Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '10

 
Kategori
Güncel
 

Diyarbakır bildirisi ya da çekin şu yılanı üstümüzden

Diyarbakır bildirisi ya da çekin şu yılanı üstümüzden
 

DİYARBAKIR (sanal ortamdan alınmıştır)


Çok önemli günler yaşıyoruz bence. Ülkemizde ve çevremizde olan bitenlerin pek çoğu hayra alâmet değil. Olayları irdelemekten yorulmadık bence. Bu süreçte kimi yazarlarımızın vurguladığı gibi sık sık ''tarihe başvurmak'' zorunda kalıyoruz. Bu durum artık yaşlanmakta olduğumuzu gösterse de geçmişimizden bilgi, görgü de alarak ileriye doğru atılmak azmimizi de gösteriyor bence.

Diyarbakır'da toplanan yüze yakın STK mübarek Cuma günü ''Pkk koşulsuz olarak silahı bırakmalı. Yeter artık 60.000. can gitti.Terörle bir yere varılamaz'' derken bir de bakıyorsunuz taslak bildiri pazartesi günü değişmiş! Neden değişti? İki günlük bir toplantının bildirisi neden Pazartesi günü iyice pişirilerek ancak Salı günü açıklanır, anlayabilmiş değilim. Birgün bunun da vuzuha kavuşacağını sanıyorum. Diyelim ki tartışma çıktı, bir kaç cümleye itiraz edildi; şu da yazılsın bu da yazılsın; yok Ahmet'in ifadesi ile değil benim ifademdeki gibi yazılsın; çünkü benim aşiretimin sayısı daha çok, denildi.

Bütün bunlar olabilir. Haklıdırlar. Bu gibi durumlarda kişilikler yanında her bir STK'nun ağırlığı kadar; kabul etsek de etmesek de Diyarbakır'da aşiret reislerinin de ağaların de etkinliği vardır. İşte bu çerçevede gelişen konuşmalar doğrultusunda Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu'nun dedikleri gelişmeleri bir bütün olarak açıklıyor:

"Elimizde 3-4 taslak metin vardı. Biz herkesimin hassasiyetlerini dikkate alarak ortaklaşacağımız bir metin hazırladık. İrademiz dışında müdahale olması söz konusu değil. Müdahale olsa bile bunu kabul etmeyiz. Memur-Sen genel merkezinden izin alamadığı için açıklamanın altındaki imzasını çekmiştir. Metni baskı ve tehdit ile değiştirdiğimiz yönündeki açıklamalar doğru değil.''

Olayın ilginç bir yönü de MÜSİAD Diyarbakır İl Başkanı Vahdettin Bahadır'ın açıklamaları ile ortaya çıkmış bulunuyor: "Diyarbakır'da değildim, metni görmedim. Metindeki cümlelere katılmıyorum. Metindeki dil şiddete yarar, bu dil şiddeti sürdürmek isteyenlere yarar. Bu dil Ergenekon çetelerine yarar. Bu dil ırkçı ve şovenist duygular içerisinde olan insanlara yarar."

Anlaşılan şu ki Ankara 'da olduğu gibi Diyarbakır' da da kafalar karışık. Uluslararası olduğu, taşeron olduğu ısrarla vurgulanan meş'um Terör Örgütü ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de bu ülkenin önündeki en büyük engel. Kuzey Irak'ta bazı destekler doğrultusunda olsa gerek kendisine çok geniş bir alan açmış bulunuyor. Bence 5000 (beşbin) kişilik bir terörist oluşunmu değil çok daha büyük bir konuşlanmayı ve örgütlenmeyi içeren bir güç var Kuzey Irak'ta. Yapılan bütün şirinliklere ve dostça uyarılara rağmen bu konuda Mesut Bazrani'nin de topu Bağdat'a attığı biliniyor. Bence Barzani ön adını değiştirsin ''heman!''. Çünkü gelişmelere bakıldığında, az da olsa tarihe bakıldığında, kendisi gibi arayerde kalan nice kişilerin başına olmadık işler gelmiştir. Bu konuda Ortadoğu pek çok örnekle doludur, ikibin yıldan buyana. Bu nedenle adının taşımakta olduğu anlamlar kadar: Mutlu, mes'ut, müreffeh ve güleryüzlü olamayacağı çok açık.

İşte bütün bunlara rağmen nasıl olur da toplantının özünü oluşturan ve 1980'lerden beri bu ülkede sinsi sinsi adam öldürmeyi, bombalar, mayınlar patlatmayı kendisine tek çıkar yol olarak seçmiş olan bir Terör Şebekesi'ne yalvarır gibi: ''Ne olur etme tutma. Silahlar elinde kalsın. Gencecik oğlanlarımız, kızlarımız da dağlarda bellerde kalsın. İstediğin gibi kullan. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir. Anaları da babaları ağlasın irezillerin. Zaten sözlerini de dinlememişler; ağanın mı, kahyanın mı, elçinin mi bilinmez üç beş azarından dolayı örgüte gidip katılmışlar. Marabalık zordur, bilisiniz. Biz de burada dağlara doğru dönüp ağıtlar yakmaya başladık. Gözlerimiz yollarda kaldı. Nerede bir asker görsek ürperir olduk. Güzelim Diyarbakır'ın içindeki nice olaylar gibi kırsaldaki çatışmalar da bizim huzurumuzu kaçırıyor. Yolda yolakta gezmeye korkar olduk'' diyemezsiniz hem nala hem mıha vurarak. Oysa şu olabilir; bir gün bir ev basıldığında:

''... Biliyoruz ki kimileri gündüz külahlı gece silahlı, dolaşıyor aramızda. Kimsenin kimseye itimadı kalmadı. Ne oldu bize? Hani etle tırnaktık? Türkle Arnavutla Boşnakla Arapla Lazla akrabayız biz. Ayrılık gayrılık çıkarsa, yandık gitti. Bunu yapmayın. Bakın Amerika'da İngiltere'de var mı ayrı gayrı. Varmış; bitmiş. Demokrasi gelmiş de bitmiş diyorlar. Nerede kaldı şu demokrasi? Hangi reis hangi aga izin vermiyor, bir bilsek. Her halde sizin gibi silahlı mülahlı değildir. İki de bir köy basmaz; bomba patlatmaz, değil mi? Şu silahı da çek gözümün önünden. Silahınız, külahınız batsın, emi! Ellerin gıpta ettiği, görmeye doyamadığı Diyarbakırımızı depelenti yeri yaptırdınız. Öz Diyarbakırlı bunu yapmaz. sende de onda da bir karışıklık olmalı. Çek şu silahı! Taşeronsun sen! Arkada kim var, bi dönsen de görsek. ''

''...İnanın çocuklar nerede bir çatışma, müsademe duysak hop oturup hop kalkar olduk. Çünkü elinizde bir silah varsa; hiçbir ayrım yapmaz bence. Bir anda, küçücük bir sebeple patlayıveririr. Kim bilir kaç can almıştır, şu elinde tuttuğun yılan. Ne o uykun mu geldi? Dinle, dinle ki uyanasın, anlayasın bizi de. Bakın çocuklar size doğru gittiğini sandığımız uçakların sesi de korkutuyor bizi. Yolcu uçaklarından bile korkar olduk, ne olur ne olmaz diye.''

''... Önceden Pirinçlik' te Amerikan uçakları vardı. Vun vun uçar durulardı. Bütün Ortadoğu'yu dinemişler elli yol kadar. Radarları vardı Karac'dağ'ın eteklerinde. Ne ki o yıllarda ne ölüm vardı ne de eşkiyalık. Haşa sana eşkiya demek değil muradım. Rahattık, demek istedim. Pirinç tarlalarına korkmadan giderdi herkes. Yaylaya çıkılırdı. Dicle'deki karpuzlarımız daha da büyük olurdu o yıllarda. Canın çekti değil mi? Anayın evinde olsan yerdin. Bize gelsen üçünü birden getirtirim Erimli'den. Bilmezsin Erimli neresidir. Senin işin gücün karakolları gözetleyip, nişan alıp kurşunlamak ya da yollara mayın döşemek, bu anlaşıldı.Şu silahı yine yere doğru tut şöyle adam gibi. Gururuna mı dokundu, sözlerim? Ben gördüğümü, bildiğimi anlatıyorum size. Bakın boylu boslu iki civansınız. Dünya nasıl dönüyor anlamazsınız dağda. Medeniyet de insanlık da şehirlerde olur. İşte bu yüzden kadim Amid'imizi Diyarbakır'ımızı dağdan gelenlere hiç de bırakmayız, bunu bilin. Duvara dayasan ne olur şu silahı? Toprağa gömsen sermayen mi eksilir, söylesene!? Bak şunu söyeleyim: Sizden korkmuyorum. Canımdan başka direnecik başka gücüm yok, bunu da bilin.''

''... Bu tür saçmalıklarınıza karnım tok. Bu sözleri ezberlemişsin sen. Sen bunları bir maraba olarak nereden düşüneceksin? Sana düşündürmüşler; inatlaştırmışlar seni! ... Öyle seni de! Vurma koltuğumun altına iki de bir. samimi konuşacak olsanız; sözlerinize inanabilesem; daha da alttan alırım. Anlıyorum ki ınadınız inat! Ele geçirmek istediğiniz ve eskiden Amid denilen Diyabakır'da hiç bir kitabede Kürt kelimesi de geçmez, bunu özellikle söyleyeyim... Okudum bunları tek tek. Fanatikliği de bırakın. ''

''... Susadım; bir su içeyim. Sen de iç. İyi gelir. Can sıkıntın geçer. Adın neydi? Söylemezsin, biliyorum. desen de kimbilir kimin sana taktığı bir adı söylersin ancak. Anan baban ne diye çağırırdı seni, ben de size öyle seslenmek istiyorum. Düşman değiliz. Silahlarınızı bana doğrultsanız da düşman değiliz. Ne ben size ne de siz bana birşey yaptınız bu belli. Gelin bırakın şu silahları, birer tas çorba içelim. Sonra meftune ile bulgur aşı yapsın siz hatun. Üstüne de otlu pendirli karpuz yeriz. Gelin vazgeçin beni dağa götürmekten. Ne işinize yararım ki? Kırk yaşındaki adam ne işe yarar?''

''... İnanın artık kaygıdan, üzüntüden gözlerimiz şişti. Kardeşin kardeşe kurşun sıktığını biliyoruz, desek de bizim bebeler anlamıyorlar; arada bir geldiklerinde konuştuk. İşler bildiğimiz gibi değilmiş. Avrupa'nın büyük devletleri de onların ardındaymış. Yakın bir gelecekte Osmanlı'nın yarım bıraktığı muhtariyet sözünü bağımsız bir devlete dönüştüreceğiz. Barzani'yi örnek alın kendinize, demişler. Dağlarda dayanmanız gerekir. Bizler de diplomatik olarak baskı kuruyoruz. Ankara çok dirençli. Avrupa ile değil Amerika ile iyi anlaşıyorlar. Amerika da İsrail'den sonra Ankara'yı dinliyor, demişler.'' tarzında bir konusma olabilir.Ne yazık ki derin bir hesaplaşma da yaşanıyor bazı sohbetlerde yıllardan beri. Bir süre sonra ayrımcılığa da dönüşebilecek olan bu gibi konları da bilmekte yarar var. Ayrıca yüreği oğul acısı ve hasreti ile yanan Diyarbakırlı FATMA BACI da bir gün birilerine şöyle dert yanabilir:

''... Bu topraklardan petrol fışkıracak; ağanın köyünden toprağından çıkıp şehirde yaşayacağız aney. Ya sabır deyip dayanacağız. Çok yakında ''azatlık yakın anacığım'' demişti Memo son geldiğinde. Umut doluydu oğlum, Şimdi ne arıyor ne soruyor. Bir arkdaşaı geldi, o söyledi: Avrupa'da bir yerlerdeymiş. Ben ağlarım diye, oralardan arayamıyormuş. Polisler bütün konuşmaları dinlediklerinden tedbirli olmak gerekiyormuş. İnşallah hayırlısı olur. Kimsecikler ölmez. Ne bizden ne de askerden birisi ölsün istemeyiz. Geçenler Diyarbakır'da yanı başımızda bir askeri vurmuş örgüt dağda, karakolda. Hakkari'den, Antep'ten Midyat'tan askere gidenlerin de vurulduğunu duyunca içim daha bir kanar. Göz göre göre canların ölmesi güzel değil. Hepimiz biriz. Allahımız bir, peygamberimiz bir. Bizi ayıranlar kör olsun. Bebelerimize bu silahları kim verir? Bir menfaati var ki veriyor o silahları. Oysa burada iken ne bir ekmek, ne bir paket şeker vermezler. Ne olur bu örgüt mörgüt işlerini bırakın. İçimiz kan ağlıyor. Sizde vicdan yok mu? Neden bu kadar katısınız?... Silahla mertlik yanyana olmaz. Bunu söylemedi mi size ananız babanız? ... Okul yüzü görmediğinizi sanıyordum. Yaaa!''

İçine düşülen toplumsal ve siyasi durum gerçekten bizi ilgilendirdiği kadar dünya kamuoyunu da yakından ilgilendiriyor. Özellikle son iki yıl içerisinde Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da; ayağı pek yere basmasa da, etkin rol oynamak istemesi hasımlarımızca pek de iyi (!) karşılanmamıştır. Bu durumu Arap dünyasının kamuoyu desteğine rağmen Arap devletleri nezdinde de gördüğümüz söylenemez. Ayrıca Filistin'de yaşanan ''devlet terörü'' karşısında ortaya çıkmış olan ''Hamas terörü'' karşısında İsrail'in ''orantısız güç kullanarak'' giriştiği saldırılar Davos'ta Başbakan ERDOĞAN'ın ''One Minute!'' çıkışı ile karşılık bulsa bile Filistin'de sular durulmamıştır.

İsrail ile iplerin gerilmeye başlamasının ardından Gazze Ambagosu nedeni ile Mavi Marmara Gemisi'ne yapılan kanlı İsrail saldırısı Ortadoğu'yu bir anda sarsmış olsa da içinde AB ülkeleri ile ABD ve BM'in de bulunduğu diplomatik yaklaşımlar ''olası tehlikeli'' gelişmeleri durdurabilmiştir. Saddam HÜSEYİN'in atmış olduğu kötü tohumlar yüzünden Kuzey Irak ile Güney Irak'ta ve özellikle Bağdat'ta her gün en az 25-30 kişinin değişik içerikli çatışmalar yüzünden hayatını kaybetmesi, gerçekten yüreğimizi parçalamaktadır. O Bağdat ki uğruna atalarımız son olarak Kut'ül Ammare'de Çanakkale'den yaklaşık bir yıl sonra 29 Nisan 1916'da kazanılan bir zafere rağmen İngiliz diplomasi manevraları ile elimizden çıkmıştır.

Tarih boyunca değişik zamalarda egemen olduğumuz Ortadoğu'daki varlığımız ne yazık ki Batılı Devletler tarafından pek de kabullenilmek istemiyor. Lozan'da bile gündeme gelen bu konu Lord (Kürzon)'a karşı İsmet İNÖNÜ'nün: Gidip plebisit yapalım; görelim halk kimi isteyecek, deyince Lord: Onlar cahil insanlar, okuma yazmaları olmayanlar ile olmaz o senin istediğin, der kısaca. İNÖNÜ de: Peki o zaman okuması yazması olmayan halka neden size bağlı bir devlet kurdurmak istiyorsun, der. Unutmayalım ki daha sonra TBMM'deki bir konuşmasında kendisini sorgulayan Kürt kökenli milletvekillerine İsmet İNÖNÜ: Türk'ün menfaati Kürd'ün yanındadır. Kürd'ün menfaati de Türk'ün yanındadır. Çünkü Türk'ün dili var, diyecektir. (Uğur MUMCU Kürt Dosyası 1993)

Akan kanın durması, anaların, bacıların ağlamaması, milli servetin silahlara yatırılmaması, bölgeye olduğu kadar bütün Türkiye için de toplumsal ve siyasi bir soluklanmaya ihtiyacı var. Bu bakımdan çok geç de olsa Diyarbakır'da yenice oluşturulan ''Adalet ve Çözüm Girişimi'' dokuz ili kapsayan GAP yatırımları yanında diğer alanlardaki topyekûn yatırımlar ile nice teşvik tedbirleri ve Pişmanlık Kanunu gibi oluşumlara rağmen ''artık yeter'' demek gereğini duymuş, bana göre. Ülkemizin demokratikleşmesi sürecinde yer alan, içi de pek doldurulamayan '' Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi '' kapsamında önemli bir adım olduğuna inandığım için söz konusu STK'nın bildirisini, terörü yalnızca Kürt Sorunu olarak görmek bakımından bazı saptamalarına hiçbir biçimde katılmasam bile, hayırlara vesile olabilir umudu ile bir de buradan duyurmak istiyorum:

''Doğu ve Güneydoğu'daki sivil toplum örgütleri (STK), dün Diyarbakır'da PKK'ya eylemlere son verme çağrısı yaptı.
99 STK temsilcisi adına açıklamayı okuyan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, "Güzel ve aydınlık yarınların yakınlaşacağını düşünüyor, herkesi gerekli duyarlılığa davet ediyoruz. Silahların sustuğu, siyasetin önünün açıldığı bir ortamın sağlanması için görev almaya hazır olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz." dedi. Bildiride demoktarik açılımdan vazgeçilmemesi ve bütün dinamiklerin sürece dahil edilmesi istendi.

Diyarbakır'daki sivil toplum örgütleri ortak açıklama için dün sabah Ticaret ve Sanayi Odası'nda (DTSO) bir araya geldi. Altına imza atılan açıklamayı DTSO Başkanı Galip Ensarioğlu okudu. Kürt sorununun, Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne uzanan Türkiye'nin temel bir problemi olduğunu belirten Ensarioğlu, demokrasi dışı yöntemlerin çözüm aracı olarak kullanılmasının, büyük acıların yanı sıra ekonomik, sosyal ve siyasal krizleri de beraberinde getirdiğini söyledi. "Sağduyulu vicdan sahibi ve akıl tutulması olmayan herkes, bu sorunun yasakçı, baskıcı, inkârcı ve operasyonel politikalarla çözülemeyeceğini artık yüksek sesle ifade etmektedir." diyen Ensarioğlu, son 1 yılda çözüm için tarihî fırsatlar yakalanmasına rağmen somut adımlar atılamadığını ve bu sürecin heba edildiğini savundu.

Türkiye toplumuna güven verecek demokratik yasaların hayata geçirilmediğini öne süren Ensarioğlu, Kürt sorununun tüm boyutlarıyla özgür ortamda tartışılması için düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmadığını kaydetti.

Diyarbakır'daki sivil toplum kuruluşlarının açıklamasında, "Kürt meselesinin çözümünde tüm tarafları ve dinamikleri yok sayan yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Çözümde etkin rol alacak bütün dinamikler sürece dahil edilmelidir." ifadesine yer verilirken, KCK operasyonları ve Habur'dan gelenlerin cezaevine gönderilmesi eleştirildi; 'tutuklamaların silahların konuşmasına davetiye çıkardığı' ileri sürüldü.

BARIŞ YOLUNU AÇIN

Hükümeti, muhalefet partilerini, TBMM'yi ve devletin tüm kurumlarını, Kürt meselesinin demokratik çözümünün anayasal zeminini hazırlama sürecini başlatmak için eksiksiz bir irade sergilemeye davet eden açıklamada, özetle şöyle denildi: "Bizler, atılacak olan bu adımların Türkiye'nin barışa giden yolunu açacağını, kardeşlik duygularını güçlendireceğini, güzel ve aydınlık yarınların yakınlaşacağını düşünüyor, herkesi gerekli duyarlılığa davet ediyoruz. Silahların sustuğu, siyasetin önünün açıldığı bir ortamın sağlanması için görev almaya hazır olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz."

Galip Ensarioğlu, 'STK'ların PKK tarafından tehdit edildiği' yönündeki iddiaları yalanlarken, "tüm dinamiklerden kastının ne olduğu' yönündeki soru üzerine şöyle konuştu: "Tüm dinamiklerden kastımız MHP'dir, BDP'dir. Yani bu sorunun çözümünde etkin rol oynayacağına inandığımız, reel olarak inandığımız ne varsa bunu dillendirmek istemiyoruz. Biz arkadaşlarımızla bu metin üzerinde çok tartıştık. Herkesin hassasiyetini ve herkesin fikrini alarak ortaklaşacağımız bir metin hazırlamaya çalıştık. Tabiki herkesin kendine ait fikirleri biraz daha farklı olabilir. Ama tüm toplumu ifade eden bir metni hazırlamak için de tartışmak gerekir. Bu metne imza atmayan bir veya iki sivil toplum kuruluşu var. Metinde değişiklik yapılmadı. Burada toplumun vicdanını ve sesini ortaya koyan bir açıklamayı bana göre herkesin dikkate alması gerekiyor. Neticede kim neyi niçin yapıyorsa toplum için yapıyor. Toplumun da düşüncesi beklentileri budur. Biz taleplerimizi bu şekilde ifade ediyoruz, herkesin dikkate almasını bekliyoruz.''

ERGENEKON VE SİVİL SİYASET METİNDEN ÇIKARILDI

Sivil toplum kuruluşlarının uzun müzakereler sonunda hazırladığı metin son anda değiştirildi. Pazar günü son şekli verilen metinde, 'Silahlar susmalı demokratik siyasetin önü açılmalıdır' cümlesi yer alırken, dün açıklanan metinde bunun yerine, 'Her türlü operasyonlar durmalı, PKK eylemsizlik kararı almalıdır' ifadesi konuldu. Ergenekon'a atıf yapan bölüm de metinden çıkarıldı. 'Son 1 yılda Kürt sorununun çözümü için tarihi fırsatlar yakalanmasına rağmen Ergenekoncu ve milliyetçi çevrelerin kışkırtmasıyla somut adımlar atılamamış...' cümlesindeki 'Ergenekoncu ve milliyetçi çevrelerin kışkırtmasıyla' bölümü dün açıklanan metinde yer almadı. Hazırlanan metne itiraz eden Memur Sen, basın toplantısından kısa süre önce açıklamadan imzasını çekti.'' ( 29 Haziran 2010 Salı DİYARBAKIR Açıklama: Bir haber ajansından aldığım bu bildirideki koyulaştırmalar, okumayı cabuklaştırsın diye tarafımdan yapılmıştır. Zengin içerikli bu haber metnini hazırlayan Aziz İSTEGÜN ile İsmail AVCI'ya çabalarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim. Ö.F.MY )

Sözü Diyarbakırlı Büyük Şair Cahit Sıtkı TARANCI (1910-1956)'ın birbirinden güzel şiirlerinden biri ile bağlayalım, zor da olsa:

''Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.''

Kim istemez değil mi?

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..