Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '09

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Diyarbakır'ın turizm potansiyeli - 2000

Diyarbakır'ın turizm potansiyeli - 2000
 

DİYARBAKIR KUŞ BAKIŞI


Yöneticilik dönemimde; Almanya (Batı), Azarbaycan, İtalya, Bulgaristan gezilerimde ve Türkiye'deki şehirleri gezerken temel paradigmalarımın oluşturduğu dürtüyle şehirleri Diyarbakır’la karşılaştırmak gereği hissediyordum, zaten Diyarbakır ve çevresi içinde yaşarken değil, dışardan bakıldığında gerçek anlamını bulmaktadır.  

1992 yılında Beni Almanya’ya gözlem ve incelemeler için davet eden Henkel firmasının yöneticileri ilk akşam yemeğini ikinci dünya savaşında yıkılmayan tarihi bir evde bulunan bir reasturanta vermişti, yemekte firmanın Ortaavrupa Satış Koordinatörü resturantın tarihini ve savaşın oluşturduğu tahribatı anlatırken, bende beynimde kentlerin tahribatı için sıcak savaşın gerekmediğini eski Diyarbakır’ın yok oluşuna sosyal kargaşanın ve belediye yönetimlerinin yönettikleri kentin tarihini koruma bilinçlerinin olmamasının yettiğini düşünüyordum. Almanya ikinci dünya savaşını yaşayarak yıkılmıştı, Diyarbakır dünya savaşını yaşamamıştı ama, tarihi kenti yönetme bilgi basiret ve cesaretine sahip olmayan Belediye Yönetimlerine, sosyal kargaşaya, kültür yozlaşmasına, tek katlı avlulu evin yerine çok katlı bina yapmanın rantına yenilip yıkılmıştı, Allahtan surların yeterince yüksek olması yıkılıp yerlerine daha yüksek evler yapılmasına engel olmuş, yoksa şimdi surların yerinde de yeller esebilirdi. Dağkapı bölgesindeki surların yok edilmesinin öyküsü eski yöneticilerce Diyarbakır hava alsın diye yıkıldığı şeklindedir.  

1993 yılında kuzey İtalya seyahatimde, halen geziye açık olan dünyanın ilk hukuk fakültesinin bulunduğu Bologna şehrinin tarihi evleri yıkılmamış dar sokaklarında dolaşırken çocukluğumun Diyarbakır’ının ne kadar muhteşem ve tarihi ölçeklere göre büyük olduğunu düşünmüştüm. 1970 yılına kadar ki Diyarbakır’ın surları ve içindeki sokakları, evlerin mimarisi rönesansın başladığı şehirlerinden biri olan Bologna kadar güzeldi, ondan büyüktü ve surları da fazlasıydı. Eski Bologna hala dimdik ayakta, kent halkı geceleri Diyuarbakır’ın Ulucami meydanı gibi kentin merkezi yerinde toplanıp sohbet etmektedir. Diyabakır’ınsa surları ve müzeye dönüştürülmüş sadece birkaç tarihi evi kalmış, eski Diyarbakır’ın merkezi olan Ulu camii meydanı da mezbelelikten geçilememektedir.  

Yine kuzey İtalya’nın Florence kentine gittiğimde, birde ne göreyim şehrin kenarında bir nehir ve nehrin üzerinde çevreden kente gelenlerin ulaşımı için yapılmış 7 adet tarihi köprü, köprüler aynen Diyarbakır Dicle nehri üzerindeki on gözlü köprünün kopyaları gibi (artık Diyarbakı’rda Dicle nehri üzerinde de 3 köprü vardır, tarihi sırasıyla on gözlü köprü, silvan köprüsü, ünversite köprüsü. Şimdi artık köprülerin altında kalan kısmın gölet yapılması hayali kuruluyor Diyarbakırda.) Florence’de nehrin öte yakasında tarihte kentin hükümdarlarının konut olarak kullandığı (tıpkı Diyrbakırın Gazi Köşkü gibi) bir köşk, aradaki fark Gazi Köşkü nehrin kent tarafında olması, Florence’de ise nehrin öte yakasında olmasıdır. Floransa merkezinde yine Diyarbakır’ın Ulu Cami meydanı gibi bir meydan, meydanın etrafında kilise ve kafeler. Floransa’nın eksiği de surlarıydı, kenti çevreleyen surları yoktu, fazlası ise kenti yönetenler kentin tarihine ve eserlerine gözlerinin içi gibi bakıp güzelleştirmeleridiydi. Florence’yi Türkiye’nin tüm seçkinleri biliyor, Diyarbakır’ı Türkiye’nin kaç seçkini biliyor ki ? hangi seçkin Diyarbakır’a tatile gidiyor. Florence nehrinin ana köprüsünün Diyarbakır’ın ongözlü köprüsünden 2 farkından birincisi; köprünün kenarlarında dükkan olarak kullanılan küçük yapıların olmasıydı, ikinci fark köprünün kent tarafında keçi sakkallı bir erkek heykeli olmasıydı, tarihi bir şahsiyet olduğunu sanarak heykelin üzerindeki yazıyı tercüme ettirdiğimde, evet heykel tarihi bir şahsiyete aitti, ancak kötü şöhrete sahip bir şahsiyet olduğu anlaşılıyordu, tarihte köyden kente alışverişe gelen köylüleri ince hilelerle dolandıran adamdan usanan kent yöneticileri dolandırıcının heykelini kentin girişine yaptırmışlar ki köylüler gafil avlanmasınlar. (İstanbul’da taşralıları dolandırmakla ünlü Sülün Osman’ın öykülerini çok dinledik ama henüz heykeliyle karşılaşmadık.)  

Azarbaycan seyahatimde Bakü’de kentin önemli tarihi bölgesi olarak gezdirdikleri Bakü kalesi Diyarbakır’ın sadece Saray Kapısı bölgesi kadar bir yerdi, bende hepsi bu kadar mı? diye sormuştum, gezdirenler de daha ne istiyorsun koskaca kal’a demişlerdi. Bakü’de buluştuğumuz güneydoğulu ağabey, sende burayı Diyarbakır zannettin de kaleyi beğenmiyorsun diye bana sitem etmişti.  

Bulgarista’nın rejim değişikliğinden sonra, 1994 yılında, Bulgar müteahidi dostum olan ilk özel sektör otelinin açılışına Varnaya davet edilmiştim, Varna Bulgarist’anın Karadeniz sahilindeki en önemli turizm kentidir ve ellişer otelden oluşan 2 turizm kompleksine (kasabasına) sahiptir. İlk özel sektör oteli olması nedeniyle otelin açılışına Bulgaristan bakanlar kurulunun ilgili tüm bakanları gelmişti, beni bakanlara Türkiye’den ve İstanbul’dan bir yönetici olarak tanıttılar, bakanlarda o zaman Varna ile öğünemeyiz ifadesinde bulundular, müteahit dostum İstanbul’da yaşıyor ama Diyarbakırlıdır dediğinde, Turizm Bakanı Diyarbakır’ın özelliği nedir diye sordu? Eski Diyarbakır 1.000.000 m2 den büyük alana sahip ve çevresi 5.000 mt uzunluğunda yaklaşık 20 mt yükseklikte, 10 mt genişlikte surlarla kaplı, ortadoğunun en eski şehirlerinden biri diye tanımladığımda niye Dünyaya tanıtılmıyor cevabını almıştım. Diyabakır’ı yönettim, yönetiyorum diyen herkesin bu soruya cevap vermesi gerekir.  

Surları ve içindeki eski Diyarbakır’ı kimler tasarlamışsa, dünyanın en muhteşem kentlerinden birini tasarlamışlar, son 40 yılda kimler yıkıyorsa ? Dünyanın en büyük mimari katliamını yapmaktadırlar. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar geceleri kapıları kapanan dünyanın tek kenti olma özelliğine sahip olan eski Diyarbakır’ın, kerpiç duvarlı, havuzlu taş avlulara sahip en sade evleri bile bir köşk niteliğindeydi. Halen Cahit Sıtkı TARANCI müzesi, sülüklü han o evlerdendir. Yine Diyarbakır’ın bağlarının ve bağ evlerinin olduğu eski yazlık bölgeden hiçbir eser kalmamış ve bügünkü biriket yığını olan Bağlar semtine dönüş- müştür. Dicle Üniversitesinin eski rektörü kalan bir tek bağ evini demonte ederek üniversitenin kampüsüne taşıtıp orijinal haliyle monte ettirmesi ile kentin bağ kültürü tarihinden bir örnek kalmasını sağlayarak önemli hizmette bulunmuştur. Bu örnek bağ evi ve avlulu havuzlu şehir içi evleri gezildiğinde geçmişin Diyarbakırlılarının yaşadığı sefalar ancak anlaşılabilmektedir.  

Günetdoğunun turizm pazarı gözlemi için 3 kişilik grupla seyahat ettiğim 2000 yılı yazında; bizden bir hafta önce futbol maçı izlemek için Diyarbakır’a gelen sayın Hıncal ULUÇ ilk kez geldiği Diyarbakır’ın tarih ve lezzet ihtişamını, Diyarbakırlıların misfirperverliğini Sabah Gazetesindeki köşesinde 3 gün yazmasına rağmen bitiremediğini belirterek özgün yerlere gitmeye meraklı olanlara önce Diyarbakır’ı öneriyordu, Diyarbakır’ı ve Diyarbakırlıları onurlandırıyordu, kendilerine geçte olsa binlerce teşekkür. 2000 ve 2002 yılında GAP’I çevreleyen Doğu ve Güneydoğu kentlerine yaptığım turizm ve tüketim pazarı gözlem seyahatlerimden hafızamda kalanları kısmetse önümüzdeki sayılarda sizlere aktaracağım.

Kadri KANPAK kadrikanpak@hotmail.com

 
Toplam blog
: 617
: 1221
Kayıt tarihi
: 03.12.07
 
 

Her kesimi anlama ve kabullenme bilincimle; her kişinin asgari yaşam şartlarına sahip olabildiği,..