Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '09

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Diyarbakır ve Güneydoğu gözlemlerim - 2002

Diyarbakır ve Güneydoğu gözlemlerim - 2002
 

DİYARBAKIR DİCLE KÖPRÜSÜ


Ankara’dan doğuya giderken Kayseri’den sonra sanayiden tarıma geçildiğini, Kayseri ile Malatya’nın tam ortasındaki Sivas’ın Gürün ilçesi ile birlikte coğrafya ve sosyolojinin birlikte değiştiğini fark edersiniz. Güründen sonra güzergahın inişli çıkışlı virajlı karayolu ile coğrafyanın değiştiğini, insanların yaşam tarzlarının farklılaştığını, artık Orta Anadolu kültüründen, Doğu Anadolu kültürüne geçtiğinizi anlarsınız. Gürün Türkiye’de endüstri ekonomisinden tarım ekonomisine geçişin sınırı gibi durmaktadır. 

Kuzeyde Artvin’den, İç Anadolu’da Kayseri’den, Güneyde Gaziantep’ten sonra toprağa bağımlı ekonomiye, henüz endüstriyel sosyolojiye geçememiş toplumsal yapıya sahip bölge başlar. Bu bölge Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan iki farklı bölgesi olarak tanımlansa bile, aslında coğrafi ve sosyolojik yapısı benzer olan bütün bir bölgedir. Karayolu ile peşi sıra gelen şehirleri kasabaları, yaşam tarzları hayata bakışları biri birine çok benzeyen insanları ile tanımladığım sınırlardan sonrasının insanda tek bölge olduğu hissini uyandırmaktadır. 

Tanımladığım bu bölgenin coğrafyasının, sosyolojisinin detaylarına girmeden bölge ekonomisine panaromik bakarsak, bölge hayvancılık ve tarım ekonomisine, hayvancılık ve tarım ekonomisinin ürettiği sosyal yapıya, yaşam tarzına sahiptir. Tanımladığımız bu bölgelerin kendi içinde görece gelişmiş ve geri kalmış şehirleri vardır. Erzurum, Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Batman bölgenin gelir düzeyi yüksek illerini, Kars, Ağrı, Tunceli, Muş, Van, Bitlis, Siirt ve Hakkari de gelir düzeyi düşük illerini oluşturmaktadır. Bu coğrafyadaki illerin tamamını aynı kategoride değerlendirmek mümkün değildir. Bu nedenle şehirlerin, kasabaların ekonomik ve sosyal problemlerinin biri birinden bağımsız değerlendirilmesi, çözümler üretilmesi gereklidir. Bölgenin bir bütün olarak değerlendirilmesi ve ortak bir çözümün üretilmesi mümkün değildir. Böyle bir bakış açısı bir çok yerleşim biriminin probleminin atlanmasına neden olur. Ayrıca her ilin, sahip olduğu kaynakları tam kullanmadığı, işletemediği de görülmektedir. 

Seyahatime Malatya’dan başladım, Malatya’da randevulaştığımız İşletmeci-Kimya Mühendisi beyle kayısı tarımı üzerine bir eksersiz yaptık. Beyefendi uzun yıllar Sümerbank’ta Müessese Müdürlüğü, Aksantaş’ta Genel Müdürlük görevlerinden sonra kardeşinin yönettiği, 450 dönümlük kayısı tarımı, un ve yem fabrikaları, akaryakıt istasyonundan oluşan aile işletmelerinden özellikle Kayısı Tarım alanı yönetimini üstlenerek geliştirme ve genişletme çalışmalarına başlamış. Beyefendi Kimya Mühendisliğinin verdiği bilgiyle, insan anatomisi için meyveden öteye bir ilaç olan kayısı tarımının ve endüstrisinin gelişimi, işletmeci kimliği ile de pazarlamasının etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda eksersizler yapmakta, uzmanlarla çalışmalar yapmaktadır. Benimle bürosunda yaptığı görüşme ve Karakaya barajının kenarındaki kayısı bahçelerinin orta yerindeki Pembe Köşkünde yaptığımız değerlendirmenin sonucunda; kayısı tarımının diğer meyve tarımlarından farklı ve çok değerli olduğunu, ancak endüstri ve pazarlamadaki yetersizlik nedeniyle halen hakkettiği değeri bulmadığını tanımladık, bunun için neler yapılması gerektiğinin özetini çıkardık. Kayısının en kalitelisi, en lezzetlisi coğrafi şartlardan ötürü sadece Malatya’da yetişmektedir. Kaliteli kayısı tarım alanının Malatya ile sınırlı olması, 10 türevinin olması, her bir türevinin insan metabolizmasına ilaç olması, kayısıya önemli ölçüde yüksek ekonomik değer kazandırmaktadır. Ancak dünyanın en değerli taşları (pırlantalar, elmaslar) yerin altından çıkarılıp işlenmediği ve vitrinlerde pazarlanmadığı sürece değer kazanmıyorlarsa, kayısıda, koruma süresi uzatılıp, endüstrisi geliştirilip, gereken etkinlikte pazarlanmadıktan sonra değerini bulması, Malatya ekonomisine hakkettiği kazancı sağlaması mümkün değildir. 

Değerlendirmemizin sonucunda; kendisine ait Kayısı bahçelerinin orta yerindeki Pembe Köşkünün zemin katını ilk özel Kayısı Araştırma Merkezi yapması gerektiğini, burada bölgede yaşayanların kayısıya ilişkin anılarının ve yaşanmış bilgilerinin dokümanter hale getirilmesini, ilgili kitapların toplanacağı bir kütüphanenin yapılmasını, bilgisayar ve internet donanımı ile bu merkezin dünyaya duyurulmasını, dünyanın bilgi merkezlerinden destek alınması gerektiğini, kayısı laboratuarının kurulmasını önerdim. Ayrıca kendilerine pazarlamaya ilişkin bir perspektif sundum. Gaziantep’in baklavasının, Kahramanmaraş’ın dondurmasının, Bursa’nın kestanesinin, Afyonun sucuğunun markalaştığını, ancak Malatya’nın kaysısının markalaşmadığını bunun için endüstride sağlanacak gelişme paralelinde, Kayısı Butiklerinin kurulmasının, hipermarketlerde kayısı reyonlarının açılmasının gerekliliğini anlattım, Kayısı Butiğinin oluşumu için gerekli desteği verme konusunda sözleştik. Böylece Kayısı Araştırma Merkezinin ilk çalışmasının sözel başlangıcını yapmış olduk, Azmi bey Kayısı Araştırma Merkezi için adımlar attıkça bende Kayısı Butikleri için destek vermeye çalışacağım. Atılacak her adımın Malatya’nın ekonomisine sağlayacağı katkı kadar, kayısının doğal ilaç olmasından ötürü insanlığı da katkı sağlayacaktır. 

Beyefendi görüşmemizde Malatya’ da yaklaşık 20.000.000 adet kayısı ağacı olduğunu ve her ağacın 10 m2 yer kapladığını, yaklaşık 200.000.000 m2 kayısı tarım alanı olduğunu, coğrafi şartlara göre yılda 120.000 ila 600.000 ton yaş kayısı, 30.000 ton ile 150.000 ton kuru kayısı elde edildiğini anlattı. Kayısı endüstrisinin geliştirilmesi ve pazarlamasının (ulusal ve uluslararası) gerektiği boyutta yapılması halinde, henüz profesyonel yatırım yapılmamış kayısı endüstrisi yatırımlarının bir sezonda geriye dönecek kadar verimli olacağını ve başlangıç olarak ölçeğine göre 100.000 ile 1.000.000. $ bir finansman gerektiğini hesapladık. Yapılacak endüstri yatırımı, yıllık cirosu 200 – 300 milyon $ olan kayısı pazarından pay alacağını ilgilenenlere duyuruyoruz. 

Seyahatimde, Malatya’dan sonraki il Elazığ’dı, Elazığ’da Turizmci işadamı ve Turizm Müdürü ile olan dostluğumdan Elazığ’da kendimi rahat hissederdim, bu seyahatlerimle bir işadamı ile yaptığım çalışma sonucunda oluşan dostluğumuz eklenince Elazığ bana daha yakın oldu. Elazığ, özellikle Turizm Müdürüne sahip olduğu için şanslıdır, Turizm müdürü Elazığ’ı seven ve yapabileceği her işi önemseyerek üstlenen bir Elazığlıdır. İstanbul’daki turizm fuarlarında tüm konsantrasyonu ile Elazığ’ı anlatırken işini ne kadar önemsediğini, Elazığ’a ne kadar sahip çıktığını izlerdim. 

Elazığ’da beni Doğunun Zirvesi adıyla kurulan II. Sanayi Fuarının kurulduğu günlerde davet etmişti. Elazığ Fuarında elliye yakın firma stand açmıştı, firmaların 12 tanesi Elazığ’da kurulu endüstri tesislerinin standlarıydı. Bu stantlar KEBAN PLASTİK, ALACAKAYA MERMER, ELTEKS , AKRA İPLİK, GÜNHAN ARK, TAN ÇELİK METAL DÖKÜM SANAYİ, DOĞU DÖKÜM, SEZAL TEKNİK, EMSAŞ, AĞDERSAN DERİ ÜRETİM SAN. TİC., DESEN MOBİLYA, GÜZEL KERESTECİLİK şirketlerine aitti. Diğer sanayi şirketleri çeşitli nedenlerle fuara katılmamışlardı. Doğudaki şehirlerden Elazığ’ın sanayileşme sürecinde hızla yol alacağı anlaşılmaktadır. 

Elazığ’da dikkatimi çeken 3 konudan; birincisi Elazığ’ın yazın su sporları ile kışın kayak sporunun aynı ortamda yapılabileceği çok özel coğrafyaya sahip olmasıdır. Elazığ’ın hemen yanı başındaki tatlı sulu Sivrice Gölü yazın su sporlarının yapıldığı ve gölün hemen yanı başındaki Hazar Baba kayak tesisleri de kışın kayak sporunun yapıldığı bir özelliğe sahiptir. Yani kışın karda kaydığınız yerde, yazın çok sıcak bir ortamda göle girebiliyorsunuz. Tatil yapmaya değmez mi? Yazın kışı anarsınız, kışında yazı. ikincisi Dünyada eşi bulunmayan Alacakaya’nın vişne rengi mermeridir, gördüğünüz an büyüleniyorsunuz. Alacakaya Mermer firması bu taşı dünyada bir çok ülkeye satmaktadır. Üçüncüsü taş resim sanatçısı Turgay AYDIN’IN tablo yaparken yağlı boya yerine, renkli mermer taşlarının tozlarını kullanarak yaptığı çok güzel tablolardı. Yerel sanatçının gelişim ve tanıtım için sponsora ihtiyacı vardır. 

Son durağım güneydoğu kentinden çok, güney kenti diyebildiğim Gaziantep’ti, Gaziantep sosyo-ekonomik yapısıyla güneydoğunun dışında kalan bir şehirdir. Ekonominin normal dönemlerinde yurt içi ağırlıklı, kriz dönemlerinde yurt dışı ağırlıklı çalışan bu ilin, karınca gibi çalışkan, mercek gibi gözlere sahip insanlarına hep hayranlık duymuşumdur. Dünyaca ünlü bir markayla rekabet edebilecek modele sahip blue-jean ürettiklerini, dükkanın arkasını gömlek atölyesi önünü de gömlek dükkanı yaparak, gömleği, üreticiden tüketiciye bir çırpıda ulaştırarak maliyeti minimize ettiklerini dinleyip, görünce bu şehirdeki küçük girişimcilerin dayanıksız tüketim endüstrisinin üstesinden kolaylıkla geldiklerini gördüm. Ancak Gaziantep’te 40 yıl önce endüstriyi başlatmış ailenin üçüncü nesil çocuklarının sanayiden kopup farklı bir konuda ticarete başladıklarını görüp, bu yola niye saptıklarını sorduğumda; üretime yatırım yapmanın, istihdam yaratmanın, devletin mali politikalarındaki eksiklerin ve yanlışların doğurduğu problemleri yıldırıcılıkları dinlerken, hak vermemek elde değildi, buradan yazmak istemediğim konuları yeni girişimciler duymadan, devletin araştırması, çözüm üretmesi gerekiyor. Ancak devlet orta ölçekli firmaların problemlerini dinleme gereğini hiçbir zaman hissetmemiştir. Ülkedeki ekonomik yaşamın en büyük ayağını orta ölçekli üretim firmaları oluşturmaktadır, orta ölçekli firmaları dinleyen olmazsa bu firmaların kırılması ülkenin ayaklarının kırılması demektir. TÜSİAD, TOBB, SANAYİ TİCARET ODALARININ dışında KOSGEB’LERİN yönetim şeklinde gerekli değişiklikler yapılarak aktif ve etkin hale getirilmelidir. 

 
Toplam blog
: 617
: 1221
Kayıt tarihi
: 03.12.07
 
 

Her kesimi anlama ve kabullenme bilincimle; her kişinin asgari yaşam şartlarına sahip olabildiği,..