanılar ve bilgiler insanların içinde bulundukları türlü durumları algılama ve tanımlama biçimini, bu durumların kendileri için ne anlama geldiğini, onlar karşısındaki tutum ve davranışlarına nasıl bir yön verdiğini gösterirler.

Zira insanların, neye inandığı, ne şekilde ibadet yaptığı, düşünceleri, bilgileri soyut teorik düzeydedir asl olan insanın yaptıkları, yani davranışlarıdır.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..