Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '08

 
Kategori
Felsefe
 

Diş ağrısı ve hayat sancısı

Diş ağrısı ve hayat sancısı
 

Ağzımızda ışıl ışıl parıldayarak dizi dizi dizilip, güzelliğimizi bütünleyen, hem de hayatımızda büyük işlevi olan dişlerimiz… Dişlerimize sahip olurken ve onları hayatımıza katarken de sancılar çekeriz ama bunları çok da önemsemeyiz. Fakat artık bizim ağzımızda yer almak istememelerinde, isyan bayrağını çekip de “benimle ilgilen artık ne yapacaksan yap” edalarında, hayatımızı zindan edişlerindeki ağrılara ne demeli!

Önce yediğimiz şeye göre tepki vermeye başlar dişlerimiz. Sıcak- soğuk hassasiyeti ya da tatlıya verilen uyarı sinyali ile ilgi beklediğini bize hissettirir. Biz, aman geçer nasılsa deyip, kulak arkası ettiğimizde uyarılarını, bu sefer alttan alta çürük büyümeye başlar. Bir gün gelip, yiyip içmeye bağlı olmaksızın, gece ve gündüz kendiliğinden sürekli ağrımaya başlar. Bir iki gün bu ağrıya da dayanılır. Artık uykusuz gecelerin sonunda, dayanılmayacak duruma geldiğinde, dişçiye gidildiğinde anlarız ki, iş işten geçmiştir. Çürük, canlı dokuya kadar gelmiştir. Şanslı olanlar kanal tedavisi ile dişi kurtarır, mutlu mesut hayatlarına devam ederler, ağızlarında diş eksilmeden. Ama kurtaramayanlar, bu dayanılmaz sancılara son vermek için, artık o dişten vazgeçmek zorunda kalırlar.

Yıllarca ağızda taşınan, onunla bütünlenilen, o olmazsa hayatta bir şeylerin eksik kalacağının bilindiği, kocaman bir dişten vazgeçmek, hiç de sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Ama durmaksızın devam eden sancılarla da yaşanamayacağına göre, büyük acılar içinde diş çektirilir.

Artık dişin yerinde kocaman bir oyuk vardır ilk gün. Zaman zaman kanayan, zaman zaman dilin konuşurken kendince boşluğa düştüğü, zaman zaman durup dururken yokluk hissi ile dokunulan bir yaradır orası. Yemeye içmeye engel, konuşmaya engel ve hala ağrıyan bir yara…

Ertesi gün sabah kalkıldığında, rahat bir uyku uyumuş olmanın dinginliği ilk göze çarpan olur, günlerdir uykusuz kalan ve bir gün önce bir hayli yıpranmış olan bedende. İlk kontrol yapıldığında hayret edilir, o koca yara bir gece de kapanmıştır. Tam iyileşmemiş, hala acıyordur ama en azından delik kapanmış ve ağrı yoktur. Sadece, yıllardır sıkı sıkıya tutunan diş köklerinin, çekilip oradan koparılırken bıraktığı acı vardır, çürük ağrısından eser kalmamıştır…

Kendimizi bildik bileli bizimle olan dişin, yokluğunun bir eksikliği vardır ağızda ve benlikte, ama en azından hayat rahatlamıştır. O sağlıklı olarak yerinde durup, katkı sunduğunda, elbette ki hayat daha kaliteli ve sağlıklı idi. Ama çürümüş kökleri ile artık hayata katkı değil, acı katıyordu. Zamanında iyi bakılmamıştı ve artık yapılacak bir şey yoktu…

Hayat da böyle değil midir?

Yaşamımızdaki bütün güzelliklerin kendiliğinden, hiç çaba harcamadan, bir ömür boyunca bizimle olup, hayatımızı kolaylaştırıp, anlamlandıracağını sanırız. Oysa ne büyük yanılgıdır bu. Hayatımızda olmazsa olmazımız olanları bile, gün gelip kurutup ya da çürüttüğümüzde, onlardan vazgeçmekten başka çare kalmayacağını hiç hesaba katmayız… Hesapta olmayan bu gelişmeler de, çok sancılı ve ağrılı olur. Ama yapılacak bir şey kalmadıysa, durmaksızın süren ağrılardan kurtulmak, yaşam kalitesini mutlaka arttırır… Vazgeçilmek zorunda kalınan şeylerin, hayatın içinde ve benlikte bırakacağı bütün eksikliğine rağmen…

O zaman, hayatta vazgeçmek istemediğimiz şeylere, zamanında iyi bakmalıyız …

 
Toplam blog
: 75
: 1357
Kayıt tarihi
: 27.12.06
 
 

Her daim doğa ile yaşayan biriyim.. Çünkü işim doğa ile iç içe olduğu gibi evimizde de doğa ile bera..