Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '21

 
Kategori
Psikoloji
 

Dizi eşittir boşluk

Pandemi her birimizin üzerine çığ gibi düştü, 1,5 yıldır o bizi yutan kar kütlesinin içinde yaşamaya, yuvarlanmaya devam ediyoruz.  Kimimiz vücuduna saldıran covid virüsü ile gerçek anlamda bir savaş veriyor, yoğun bakım ünitelerinde nefes almak ciddi bir mücadele...kimimiz de sağlıklı bir zihin ve beden için nefes aldığımızı hissettirecek bir takım şeylerle ilgileniyoruz. Kanımca bu da her birimiz için ayrı bir sınav oldu. Bu dönemi daha çok okuyup yazarak mı geçiren ararsın, sosyal medyada moda trendleri yaratmayı kendine iş edinenleri mi? Yeniden spora başlayanlar da oldu, yoga, meditasyona saranlar da, kimi turşu, ekmek ve yoğurt tariflerinde uzmanlaştı, bazısı daha allengirli işlere soyundu. Suşi yapanlar, resim atölyesi kuranlar, sinema kritiklerini zoom eğitimleriyle verenler, yeni bir dil öğrenmek için uygulama satın alanlar, podcast dünyasını keşfe dalanlar, evden pilates dersleri verenler hepsi pandemi psikolojisinin yarattığı yeni evrenimizin renkleri oldu. Bir de netflix, blutv, digiturk ve bilumum dizi ve film içerik sağlayıcıları tabii ki başımızın tacı, olmazsa olmazımız oldu. Bu dönemi nasıl geçirirsek geçirelim ve kim olursak olalım dizi ve film furyasından az ya da çok biz de nasibimizi aldık. Ben de bir süre film izleyip vaktimi iyi geçirdiğimi düşünenlerdendim ki, film dozu bana yetmemeye başladı. Artık, daha etkili bir doza geçmeliydim. Diziler bunun için değildi de ne içindi...Yavaş yavaş başlanıyor. Önce 1-2 sezonluk dizilere başlıyorsun. Sararsa devam. Ama , çocuk, genç, orta yaşlı veya yaşlı olman farketmez, gözlerin görsün yeterli. Anlama kabiliyetin de vasat düzeydeyse gerisi kolay. Dizilere yeni her başlayan gibi ben de temkinliydim. Günde 1 bölüm izlerim diye düşünüyordum, ama bağımlılık yapan her şey gibi yavaş yavaş ve az dozlarda başlanan diziler de insan iradesini zorlayan ve hatta yokeden bir şey. Bazı günlerin uykuda olmayan tüm saatlerini esir alabilen güçte bir şeyden bahsediyorum. İradesi zayıf bir insan, hele ki gitmek zorunda olduğu bir işi de yoksa en iyi ihtimalle 8 saatini uyuyarak geçirip, hadi 1 saatini de zorunlu ihtiyaçları için ayırıp, geriye kalan 15 saatini dizi izleyerel geçirebilir. Ben o dozlara çıkmadan bıraktım. Evet, evet kendi isteğimle dizi izlemeyi bıraktım. Buraya kadar bahsettiklerimi farkeden benden daha akıllı ve iradesi daha yüksek insanlar olduğuna eminim. Bu yazıyı yazma sebebim aslında başka bir şey. Overdoz (bana göre overdoz, günde 3-4 bölüm izlemek) dizi aldığım günlerden birinde adı bende saklı kalsın-İspanyol bir dizide ilişkilerdeki dejenerasyon pes dedirtti. Ailenin babasının intihar eden uzun metrajlı metresi şaşırtmadı, kimseyi şaşırtmaz. Aynı ailenin 3 çocuğundan birinin babası, eşini yıllardır aldatan baba da değilmiş. Hadi o da olabilir deyip sineye çektim. Aynı ailenin oğlu gay, damatları da transeksüel çıktı iyi mi? Üstelik damat cinsiyet değiştirip kadın olduğunda, eski eşi bu sefer de onunla lezbiyen ilişki yaşamak istedi. Kendini asan metres, ailenin babasından peydahladığı kızını da yine o ailenin annesine emanet etti. Ailenin tek normali gözüne ortanca kız da zenci olan ve ailesiyle tanıştırmaya getirdiği damat adayını beyaz bir adamla aldattı ve halka tamamlandı. Ahlak bekçisi değiliz ve olmamalıyız kabul. Dini ve kültürel değerlerden dem vurmayacağım. Konuya sadece şu tarafından bakmak istiyorum. Pandemi döneminde de olsak, zaman şu anda en fazla sahip olduğumuz kaynağımız da olsa, içeriğini nasıl doldurduğumuz önemli. Benim için bu çok önemli. Kitap okumaya, dizi veya film izlemeye zamanı geçirmek ve öldürmek olarak değil değerlendirmek olarak baktığım için bu son izlediğim dizi benim için dibin dibinin temsili oldu. Sinsi ve stratejisi oldukça iyi oluşturulmuş dizi sektörü, bana kalırsa uyuşturucu ve fuhuş sektörünün mantığıyla çalışıyor. İzlediğiniz bölümün tam da son sahneleri, sizin 'bu bölüm bitsin ekran karşısından kalkacağım' diye ortaya koymaya çalıştığınız irade kırıntısını zalimce baskılıyor, kendinizi ağına düştüğünüz fuhuş ve damarlarınıza enjekte ettiğiniz eroin gibi bağımlı hissediyorsunuz. Nereden tutsanız elinizde kalıyor. Karşısında saatlerinizi ve belki de farkındalığınız düşükse ömrünüzü harcadığınız/harcayacağınız diziler hiçbir şey öğretmediği, feyz vermediği gibi yarattığı yapay hayat formlarıyla da dejenerasyonun o acınası dünyasına sizi davet etmiyor, kolunuzdan hunharca çekip zorluyor. Geriye dizi izlemenin dayanılmaz boşluğu kalıyor.

Elbette, izlediğinizde size yaşam enerjisi veren, biyografik, bilim kurgu veya içinde insanın doğasına uygun entellektüel bir nakışla işlenmiş diziler de var. Bunları dışında tutuyorum. 

İngilizce'de bizim aburcubur dediğimiz aslında insan bedenine hiçbir faydası olmadığı gibi zararlı olan gıdalara junk food' deniliyor. İşte içeriğinde insanın en ilkel parçası olan 'id'e hitap eden diziler de 'bence junk series' olarak bilinmeli. Hatta şimdi aklıma geldi, mesaj kutularımızda nasıl gereksiz ve görmek istemediğimiz mailleri junk olarak işaretleyebiliyorsak, bu dizi içerik sağlayıcıları da bu şansı tüketicilere vermeli. Gerçi, çoğunluğun istek ve beğenileri tecrübeyle sabit her zaman beni sistemin dışına atmıştır ama biliyorum ki benim gibi düşünen sessiz bir çoğunluk da var. 

 
Toplam blog
: 17
: 98
Kayıt tarihi
: 22.12.14
 
 

1995 yılından bu yana yerel ve ulusal medyada çeşitli pozisyonlarda çalıştı, 1997 yılında kendi t..