Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '11

 
Kategori
İnançlar
 

Dinle akıl arasında bir bağlantı var mı?

Dinle akıl arasında bir bağlantı var mı?
 

Her konunun, herkes tarafından bilinen ve bilinmesi gereken yüzeysel bir yönü, bir de konunun uzmanları, tarafından derinlemesine araştırılan ve incelenen yönü vardır. Din, herkesi çok yakından ilgilendiren ve herkesi kapsamı alanına alan bir konudur. Bu konuda herkesin az çok bir fikri bulunur.

Her insan iyi kötü aldığı bilgileri kendi kabiliyeti çerçevesinde analiz edebilme ve buna göre de bir yol tutturabilme becerisine sahiptir. Zaten bu aidiyet duygusu, bizi kendi düşündüklerimizin en doğru olduğu fikrine yönlendirir. Böylece yaptıklarımızdan haz ve huzur duyarız.

Ancak tartışmak ve farklı görüşler ortaya atmak, mevcut uygulamaları tenkit edebilmek ve başkalarına da akıl verebilmek için, akademik boyutta bilgiye sahip olmak şarttır.

Evet, Ramazan, dini konuları biraz daha ön plana çıkaran bir mevsimdir. Öyle olunca herkes bir şeyler söylemek, bu konuda bildiklerini ve düşündüklerini başkalarına da aktarmak ister. Bu elbette doğal bir davranıştır, bunda yadırganacak bir durum da yoktur.

Fakat başkalarına aktarmaktan mutluluk duyacağımız bilgilerin doğru ve sağlam olması gerekir. Özellikle din gibi hassas bir konuda aklımıza estiği gibi konuşamayız, konuşmamalıyız.

“İslâm inancına göre dinin kurucusu Allah’tır. Bütün ilâhî dinler Allah tarafından vahyedilmiş, safiyetlerini korudukları sürece de yürürlükte kalmışlardır. İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir ve kendisine bildirilen din de tevhid dinidir.

Allah’ın varlığı, birliği, zat ve sıfatları açısından onun mükemmelliğiyle nübüvvet ve âhiret inancı gibi temel itikadi prensipler bütün ilâhî dinlerde değişmez ilkeler olarak yer almıştır.

Bundan dolayı İslâmî inanışa göre, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslâm’dır.” (TDV İslâm Ansiklopedisi, DİN maddesi)

*****

Bir insanın dinen mükellef, yani dinin emirlerine muhatap olabilmesi için genel bağlamda tek bir şart vardır: Akıl bâliğ olması.

Yani bir insanın aklı normal çalışıyorsa ve erginlik çağına da erdiyse, reşid olduysa, o kişi artık dinen sorumlu bir birey olmuştur.

Görüldüğü gibi insanın dinle bağlantı kurmasının ilk ve tek şartı “akıllı olmak”tır. Bu gerçeği anlatmak için söylenmiş güzel bir deyiş vardır: “Aklı olmayanın dini de yoktur.”

Dinin insanlara tebliği peygamberler vasıtasıyla olmuştur. Peygamberler vahiy yoluyla Allah’tan aldığı bilgileri insanlara anlatırlar. Dini bu şekilde yaşayarak, peygamberlerin uygulamasından öğrenenler, çocuklarına ve kendilerinden sonra gelen nesillere, bu bilgileri naklederler.

Bu durum “Dinin aklî değil, naklî olduğu” şeklinde ifade edilir. Bunun anlamı şudur: Din akıl yoluyla bulunup icat edilmiş bir sistem değil, peygamberlerden bize kadar nakledilerek gelmiş ilâhi bir sistemdir.

Dinin aklî olması demek, bir insanın kendi kendine düşünüp, “beni yaratan üstün, yüce bir varlık olması lâzım. Benim gibi herkesi yarattığına göre, O’nun toplumu yönetecek bir sistem de kurması lazım. Ayrıca biz âciz varlıklar olarak bir yaratıcının kudretine de muhtacız. Öyleyse biz bir din oluşturalım ve Tanrımıza da ibadet edelim, kulluk yapalım” gibi bir sonuca varması demektir.

Ya da içinde Tanrı kavramı geçmeden, insanları zabtürabt altına almanın, onlara belli bir ideolojiyi empoze etmenin, onları bir düşünce etrafında birleştirmenin şekli de da bir tür akıl yoluyla yani aklî olarak din oluşturmaktır. Kendileri din adını kullanmasalar da, din karşıtlığı, dinsizlik ve sonu izmle biten bütün ideolojileri buna örnek olarak gösterebiliriz.

Bizim bildiğimiz ve inandığımız İslâm Dini (bütün ilâhî dinler temelde birdir ve adı İslâm’dır) elbette böyle insanî ve aklî bir kurama dayalı değil, yukarıda da belirttiğim gibi, ilâhî kaynağa sahip olan bir disiplindir.

İşte dinin “aklî olmaması” özelliği, bazıları tarafından dinin akılla bağdaşmadığı, akıl dışı veya akıl ötesi olduğu gibi yorumlanmaktadır ki, ne kadar yanlış olduğu sanırım bu açıklamalardan sonra ortaya çıkmıştır.

*****

Öncelikle dinin mutlaka aklî yetenekleri yerinde olan insanlara hitap etmesi özelliği, dinle akıl arasındaki olumlu bağın değişmez ön koşuludur.

İkinci olarak Kur’an’da düşünmemizi ve aklımızı kullanmamızı öğütleyen pek çok âyet vardır.

Üçüncü olarak bir hadislerinde peygamberimiz “Bir saat düşünmek altmış yıl nafile ibadetten daha hayırlıdır” buyurarak insanın aklını kullanmasının değerini ön plana çıkarmıştır.

İnsanı yaratan Tanrı, dini insana veren Tanrı, diğer canlılardan farklı olarak insanı akılla donatan da Tanrı olduğuna göre, akılla din arasında bir çelişki olması mümkün müdür?

Akıl ve din, asla birbiriyle çelişmeyen, birbirine paralel hareket eden ve birbirine destek veren iki farklı kavramdır. Felsefî olarak aklın tartışılması sırasında dinsel bazı olayların açıklanamıyor olmasını, hemen dinle aklın çatışması olarak algılamak yerine, aklın yetersizliği olarak düşünmek daha isabetli olacaktır.

Çünkü kâinattaki her sorunu çözmeye, her soruyu cevaplamaya muktedir mutlak bir akıl ölçüsü yoktur. Biz kendi arzu ve irademizle aklı meydana getirme veya arttırma gücüne de sahip değiliz. Zaten akıl dediğimiz yeteneği kullanmamızı sağlayan da yine Tanrı’nın yarattığı bir avuç et parçasıdır…

Beyin diye nitelendirdiğimiz bu organın da ancak yüzde onunu, hadi bilemediniz on beşini kullanabildiğimizi bilim adamları söylüyorlar. Üstelik de bu sınırlara ancak dâhiysek ulaşabilir mişiz. Bu durumda aklın izah etmekte güçlük çektiği olaylarla karşılaşması çok doğal değil mi?

*****

Akılla dini çatıştırmaktan sadistçe zevk alanlar, aklı sanki görebiliyorlar, elle tutabiliyorlar, seviyesini ayarlayabiliyorlar gibi, onu somutlaştırıp, ona bilimsel bir özellik de katarak, bu sefer de bilimi dinle çatıştırmaya çalışıyorlar.

Ben bilimin dinle çatışmaya hiç niyeti olduğunu sanmıyorum. Çünkü bilimin kâinatta çözmesi gereken o kadar çok sorun var ki, bunların çözümünde bilimin yararlandığı bir numaralı kaynak dindir, Tanrının yarattığı örneklerdir.

Kuşlar olmasa insanın aklı da, aklıyla ortaya koyduğu bilim de uçak yapmak için herhalde daha çok uğraşırdı. Balıklar olmasa denizaltıyı tahayyül etmek sanırım daha çok zaman alırdı.

*****

Sonuç olarak din, insanın yaratılışına uygun olarak, onun daha mükemmel hale gelmesini temin etmeye çalışan bir sistemdir. Bilim de insanın, kendi gayreti ve becerisi ile hayatı daha güzel, daha kolay ve daha başarılı hale getirmenin metodudur. Neden birbiriyle çatışsınlar ki…

Dini akla ve bilime aykırı bir olgu olarak sunmak, belki inanmak istemeyenlerin kendilerini teselli etmek için sarıldıkları bir kulp olsa gerek. Dinin akla uygunluğunu savunmak da, belki inançlarının boşa olmadığını başkalarına anlatmak için çırpınanların bir gayretidir.

Yoksa dinî nasların akla aykırı olması elbette mümkün değildir ama, dinin emrettiği ve nehyettiği her şey de akla uygun olup olmamakla ölçülemez.

Bazı dini uygulamaların insana maddi faydalar sağlıyor olması, dinle ilgili kişileri değil, bilim adamlarının yaptığı tespitlerdir. İnanan insan dininin emri olduğu için namaz kılar, oruç tutar. Çıkıp da bir doktorun oruç insan sağlığını güçlendiren bir özelliğe sahiptir, namaz vücudu zinde tutar demesi, bilimsel olarak ortaya konulmuş bir gerçektir.

Burada müslümanı bağlayan ve ilgilendiren herhangi bir husus yoktur. Çünkü inanan herkes şunu gayet iyi bilir ki, insan namaz kıldığı için, oruç tuttuğu için, hacca gittiği, zekât verdiği için Müslüman olmaz, Müslüman olduğu için bunları yapar.

Zayıflamak için oruç tutan diyet yapmış, hareket olsun diye namaz kılan da spor yapmış olur, ibadet etmiş olmaz. İbadetler, günlük hayatın akışı içinde, kişiyi iyi bir insan olarak davranmaya hazırlayan alıştırmalardır.

Namaz kılan bir kişi asıl ibadeti namazı kılarken değil, o namazdan öbür namaza kadar geçen süre içindeki sözleri ve hareketleriyle yapmış olur. Aynı şekilde ramazanda oruç tutan bir kişi de asıl orucu bayramdan sonraki onbir ay içinde ortaya koyduğu hal ve hareketleriyle tutmuş olur.

Din de, akıl da, bunun böyle olması gerektiğini ortaya koyar.

*****

Hepinize mutlu ve huzurlu ramazanlar, bereketli iftar sofraları temenni ederken, yüce mevlâdan aklımızı iyiye, güzele, doğruya ve hayra kullanmamız konusunda bize yardımcı olmasını niyaz ediyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..