Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '18

 
Kategori
TV Programları
 

Dizi Yapmak Şahsi Bir Mesele Değil, “Şahsiyet” Meselesidir!

Dizi Yapmak Şahsi Bir Mesele Değil, “Şahsiyet” Meselesidir!
 

Şahsiyet ile ilgili bir soru sorulsa aklıma gelen ilk cevap şöyle olurdu sanırım.

“Bir dizi izledim, dizilere bakışım tamamen değişti!”

Son yıllarda yerli yapım dizilerin ‘hali pür melali‘ ortada; sakız gibi ayakkabınızın altına yapıştığından kurtulamayacağınız, gereksiz detaylar, tuhaf bakışmalarla uzadıkça uzayan, içerik bakımından hiçbir değer taşımayan, zaman kaybı olmasına karşın yıllara sari, ne zaman ne şekilde başladığı bile unutulan, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi devam eden seri yanılsamalar bütünü…

Bundan 30 yıl önce 6, 8, 10… bölümde sona eren diziler yapılırdı.

Çalıkuşu, Üç İstanbul, Geçmiş Bahar Mimozaları ilk aklıma gelenleri “samimi” oyunculuk bakımından da çok başarılı olduğu için hemen söyleyebiliyorum.

O zamanlar sadece TRT vardı ve tek seslilikten sıkıldığımız için çeşitlilik vaadeden özel televizyonların kurulmasını çok istiyorduk! Ne kadar çok televizyon o kadar çok ses, çeşit ve demokrasi(?) demekti. Kısa sürede özel televizyonlar reklam kaygısıyla hareket edince ortaya günümüzdeki durum çıktı.

Bu nedenle bir çok kişi  yurtdışında yayınlanan ve insanın zekasını zorlayan senaryolara yöneldi. Ben öyle de yapamadım, “komedi” olmakdıkça mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştım.

2000’li yılların hemen başlarında yayınlanan ilk Kurtlar Vadisi Polat Alemdar’dan bağımsız Konsey’i oluşturan oyuncu kadrosu bakımından ilgimi çeken yapımlardandı.

En uzun soluklu takip ederek izlediğim dizi Lost oldu. Finali nedeniyle bugün aynı duyguları paylaşmadığımı söyleyebilirim.

Senaryo ve görselliği bakımından Carnivale‘yi her sene baştan tekrar izleyebileceğimi hemen itiraf edebilirim.

Sonra çok uzun bir ara girdi. Hemen herkesin her sezonunu merakla beklediği Games of Thrones‘ı neredeyse yok saydığım doğrudur.

Dedim ya sakız gibi uzayan hiçbir senaryoyu merak etmiyorum.

Yakın dönemde Netflix’te yayınlanmış Einstein ve Casa del Papel gibi sonu olan dizilerden kaçamadım.

12-Monkeys

Filmini defalarca izlediğim 12 Maymun‘un dizisinin yapıldığını duyar duymaz heyecandan hemen ekranın karşısına geçtim. İlk ve ikinci sezonun ortalarına kadar zihin açıcı kurgunun peşinde bir bölüm, bir bölüm daha derken… sonu gelmeyenler kervanına katılmasıyla onunla da vedalaştık. Üçüncü sezonunu izlemeyeceğim.

Yerli yapımlardan Fi’yi kitabını okuduğum için izlemek istedim. Sonu olması güzeldi ancak Puhutv’deki ilk deneyimimden keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. Hele son bölümler saçmalama tezi gibiydi.

Ve Şahsiyet…

Nereden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum.

Şu bir gerçek ki bir yapımda Haluk Bilginer varsa onu ne yapıp edip, izlemek gerekiyor. Bu adam Türkiye’de değil Amerika’da doğsaydı muhtemelen evinde 3 veya daha fazla Oscar heykelciğine sahip olurdu. Her kimi oynuyorsa içine girip karakterden daha fazlası haline geliyor.

Şahsiyet Haluk Bilginer’siz olur muydu hayal bile edemiyorum.

Dizinin hemen başında kafasından vurulmuş bir adamın cesedinin yanında yaptığı Flamenko dansıyla Hümayra sizi çok şaşırtıyor. Belirgin merkez karakter olmasa da evet, o rolü de Hümeyra’dan başka biri oynayamazdı, diyebiliyorum.

Hümeyra’nın canlandırdığı Feza Hanım, hafızasını alzheimer nedeniyle çoktan kaybetmiş, flamenko dışında hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir kadın; Haluk Bilginer’in oynadığı Agâh Beyoğlu da yeni alzheimer teşhisi koyulmuş kısa süre sonra bildiği, yaşadığı her şeyi unutacak bir adam.

Unutacak olması onu harekete geçiren bir durum.

Zaten dizinin ana vurgusu “hatırlamak” etrafında dolanıyor.

Son cümleyi yazalım; “madem hatırladın artık ben de gönül rahatlığıyla unutabilirim.”

Bundan 15-20 yıl öncesinde Kambura isimli küçük bir kasabada yaşanmış, neredeyse oradakilerin tamamının karıştığı ancak üzerini örttüğü hatta tam da içinde bulunmuş komiser Nevra’nın bile çoktan unuttuğu olayın vicdani rahatsızlığı Agâh Beyoğlu’nu bir seri katile dönüştürür.

S01

Bir yerde seri cinayetler varsa orada da elbette katili yakalama derdinde olan polislerin de hikayesi olur. Gerçeği söylemek gerekirse dizinin en zayıf halkaları da cinayet büro amirliğinde çalışan komiserler.

Cansu Dere’nin oynadığı Nevra okuduğu bölümün aksine ani bir kararla mesleğinden ayrılarak tam da Agâh Beyoğlu’nun alzheimer teşhisi koyulduğu sırada cinayet büro amirliğinin ilk kadın komiseri oluverir. Dizinin son bölümünde bilinçaltındaki gizli gerçek ortaya çıkınca bu seçim anlam kazanıyor. O ana kadar yapay gelebilir.

“İntikam geç kalmış bir nefsi müdafaadır!”

S05

Agâh Beyoğlu, Kambura Adliyesinde çalışmış bir memurdur. Tesadüf şu ki Nevra da Kambura’da çok kısa süre yaşamış, sonra annesiyle ayrılmış, annesi tekrar Kambura’dan biriyle evlenince tekrar oraya geri dönmüştür.

Kambura, Kambura…

İyi de neresi burası, böyle bir yer var mı? İlk bölümlerden sonra bende merak ettim baktım.

golyazi-2

Meğer Bursa’ya bağlı Gölyazı kasabasıymış. Hiç görmedim ancak görselliği nedeniyle artık gitmeyi en çok istediğim yerlerden biri oldu.

Hakan Günday neden Gölyazı dememiş de Kambura ismini vermiş; cevabı dizinin içinde gizli; orada yaşananlar o kadar rahatsız edici ki Gölyazı diye anılsa muhtelemen bugün bu güzel kasabamız Türkiye’nin en çok nefret edilen yerlerinden biri olurdu.

Agâh Beyoğlu Kambura’da çalıştığı adliye binasına gidip orada duran tüm eski dosyaları ve suç aletleri silahları alıp, binayı kundakladıktan sonra İstanbul’a geri döner; hiç zaman kaybetmeden işe koyulur.

29-1

Bir, iki, üç, dört, beş… takır takır adam ödürmeye başlar. Öldürülen her kişinin alnına Nevra’ya iletilmek üzere bir mesaj bırakır. Mesajların sırrını da son bölümde anlıyoruz.

Nevra, cinayet büro amirliğinin önceleri istenmeyen tek kadın komiseri olmasına karşın bu notlar sayesinde bir anda olayı çözecek kişisi pozisyonuna yükselir.

S04

Nevra nasıl biri;

“Ben insanlarla nasıl yaşanır bilmiyorum. Yani insanlarla nasıl konuşulur, onlarla nasıl vakit geçirilir, biriyle arandaki mesafe nasıl ayarlanır. Bunların hiçbirini bilmiyorum.”

Nevra’nın yerine kim oynardı diye çok düşündüm; bulamadım. Cansu Dere olmuş mu bu konuda kesin bir şeyler söyleyemiyorum.

Dizide bir çok tanınmış oyuncu var örneğin Müjde Ar. Sinenma tarihimizin bu çok önemli karakterine TRT’nin siyah beyaz yıllarındaki ilk Aşkı Memnu’dan bu yana bir türlü ısınamadım gitti. Cansu Dere olmamış dersem, Müjde Ar hiç olmamış demem gerekiyor.

Ancak Şebnem Bozoklu, Hüseyin Avni Danyal, Şenay Gürler  için aynı yorumu yapmayacağım. Karakterlerine hayat veren çok önemli oyunculuk performansları izliyorsunuz.

S03

Ateş Arbay rolünü oynayan Metin Akdülger dizinin başında popüler medyanın bir figürüyken bir anda gazeteci olduğunu hatırlayıp, yaptığı işten istifa ederek, Nevra’nın olayı çözmesine yardımcı olması hikayenin içinde eğreti duruyorsa bunun biraz da oyunculuk performansından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Evinin duvarını süsleyen gazeteci ve yazarların ortak özelliklerinin kendisinin kaderi olması yine dizinin gücünü zayıflatıyor.

Agâh Beyoğlu’nun torunu rolündeki Deva’nın kedi kostümü içinde “Köpek Öldüren Çetesini” kurarak seri katilin yaptığı eylemi anlayan Y jenerasyonu farkındalığını göstermesi senaryonun en çarpıcı detaylarından biri.

S02

Hele Jean-Leon Geremo’nun Pollice Verso tablosunun önünde kız arkadaşına yaptığı açıklama dizinin son bölümüne saklanmış sırrını bize önceden haber veriyordu.

“Eğer bir suçu yeterince bir kalabalıkla birlikte işlersen o artık suç değildir.”

Bir başka mesajı Nevra’nın komiser arkadaşı Firuz veriyor. Firuz, çocuğu yüzünden Kamburalı Cemil ile zorunlu işbirliği yapan bir karakter. Belki de neden iyi ya da kötü oluyoruz sorunu net bir şekilde cevaplandıran, Agah Beyoğlu’nun neden seri katil olduğunu anlattığı kişi.

“Sen zannediyor musun ki bir tek alzheimer olan sensin? Herkes hasta, hepsi hasta! Yarın bir gün bir milli maç olur, herkes her şeyi unutur. Bu millet neleri unuttu seni mi unutmayacak?”

Agâh Beyoğlu finalde kapanışı yaptığı konuşmalarından birinde şöyle söylüyor.

“Yok haksız tahrik. Yok iyi hal… İndire İndire, bir tek madalya takmadıkları kalmış sana. Ben okudum o mahkeme tutanaklarını. Her zaman ki gibi gereği düşünülmüş de, gereği yapılmamış o mahkemede.”

Nevra’ya verdiği son ders de şu; “sen adalet ile hukuku karıştırıyorsun. Adalet başka bir şey, hukuk başka bir şey!”

OSHG

Dizinin müziklerini Sertaç Özgümüş yapmış. Jenerik hem dizinin karakterini yansıtıyor hem de bölümler boyunca o gerilim yüklü duyguyu veriyor.

Bu dizi Hakan Günday tarafından yazılmasa asla böylesi donanımlı ve güçlü bir senaryoya sahip olamazdı. Hiçbir eserini okumadım; ancak Şahsiyet yazar hakkında bir fikir edinmemi sağladı.

Onur Saylak; yönetmen tarafının böylesine başka bir vizyona sahip olduğunu bilmiyordum. Oyuncu seçimlerini kendi mi yaptı, bu dizinin geri planında başka kişiler var mı eğer imkanım olsaydı mutlaka sorardım. Eğer bu soruların cevabı “evet” ise sanat dünyamıza yepyeni bir bakış geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şahsiyet bugüne kadar Türkiye’de yapılmış en farklı dizi; abarttığım düşünülebilir, “sen hayatında daha kaç dizi izledin de böyle yorum yapıyorsun” denilebilir.

Benim estetik anlayışımın temelinde şu var; “bir eser tekrar tekrar izleme isteği uyandırıyorsa güzeldir.”

Yalnız olmadığımı biliyorum.

Emeği geçenlere teşekkür etmek için bu yazıyı yazdım.

Görseller; @filmdenkare, @anazorbus, @harita_ipi, @onediocool, @elifnurunuz_6, @hektorvartanyan, @ntv_yasam, @kaganbadem, @sahsiyetdizi

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..