Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '09

 
Kategori
Güncel
 

Dış politika, savaş ve cihat (2)

Dış politika, savaş ve cihat (2)
 

Hitler ve Mussolini


Savaş:

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa gönderen analar! Artık gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadırlar. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır: Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Çanakkale savaşında Türklere karşı İngilizlerle birlikte savaşmak üzere Yeni Zelanda’dan ve Avustralya’dan getirilip, Türkiye’deki savaşta ölen Anzaklar için, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Anzaklar’ın ailelerinin her yıl Çanakkale’deki şehitliği ziyaret etmelerine neden olan yukarıdaki sözleridir.

Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, yazdığı kitabında PKK’ya karşı verilen mücadeleleri anlatır. Kitabının önsözünde savaşla ilgili görüşlerinden de bahseder.

“Savaşın ahlakla ilgili kısmı onu yapan ve yaşayanlarla değil, sebep olanlarla alakalıdır. (...) hiç bir sonuç, annenin mezara kadar devam edecek olan yüreğindeki ateşe derman olamaz...”

Birisi işgale karşı savaş vermiş bir ulusun bağımsızlık savaşının komutanı, diğeri bir terör örgütüne karşı mücadelede komutan olan iki askerin savaşla ve askerlerle ilgili söyledikleri, savaşları başlatanların söylemlerinden farklıdır.

Birinci bölümde dış politika adı verilen uygulamaları, gerçekte ekonomik, kültürel, ideolojik savaşları ve sonuçlarını görmeye, göstermeye çalışmıştık. Bu bölümde dış politika sonucu ortaya çıkan sıcak savaşı anlamaya çalışalım.

Savaş, saldıran için de, savunan için de, çatışmanın ortak adı olarak kabul edilir. Ama savaşın bir saldıranı, bir de kendini savunanı vardır. Onun için savaşa karşı olmak savunmaya karşı olmayı gerektirmez. Bir ülkeye, silahı, tankı, uçağı ile gelen işgal gücüne karşı, işgal edilen ülke halklarının savaşması veya bombalı, silahlı teröristlere karşı yurtlarını ve insanlarını savunmaları haklarıdır ve yaptıkları doğrudur. Bunun aksi olarak, “ben savaştan, silahtan nefret ederim” diyerek, saldırganın kendisini yok etmesini beklemek, insan doğasına da, insan onuruna da aykırıdır.

Teslimiyet, saldırıyı ve saldırganın hedefine ulaşmasını engellemez; işini kolaylaştırır.

Saldırı savaşı iğrençtir! Savaşın gerçek kurbanları sebep olanlar değildir: Bir kısmı, iyi bir şey yaptıklarına, çoğunlukla kahraman olacaklarına inandırılarak silahlandırılmış, saldıran taraf olarak, ölmek veya öldürmek için gönderilmiş, görevlendirilmiş genç insanlardır. Diğerleri, gönderildikleri, görevlendirildikleri yerlerde öldürdükleri asker, sivil diğer insanlardır.

Teröristleri veya işgal kuvvetlerini destekleyenler ve gönderenler, başka ülke topraklarına saldırı ve işgal emrini verenler kurban değildirler. Yaptıklarının bedelini canlarıyla ödemiş olsalar bile bedelini ödedikleri, başkalarının değil, kendilerinin hatalarıdır.

Savunma savaşı kaçınılmazdır! Saldıranların gerçekte başka bir yerlerdeki az sayıdaki birilerinin çıkarlarını korumak için, kandırılmış, ölüme sürülmüş çok sayıdaki zavallı gençler olduğunu bilse de, saldırıya uğrayanın kendini savunmaktan başka şansı yoktur! Hayatta kalabilme, kendini, yavrusunu, yuvasını, yaşam bölgesini koruma içgüdüsü, canlının doğasıdır.

Kur’an’dan belki de en çok alıntı yapılan, hem Kur’an’a karşı olanlar, hem de din adına terör estirenler tarafından, Müslüman olmayanı veya kendince davranışını uygun bulmadığı kişiyi öldürme hakkı varmış gibi yorumlananlar, aşağıdaki ayetlerdir.

“Onlarla eşitlenesiniz diye kendilerinin küfre saptığı gibi küfre sapmanızı istediler. O halde, Allah yolunda göç edecekleri vakte kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Bir daha onlardan ne dost edinin ne de yardımcı.

Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınanlarla, kendi toplumlarıyla yahut sizinle savaşma konusunda yürekleri yetersiz kalıp da size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları elbette sizin üstünüze salardı, onlar da sizinle mutlaka savaşırlardı. O halde, sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış eli uzatırlarsa, artık Allah size, üzerlerine gitmek için bir yol vermemiştir.

Diğer bazılarını da bulacaksınız ki, hem sizden emin olmak hem de kendi toplumlarında emin olmak isterler. Ama fitneyle yüz yüze getirildiklerinde baş aşağı içine dalarlar. Bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barışa gitmezler ve ellerini sizden çekmezlerse onları yakalayın, tuttuğunuz yerde öldürün. İşte böylelerinin üstüne gitmeniz için size açık bir izin ve kuvvet verilmiştir.”(Nisa, 98/4, 89-91)

Kur’an’da Peygamber’in yaşadığı dönemde meydana gelmiş, hatta bazıları sadece örnek olsun diye yaşanmış gibi gözüken, her toplumda ve her devirde görülebilen olaylar vardır. Peygamber zamanında o konularda yapılan uygulamalar ve ilgili Kur’an ayetleri tüm zamanlar ve toplumlar için geçerlidir. Yukarıdaki ayetleri de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

O dönemde, Müslümanlarla birlikte göç etmeyen, ağızlarıyla Müslüman olduklarını söyleyen, ancak gerçek anlamda inançlı olmayan kişiler yani, münafıklar (ikiyüzlüler, bölücü olanlar) vardı. Bunlar üç gruptular:

1.) Müslümanlara karşı savaş açmış kabilelerle birlikte olanlar. Bunlardan bazıları düşman kabile içinde yaşamalarına karşın Müslümanlara karşı yapılan saldırılara katılmıyorlardı. Ama bu grupta, birlikte oldukları kabile Müslümanlara karşı savaşınca, onlarla birlikte Müslümanlara karşı silahlı çatışmaya girenler de vardı.

2.) Müslümanlarla saldırmazlık anlaşması olan kabilelere sığınmış olanlar.

3.) Ne kendi kabilesine, ne de başka kabileye bağlı olmayıp, bağımsız kalmak isteyenler.

Kur’an’a göre, “size selam verene/barış teklifi sunana ‘Sen mümin değilsin!’ demeyin.” (Nisa, 98/4, 94)

1. gruptakilerden, Müslümanlara saldıran düşman kabile ile birlikte savaşa katılan, ama çatışmalar sırasında bir Müslümanı öldürmek için hamle yapmayanı, saldırmayanı bile “Sen mümin değilsin” diyerek öldürme hakkı yoktur. Ancak onlar Müslümanlığı gerçek anlamda kabul edip Müslümanlarla birlikte yaşamak için onların yanına göç edinceye kadar da onlara güvenilmeyecek ve dostlukları kabul edilmeyecektir. Birlikte oldukları kabileler ile birlikte Müslümanlara karşı savaş açmış, onları öldürmeye çalışanlar ise, artık Müslüman olarak değil, Müslümanlara “yüz çevirmiş” olanlar, düşman olarak kabul edilip kendilerine karşı savaşılacak ve ölmemek için, öldürülecek olanlardır.

2. ve 3. grupta yer alanlara, yani saldırmayan veya tarafsız kalana saldırma, öldürme hakkı yoktur.

Bu ayetleri günümüze uygularsak, her hangi bir Müslüman ülkeye saldırıya geçen düşman devletin ordusundaki askerlerin hangi dinden olduklarının, isimlerinin George veya Hasan olup olmadığının önem taşımayacağıdır. Düşmanı da durdurmak veya öldürmek hakkı vardır. Ancak, düşman ülkenin vatandaşı olsa da, elinde silahla saldırmayanı, öldürmeye çalışmayanı, sen şu ülke vatandaşısın, ya da bu ırktansın vs. diye öldürme hakkı yoktur.

“Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş, üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz.“(Bakara, 92/2, 216-217)

“Eğer Allah’ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, yeryüzü bozguna uğrardı.“(Bakara, 92/2, 251)

“Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah. Adaleti ayakta tutanları sever.“(Mümtehine, 111/60, 8-9)

“İyilik etmenize, takvaya sarılmanıza, insanlar arasında barışı kurmanıza engel yapmak üzere Allah’ı yeminlerinize siper haline getirmeyin.“(Bakara, 92/2, 224)

“Mescid-I Haram’da, onlar sizinle çarpışmaya girinceye kadar siz de onlarla çarpışmaya girmeyin.”(Bakara, 92/2, 190-192)

“Eğer bir topluluktan hıyanet kuşkusu duyarsan, antlaşmaya bağlı kalmayacağını aynı şekilde sen de onlara bildir. Allah, hainlik edenleri sevmez (...) Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın.( ...) Eğer barışa eğilim gösterirlerse sen de buna yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.” (Enfal, 93/8, 58, 60, 61)

Peygamber de savaşlar yapmıştır. Çünkü Peygamberi öldürmek istemişler, inananlara eziyet etmişler, sonunda Peygamberi ve inananları bir başka şehre göç etmek zorunda bırakmışlardır.

“Yeminlerini bozan, resulü yurdundan çıkarmaya gayret eden topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Üstelik size saldırıyı ilkin onlar başlattı.”(Tevbe, 113/9, 13-14)

“Küfre sapanlar, seni tutup bağlamaları yahut öldürmeleri ya da yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.”(Enfal, 93/8, 30, 34)

Zarara uğrayan her kişinin, kendisine zarar verene, aynı şekilde ve ölçüde olmak üzere, karşılık verme veya affetme hakkı vardır. Ancak ülkesine veya toplumuna saldıranlara, saldırının ölçüsünde ve aynı şekilde karşılık verme zorunluluğu vardır. İstenen insanların toptan barış içine girmesidir. Ancak bu kolay değildir. Çünkü herkes aynı inançta değildir. Savaşa hazırlıklı olmak gerekir. Ancak bu savaş ve bozgun çıkarmak için fırsat kollamak değil, savunma silahlarına sahip olmak ve savunmaya hazırlıklı olmak demektir.

“Ey iman sahipleri! Sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet tutarak savaşa hazırlıklı bulunun ve Allah’tan sakının ki, kurtuluşa erebilesiniz.” (Ali İmran, 94/3, 200)

Allah sürekli müdahale etmez, bir toplum artık gerçekten dersi hak edinceye bekler, ama yeri geldiğinde inananlara yardım eder.[1]

“Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir. Onlar sırf, ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavi’dir, Aziz’dir.”(Hac, 88/22, 39-41)

Tüm insanların toptan barışa girmesini isteyen, bunun için peygamberleri ve kitapları aracılığı ile yol, yöntem gösteren Allah, savunma savaşlarının yapılması gerektiğini bildirirken birilerinden daha az barışsever değildir: İnsan hırsının sınırları yoktur. Tarihte, tüm dünyayı kendi egemenliğine almaya çalışanların hikâyeleri vardır. Hatta günümüzde bile bunu başarmış olarak tarihe geçmeyi kendine hedef seçmiş olan biri/leri de vardır. Bir kaç kişinin olmayacak hayaline kavuşması için ortalığı karıştırması sonucu, birçok kişinin zarar görmesi veya sessiz kalarak zulme ortak olması hem insan onuruna aykırı, hem de sonraki nesillere haksızlıktır.

Kur’an’da önerilen, günümüzün düzeni olan globalizm değil, dünya çapında bir barışa gidilmesi, insanlığın toptan barış içine girmesi, hem barıştan yana olanların sayısının çokluğu sebebiyle başarısız olma olasılığını yükselterek, savaş heveslileri için caydırıcı olması, hem de gerektiğinde barışçı olanların karşı koyması ile saldırganlığın kolaylıkla engellenebileceği bir seviyeye indirilmesidir.

[1] Hıristiyan Bizanslıların Mecusi İranlıları birkaç sene sonra yeneceği, önceden haber verilmiştir. Gerçekten 624 yılında Bizanslılar, Dünyanın deniz seviyesinden en alçak yeri olan, Ölüdeniz (İsrail, Ürdün arasında, deniz seviyesinden 400m. aşağıdadır.) civarında İranlıları yenmişlerdir. Bu olay Müslümanlar için Allah’ in inananları desteklediğinin kanıtı olmuş, yeni Müslümanların katılmasını sağlamıştır:

“Yenilgiye uğratıldı Rum, Yeryüzünün en yakın/en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından galip duruma geçecekler, Bir kaç yıl içinde. İş/oluş/hüküm, önünde de sonunda da Allah’ındır. Onların galibiyet gününde müminler ferahlayacaklar, Allah’ın yardımıyla. Dilediğine yardım eder O! Aziz’dir, Rahim’dir O. Allah’ın vaadi bu! Allah kendi vaadine ters düşmez. Ne var ki, İnsanların çokları bilmiyorlar.”(Rum, 84/30, 2-6)

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..