Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '08

 
Kategori
Sinema
 

Documentarist film güncesinden 1

Documentarist film güncesinden 1
 

Elsa Dahmani BBB filmi dünya prömiyeri DOCUMENTARIST İstanbul Fest in açılışındaFoto ezgi umut 2008


"Üzgünüm Türkçe konuşamadığım için. Festival ekibine çok teşekkür ederim. Burada bulunmam büyük bir onur. İzleyeceğimiz ikinci film bir sanatçı grubunun kariyeri üzerine bir film.Onların arşiv görüntülerinin montajlarından ibaret. Birinci film ise İsrail ve Newyorklu bir grubun filmi. Bu filmin dünya prömiyeri de ilk defa burada sizlerle yapılacak. İyi seyirler."

Bu konuşmayı yapan genç Fransız yönetmen Elsa Dahmani. İyi seyirler dedikten sonra önümdeki koltuğa oturunca kendisiyle bir söyleşi yapma dileğimi fısıldıyorum. Kabul ediyor. Yakında bu sayfalarda söyleşimizi de okuyabilecek sinema severler.

DOCUMENTARIST * İstanbul Film festivali de bir ilklerden. Akşam üzeri Fransız Kültür Merkezinin bahçesindeki açılış kokteylinden sonra başlayacak prömiyer. Avrasya Sanat Kollektifi'nin üyeleri oradan oraya koşuşup konukları en güzel şekilde ağırlamaya çalışıyorlarken yüzlerindeki heyecan Prömiyerin başlaması ile dingin bir mutluluğa dönüşecek.

Kimbilir ne çabalarla, ne emeklerle oluşturuldu bu DOCUMENTARIST İstanbul Festivali **. Bu yıl şansım hep ilklerden açıldı, kentler arasında mekik dokurken. Meandros Festivali'nin hazırlık çalışmalarına da şahit oldum Didim'de. Başak Kamacı ve Ömhur Kaynak'ın olağanüstü çabaları ve herşeyin düzgün gitmesi için gece gündüz verdikleri emeğin ürünü Meandros Festivali *** de görülmeye değer ve halen devam ediyor Didim'de****.

Böyle çabalar için genç olmak gerek diyorum. Gençliğin enerjisi gibisi var mı? Bir de yapmakta olduğun işe inanmak ve benimsemek, sahip çıkmak. Hani bireysellik mi, kollektiflik mi tartışmalarına bu çabaları görenler anında son verir. Bireysel olarak güçlü istek ve inanç olmadan bu işler yapılamaz ama sonuç bizler için oluyor. Burada, Fransız Kültür Merkezinin Bahçesinde genç yönetmenlerin özverili heyecanı ve çabası görülmeye değerdi.Emel Çelebi idi yanılmıyorsam ve Necati Sönmez şimdilik tanışabildiğim yönetmenler ve festival düzenleyicileri.

Bahçede tam da tanıdık kimse yok diye üzülürken, ne göreyim. Benim Güney Amerikalı etnik müzik grubum orada değil mi? Hani şu acaba İndio Genes üyeleri mi bu müthiş müziği çalanlar diye Nisan ayında adlarına bloglar ***** yazdığım Güney Amerikalı müzisyenler.


Şefin başında yine o kızılderili tüyleri ve üzerlerinde deriden yapılmış kalın belki on kilodur, püsküllü kızılderili elbiseleri. Çok güzel bir konser verdiler ama darılmasınlar. O Nisan gecesinde kayıtlarını yapıp youtube koyduğum anın tadını bulamadım. Çünkü işe hoparlör ve mikrofon girmiş. Belki de yüreğimde acısı henüz taze olan dostumun kaybı da neden oldu gözlerimi durup durup yaşartan. Benim Güney Amerikalı müzisyenlerimin böyle düzeneklere hiç de gereksinimleri yok diyorum. Beyoğlu Belediyesinindir sanırım sadece gece sabaha karşı 3 ile 6 arasında durdurduğunu sandığım o tuhaf gürültü makineleri, çöp kamyonlu süpürgelerinin beyni tahrip eden matkap benzeri sesleri arasında bile kendilerini zevkle dinletmeyi başaracak derecede güzel çalan bu grubun öyle teknoya, mikrofona , hoparlöre filan inanın hiç gereksinimi yok. Bir de üçüncü eleman yok. Gitti mi acaba , soramadım. Beni tanıdılar elbette. Rastlaşmadığımız 1.5 aylık süreçte türkçelerini epeyce geliştirmişler. Paris'e gideceklerini söylemişlerdi, belki de gidip döndüler. Bu kez yanlarında bir Güney Amerikalı hemcinsim de var. Yine de hüzünle dinliyorum.

Sonra karşıdaki bölümde açılmış olan fotoğraf sergisini geziyorum. Fotoğraflar da acılı. 2000'li yıllarda İsrail'in Filistin kamplarına yaptığı baskından kaydedilen kareler. Ellerinde silahla poz veren Filistinli çocuklardan tutunuz da saldırıda yerle bir olmuş evlerin üzerinden geçen tanklardan ailesinin dört ferdini yitiren acılı adamın fotoğraflarına ve tank üzerinde başarılarını kutlayan İsrail askerlerine kadar geniş bir perspektiften alınmış fotoğraflar. Giden canların yanında malın mülkün evin eşyanın ne değeri var ki. 202 yılında Atlas Dergisi için Filistin'e giden Fatih Pınar'ın İkinci İntifada'nın ilk aylarında yaşananları belgelediği fotoğraflardan bir seçki. Sanırım 4-5 gün gibi kısa bir süre için sergileniyorlar. ayrıca Fatih Pınar'ın " Yürüyen Fotoğraflar" adıyla Ntv televizyonu ve NTVmsnbc haber portalında yayınlana multimedya çalışmalarının toplu gösterimi olduğu söyleniyor DOKUMENTARIST'in kitapçığında. Evet fotoğraf çok önemli ve görsel zekalarımız geliştikçe fotoğraf da farklı yöntemlerle ama giderek artan boyutlarda yer almaya başlayacak yaşamlarımızda.


Balkan Beat Box adlı belgeselinin dünya prömiyeri İstanbul'da yapılan yönetmen Elsa Dahmani' nin dünyası çocukluğundan beri filmlerle beslenip yeşermiş olmalı. Babası Cezayir asıllı Fransız yönetmen Toni Gatlif, ben Güney Amerikalı müzisyenlerimi kovalarken Nisan ayında istanbul Film festivaline konuk olmuş. İstanbul öyle büyük, öyle zengin etkinlikleri olan bir kent ki hepsini izlemek olanaksız. Festivaller bitince hele de sayfalarımda hevesle, özendirerek tanıttıklarımdan iseler içimi bir pişmanlık sarıveriyor. Seneye diyorum, gelecek yıl bir tanesini bile kaçırmadan hepsine gideceğim. Acaba ?...

Tuhaf şeyler düşünüyorum zamanın akışı ile ilgili olarak. Zaman içinde bulunduğumuz zaman sonsuzluk. Bunu bugün izlediğim o muhteşem belgeselden duydum. Sözcükler tam tamına olmasa bile benzerdi.

"Sonsuzluk şimdidir. Gelecek yok! Gelecek şimdi."

Zaman sonsuzluk ama eksisine geri dönülemeyen bir sonsuzluk ve sen bitince senin sonsuzluğun da bitiyor zamanınla birlikte.

Ölüm ise bitiş, yok oluş ne yapsan ne etsen gideni geri getiremeyeceksin ve çaresiz bir durum. Sonsuzluk bizler için burada bu dünyada bu gezegende ve yaşarken değil mi? Dayanabilenler için yani yazımın uzunluğuna, sonunda o filmden de Kara Güneş belgeselinden de bahsetmek isterim doğrusu. Çok güzel bir belgesel. Hazır aklımda tazeyken yazmalıyım.

Evet tuhaf şeyler düşünüyorum. Ablayı en son ne zaman uğurlamıştım. Kadıköy - Beşiktaş iskelesinden turnikeleri geçip de gözden kaybolana kadar yorgun ayaklarını ve hafifçe geçen yıla göre biraz daha eğilmiş bedenini sürüyerek küçük adımlarla yürüyüşü günlerdir usumdan çıkmıyor. Oysa o anda fotoğrafını çekmek istemiştim. Tam gözden kaybolmadan önce dönüp Ayselle bana el sallayışını... Ama belleğim çoktan çekmiş o fotoğrafı. Sürekli olarak canlandırıyor. Bu böyle sürecek ve korkunç acı bir süre daha devam edecek. Zaten kendimi atmalar dışarılara ve yazılara gark etmeler hep bundan. Atilla İlhan'ın dı galiba şu sözler: Her gidenle birlikte insan kendi gidişini de düşünürmüş. Ölümü çok sorgular oldum. Ölümü sorgularken de yaşamın önemi daha bir anlamlı olarak belirdi gözümde. Önemli olan kişi öldükten sonra gelen giden olmak değil ki. Önemli olan kişiler yaşadığı sürede onlara gerekli özen ve yakınlığı gösterebilmek. Gerçek insanlık bu olsa gerek. Kabalcı'dan çıkan İrvin Yalom kitabını okuyorum, "Güneşe Bakmak, Ölümle Yüzleşmek", bu tuhaf duygularlımla baş etmek için. İlk iki bölüm iyi gelir gibi olmuştu ya bu koşuşturmalarda kitabı bi kenara bıraktım.

Bu ne biçim sinema yazısı diyecek okuyanlar. Evet Elsa Dahmani ile film bittikten sonra konuştuk azıcık. Aslında düşündüm söyleşi sırasında da, onu o mutlu gecesinde fazla esir almak pek de doğru görünmedi gözüme. Kalanını da bugün tamamlayacağız. Ondan sonra da bant çözmeler ve yazma faslı başlayacak. Ama yayınlayacağım elbette. Bu işler sıcağı sıcağına olmazsa hiç olmuyor. Dağ Filmleri Festivali ****** yöneticisi Murat Yılmaz ile kısa söyleşimiz de bekliyor.

BBB yani Balkan Beat Box Kind of Home, Balkan Beat Box gurubunun 2008'de Tel Aviv'de verdikleri ve araya sürpriz olarak pek çok sanatçının katılıverdiği son derece özel bir konserin belgesi. Sanatçılar katıldıkça heyecan ve neşenin doruklara çıktığı bir anlamlı buluşma. Grup üyeleri, sahne arkası, çocukluğa dair hikayeler ve Berry Sakharof gibi özel konukların sunumu eşliğinde en büyük tutkularını, MÜZİK' i anlatıyorlar.

Zaman zaman fantastik etkisi uyandıran sahnelerde büyülendim adeta. Müzik sadece BBB topluluğunun tutkusu değil yönetmen Elsa Dahmani'nin de tutkusu. O denli tutkulu olmasaydı müziğe, bu kadar güzel bir belgesel oluşturamazdı. O sıcak kanlı Akdeniz insanının damarlarında dolaşan şey müzik. Bunu anlayabiliyorum, Elsa'nın belgesel çekmeyi çok sevdiğini de. Fotoğraflarını çekerken makineyi eline alıp kendi fotoğrafını çekmesinden , çektiği güzel filmden, sonra eve dönüp de MYspace.com daki sayfasına girdiğimde orada gördüğüm müzik belgesellerinden anladım.

Filmde baştan sona tempolu bir müzik olması bana gerçek yaşamı düşündürttü. Gerçek yaşam bu kadar müzikli değil ki diye düşündüm. Yani müzik bu kadar kollektif paylaşılmaz günümüzde. . Ve hatta MP3 takıp uzayda gezer gibi yürüyen insanlar bile aslında yalnızlık kuyularında kaybolmaktadır. İşte o zaman kavradım. Oysa Elsa müziği bir birleştirici insanlığı bütünleştirici olarak kullandığı fantastiğe yakın sahnelerde bu dileğini yansıtmıştı. Evrende yankılana ses. Müzik coşkusu ile bir araya gelen insanlar farklı milletlerden. Güzel bir umudu yansıtmıştı belgeselinde Dahmani.

Kendisine şunu söylemeye çalıştım:
Siz müziği seviyorsunuz ve tüm insanlığı birleştirebilecek bir kavram olarak bakıyorsunuz müziğe ve umutlusunuz bu fikrinizin gerçekleşeceğinden. Elsa Dahmani de söylediklerimi onayladı. Anlamışım yani. Öyle sevindim ki.

Prömiyerin ardından izlediğimiz Elsa Dahmani'nin ikinci belgeseli de yine bir müzik grubuna aitti.Bir Roman grubunun Taraf de Haidukus grubunun dünya serüveni vardı bu belgeselde de. Grubu yıllar yılı gölge gibi izleyip artık onların bir parçası haline gelen Belçikalı Michael Winter ve Stephane Karo'nun 90 lı yılların başından beri çektikleri görüntülerden oluşan belgeselde , Çin'den Meksika'ya kadar pek çok farklı kültürden dinleyiciler üzerindeki etkilerini izliyoruz.

Kara Güneş ( Black Sun) belgeselini kısaca açıklamalıyım.Yönetmeni Gary Tarn.

Hani bazen bazı olayları, bizim için olmadığını düşünür, hiç de başımıza gelebileceğini yakıştıramayız kendimize. Öylesi bir olay yaşıyor Fransız ressam ve sinemacı Hugues Montalembert bir gece Newyork 'taki yeni evinde.Yıl 1978. (Filmde tarihler merakımı uyandırmıştı. Bu tarihi ben internet araştırmasından buldum. yani sanatçının kaç yaşında olduğu ve yıl gizemle saklanmışltı sanki. Sonradan tarihler çıkmaya başladı.) Evde iki kişi, uyuşturucu parası almak amacıyla soygun için beklemekteler. Sanatçı kendini korumak için şöminenin demiri ile uzun adama vuruyor elindeki bıçağı düşürmek için ama kısanın cebindeki tabancadan haberi yok. Tabanca boya silme tabancası. Tabancadaki boya incelten kimyasal maddeyi, yüzüne püskürtüyor saldırganlar ve asitin suyla yıkandığında geçtiğini bilen sanatçı yüzünü yıkasa da baz yapıştığı yerde kalıyor. Yapıştığı yer gözleri ve 24 saat içinde kör oluyor Montalembert. Bu talihsizliğe meydan okuyarak dünyayı dolaşmaya kara veriyor.

İlginç olan böyle bir senaryo anlatılınca aklınıza hemen acılar içindeki kör adam gelir değil mi? Şaşıracaksınız ama bizim filmimizde bu yok. Kör adam görüş alanımızda yok. Öykü çoklukla onun gözlerinden anlatılmış. Kör bir insan olarak kimsenin yardımını kabul etmiyor. Hatta annesinin gelme önerisini bile. Sonra dünyayı dolaşmaya çıkıyor. Yalnız başına Bali'ye gidiyor.Yukardaki yazdığım "sonsuzluk şimdidir, ölünce zaman biter" sözcüklerini söyleyen sanatçı 1980 de Bali'de İngiltere ve Kuzey Amerika'da Eclipse adıyla bilinen dilimize TUTULMA adıyla çevrilen bir roman yazmış. Şimdi de üçüncü romanını tamamlamak üzereymiş.

Yönetmen Gary Tarn ve Hugues Montalembert ile 2007'de ile yaptığı söyleşide******* Jonathan Marlow'un belirttiği gibi yönetmen bazı bölümleri ses ve imgesel olaylarla tamamlamış.

Bu söyleşi de De Montalembert, Eclips'in bir hikaye olduğunu, oysa Kara Güneş'in bir hikaye olmayıp bir düşünme, bir yansıtma, bir meditasyon olduğunu önemle belirmiş.Karagüneş belgeselini, iki kişi arasında oynanan bir ping pong topuna benzeterek, oyuncuların istediği gibi vurabileceklerini vurgulamış. Ben sadece sözcüklerden sorumluydum diyor Montelambert. Garry görsellikle ilgili çalışmasında tamamen serbestmiş. Montalembert'in bakışlarından diyorum ya belgesel için, kazadan sonra iyice bulandı sahne ve değişik görüntüleri, tıpkı görme yetisi kendisinden alınan adamın belleğinde beliren o tuhaf görüntüleri yaşadık birlikte. Ama sonra ileriki yıllarda Vietnam gezisinden sonra Hindistan'da özel bir görme yöntemi kazanmıştı. Buna içgörü mü demek gerek bilemiyorum. Hala kör ama usunda güzel görüntüler canlandırma yetisini geliştirmiş bir kör adam...

Bu filmi ne yapıp edip bi kez daha izlemek gerekiyor. İçinde müthiş bir yaşam felsefesi var. Tıpkı İrvin Yalom'un da belirttiği gibi bazı olaylar ve kırılma noktaları yaşamın anlamının (bana göre ek olarak ne kadar kısa bir süreç olduğunun) daha iyi kavranmasına ve daha anlamlı bir yaşam sürdürülmesine neden olabilir.

Elimden gelse de tüm film boyunca bana düşündürdüklerini anlatabilsem. Elimden gelse de Elsa'nın filmindeki o müziğin birleştirici temasını, umudu açıklayabilsem. Ama çoktan güneş doğdu, sıcak bir gün sarıyor İstanbul'u..Siz iyisi mi festival sayfasına** gidip programa bakın ve bu güzel belgeselleri kaçırmayın. En güzel belgeseller gösteriliyor Fransız Kültür Merkezi'nde ve Pera Müze'de. Akşama da başka bir seçenek var. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde bahçe sinemasının******** dayanılmaz hafifliğini yaşamak...


* http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=118725

** http://www.documentar-ist.org/home.html

*** http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=115609

**** http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=115609

***** http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=103607

****** http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=79081

******* http://www.greencine.com/central/node/77

******** http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=118420




 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..