Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '14

 
Kategori
Öykü
 

Dışarıda her şey aynı...

Dışarıda her şey aynı...
 

Saatin var gücüyle ilerleyişi, zamanın ısrarla gidişi, yeni bir günü bitirip, bana yeni bir günü sunuşu nefes almama en büyük engeldi aslında. Uzun zamandır,durağandan da öte bir hayat yaşıyordum. Evin genç oğullarından biri olarak içten içe hayata karşı öfkeli ama dıştan beni görenlere karşı naif ve sakin biriydim. Kendimi olabildiğince dünya'nın o korkunç hallerine maruz kalmaktan soyutlamıştım, uzun zamandır dışarıya çıkmıyor ve kendimi bu çatının altında daha huzurlu ve daha güvende hissediyordum. Bir sabah, kalın ve ses geçirmez camlı penceremi açtığımda, duyduğum sesler ürkütmüştü  beni; bir kadın ve bir erkeğin vahşice tartışmaları, karşı evdeki bir zamanlar hasta ve yaşlı kadın için gelmiş olduğu her halinden  belli olan ve acımasızca sirenini çalan o ambulans, çocukların her zamanki bitmek bilmeyen kavgası, her sabah bıkıp usanmadan hemen hemen aynı saatte balkonunu silen ve sonrasında kahvesini yine kendi başına içen genç ve yalnız dul kadın! Dışarıda herşey aynı, herşey olabildiğince sesli ve korkunç.
Yirmibeş yaşındayım ve iki senedir net üzeriden dışarıya çok fazla çıkmama gerek kalmadan işimi yapıyorum, bazı firmaların sitelerini tasarlıyorum. Bu iş,  benim için yeterli parayı sunuyor bana, lakin dışarıda yaşayan insanlar için fazlaca yetersiz bir rakam. Ben en aza indirgiyorum hayatı, ve olabildiğince az isteklerde bulunuyorum Tanrıdan. İnançlı bir insanım, ve bu dünyanın gelip geçici tarafının fazlaca farkındayım, okuduğum önemli kitaplar ve bazı filozoflarla benzer düşünce sisteminin içerisinde bulunuyor olmak beni mutlu ediyordu. Bu yüzdendir ki acıdan kaçınıyor ve kimseyide acıtmadan kendimce yaşıyorum...

Uyandığımda annemin yine alt katta bayan arkadaşlarıyla toplanmış olduklarına şahit oldum .Hiç bitmeyen bu tuhaf döngünün içerisinde bir araya gelip yanlarında olmayan bir diğer komşularını çekiştirmelerini mantığım almıyordu bir türlü. Çoğu komşum için sakin ve zararsız hatta olabildiğincede hoş bir çocuktum, bu yüzden bana takılmaktan ve laf atmaktan bir çoğu hoşlanırdı. Anlayamadığım birşeyler vardı yinede, insanlar hayatın o hezeyan yüklü hallerini omuzlamaktan gerçekten hoşlanıyor olmalılardı ki, kendi ruhlarının verdiği sıkıntı ve ağırlık yetmiyormuş gibi birde bunu evlenip çoğalarak bine katlıyorlardı. İnsanın kendine karşı sorumlulukları günden güne büyürken böylesine, nasıl olurda başka başka sorumlulukları edinebilir kendisine.
Bugün hava oldukça gri, ve tam istediğim havamdayım şimdi, bir müzik şirketi için tasarladığım siteyi yapmış, bankamatikten paramı almak için yola koyulmuştum yine. Şehir merkezine iniyorum, insanların keyifle tıklım tıklım doldurdukları alışveriş merkezine sadece kapıdan bakıyorum, çünkü içeriye girersem eminim boğulup ölebilirim. Teneffüs etmek istediğim tek şey tertemiz hava, içi insan nefesiyle dolu bu avm değil. Önümden boylu boyunca dünya hallerine kolay uyum sağlamış oldukları her hallerinden belli olan bir takım çiftler geçiyor şimdi. Hepside görünürde hallerinden çok mutlulular gibi. Oysaki binbir çeşit maskeyle dolanıyorlar ortalıkta şimdi. Kendimi insanların arasında kaybolmuş hissediyordum o dakikalarda, kalabalık cadde üzerinde sadece yürür iken, bana çarpıp geçenler mi dersiniz, gülümseyen kızlarmı dersiniz, kas  güçlerini göstermek istercesine omzuma çarpıp gidenlermi dersiniz, her türden insan manzarasını görmek mümkündür bu caddede. Toplum göze renk gibi görünen, sizi siz olmaktan çıkartan tek şeydir oysaki.

Aklıma  Schopenhauer'ın bir sözü geliyor o dakikalarda; " Toplum ateştir." diyor
Ve bir diğer filozof  Niezsche şöyle diyor! " Toplum hastalıktır."
Ve bir diğeri,  Satre şöyle diyor; " Toplum yaradır."
Ve loke devam ediyor sözlerine; " Toplum sıradanlıktır."
Platon ise nokta atışını yapıyor sarsıcı sözleriyle; " Toplumdan uzaklaştıkça kendine yakınlaşırsın."
Benim tam olarak yaptığım şeyde buydu, kendimi onlardan sıyırmak...
Tenha bir köşede unutulmuş bir kafem var, her çıkışımda mutlaka uğrarım buraya, sahibi yaşlı bir adam. Uzun uzun sohbetler ederiz onunla, kendim olarak konuştuğum ve karşımda samimi bulduğum tek insanda odur nitekim. Kafenin kapısı önünde bir süre onun etrafta dolanan halini izliyorum, kafe yine boş gibi görünüyor, görünürde sadece üç kişi var ve herbiri yalnız başına ayrı masalarda oturuyor şimdi.İşte benim yalnızlar rıhtımım diyorum içimden. Uzun uzun o üç kişiye odaklanıyorum, biri orta yaşlı önündeki dergileri kurcalamakta ve kahvesini yudumlamakta. Diğeri ise benim gibi genç biri, elindeki telefonuyla oynamakta, önünde içtiği hiç birşeyde yok üstelik, buda zamanının bol olduğunu ve oyalanmak için bu kafeye girdiğini gösteriyor. Ve son olarak buraya sıkca gelen laptop'lu gizemli kadını görüyorum.  Her zamanki gibi  kahvesini ardı ardına yudumlamakta,sigarasını ardı ardına yakmakta, ilham adına olacak'ki masaya bıraktığı küçük kuklasıyla yine yazmaya koyuluyor. O bir yazar demişti bir zamanlar bay Herman, ve içeri giriyorum. Her zamanki sokağa bakan yerime oturuyorum. Bay Herman beni gördüğüne seviniyor ve nerelerdesin sen Claude diyor. Ona yardıma ihtiyacının olup olmadığını soruyorum, hayır evlat otur sen, ben hemen geliyorum diyor.
Bu kafe çoğuna kasvetli gelebilir, ortamda az bir ışık var, duvarlar ahşap kaplamalı,görünürde bir çok portre var, bay Herman'ın da etkilendiği bir çok filozofun ve yazarların resimleri asılıdır duvarlarda.
Charles Fourier,Georges Perec,Nietzsche,Dostoyevski,Hegel,Samuel Beckett ve bir çoğunu görmek mümkündür. Hayatı boyunca sadece bir kez sevmiş ve evlendiği günün ertesi günü hayat arkadaşını kaybetmiş bir insandı bay Herman, hiç ayrıntılı bir şekilde sorular sormamıştım ona bu konuda. Acısının derinliğini anlıyordum, uzaktan bakanların onda gördükleri tek şey aksi ve kibirli bir adam olmasıydı. Oysaki kalbini bana açmış bu insanın öyle olmadığına çoğu kez şahitlik etmiştim. Koca bir kayıp yaşamıştı, zor dönemler atlatmış ve tüm birkimini bu işletmeye yatırmıştı. Tenha ve köhne bir yer olduğundan çok fazla dolmuyordu bu kafe, ancak haftasonları anlaşma yaptığı bir çok tur firmalarının müşteri getirmesiyle doluyordu. Kazancını bu şekilde sağlıyor ve geçimini böyle ediniyordu ve buda ona yetiyordu. Bunu yapıyor olması ve ayakta durması takdir edilesi bir şeydi gözümde. Bir kaç dakika sonra yazar kadının kahvesini yeniliyor ve masama geliyor. ''Bugün neler yaptın evlat diyor'' ona hiç birşey diyorum, herzaman ki gibi site tasarladım, ve bundan para kazandım diyorum. Buda demek oluyor ki, tek bir insana dahi zararın olmadı bugün ! Evet diyorum, bu güzel bir şey evlat bu güzel bir şey diyor ve sigarasını yakıyor. Şu gelip geçen insanlara bir bak ,oldukça kalabalık görünüyorlar öyle değilmi diyor, evet diyorum ona, bu gözünü korkutmasın, yalnızlığından utanma sakın, bu senin suçun değil, bu toplumun iyi insanları içinde barındırmak istememesinden ve dışlamasından kaynaklanıyor. Hepsi emperlalizmin ağına takılmış oysaki, bu gördüğün çoğunluk, kendini tanımamış, tanıyamamış zavallı  kimselerden oluşuyor. Bugün bir kez olsun dahi, yaşamı oturup sorgulasalardı eminim hepsi intihara kalkışırdı, çünkü buna odaklanamayacak kadar körler. Çoğu ruhen bu yüzden zayıf, bir başkasının dünyasına girme nedenleride, bu zayıflıklarının altında ezilmek istememelerinden kaynaklanıyor. Etraf okumadan anladığını sananlarla dolu, bakmadan gördüğünü iddia edenlerle, böylesine koşuşturmacalı bir dünyada kabuğuna çekilmiş olmanı çok iyi anlıyorum evlat. Sen onların gözünde ezilmesi ve öldürülmesi gereken bir böcek olabilirsin, kendini korumak istemen, ve niteliğini ayakta tutma adına onlara bulaşmama isteğini çok iyi anlıyorum, yıllardır bende böyle yaşadım.
Gördüğün gibi, hayat bu şekildede gelip  geçiyor, saatler durmaksızın yine ilerliyor, güneş yine doğuyor,gece yine oluyor. Aldığım nefesin tek sorumlusu yine kendim olabiliyorum. İnanıyorum, dualar ediyorum, Tanrının merhametine sığınıyor ve onun sonsuzluğunda yaşamak istediğim bahçesinde kendime yer edinme adına günahlardan daha fazla kaçınıyorum.  Bulaşmıyorum, dertlenmiyorum ve hatta anlatabilecek hiç bir hikayede edinmemiş oluyorum kendime böylelikle. Kafam dert bakımından olabildiğince boş. Buda beni mutlu kılan tek şey. Bu konuşmaları ruhuma ses oluyordu adeta, bay Herman kaybettiğim babam, gerçekte hiç olmayan dostum oluyordu böylelikle. Ruhuma enjekte ettiği gerçekci ve naif düşünceleri bana ayakta kalabilmem için daha fazla güç veriyordu. İnsanların sahtekarlıkları, aşklardaki yapaylıklar, kişiliklerin yozlaşmış halleriyle dolu dünya. Böyle bir dünyanın varlığı acıyı eksede kalbime, tüm bunların dışında bir yerlerde yaşadığımı bilmek beni mutlu eden tek şey oluyordu...

Yazan-Edibe Toğaç

http://sayfamdakalancumleler.blogspot.com.tr/

 

 
Toplam blog
: 153
: 534
Kayıt tarihi
: 14.02.12
 
 

28.05.1988 Adana doğumluyum ve Adana'da yaşamaktayım! Yazar&Şair '' Başka türlü seviyorum ben seni'..