Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '16

 
Kategori
Felsefe
 

Doğa bizim en büyük öğretmenimizdir.

Doğa bizim en büyük öğretmenimizdir.
 

3200 yıllık sekoya ağacı


Biliyorsunuz doğa bizim en büyük öğretmenimizdir.

Örneğin bir ağacın bakımından ne tür hayat dersleri çıkarılabilir siz bile şaşabilirsiniz.

Mesela ben, kendimle ilgili bazı sorular sorup, yanıtlarını ararken, kendimi ağaç örneği verirken buldum. Ulu bir ağaç gibi olmak istediğimi ve ulu bir ağaç içerisinde yaşamayı istediğimi söylüyordum. “Neden” diye sordu diğer kişi. “Altımda huzurla uyusunlar diye, dallarımdaki yemişlerden faydalansınlar diye, onlara tarihi hatırlatsın diye, onlara ‘güç istikrardır’ı öğretsin diye, canlılara barınak olsun diye” gibi çeşitli yanıtlar verdiğimi hatırlıyorum. “bir ulu ağaç nasıl olunur” diye sordu? “Gün be gün yukarıya doğru ilerleyerek” dedim. “Bedenimden yeni dallar çıkmasını ve onların da yerçekimine meydan okuyarak güçlenmesini ve ilerlemesini ve onların da dalları olmasını sağlayarak. Yukarı çıktıkça, çapı da büyümesiyle, yere daha çok bağlanarak, köklerimin daha güçlü toprağın derinliklerine dalmasıyla, diye bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum.

Bu konuşma sırasında ağacı bir topluluk olarak da hayal ettiğimi anımsıyorum. Hepsi tek köke bağlı ama her biri giderek güçlenen kocaman dallar gibi, yukarıya doğru yükselirken aynı zamanda genişleyen ve çapını yani etki alanını büyüten kocaman bir ağaç. 4112 yıllık Zonguldak’daki porsuk ağacını okuduğumda çok mutlu olduğumu ve ona dokunmak, onu görmek istediğimi farketmiştim.

Sonra birden birlikte yaşamda bu uyum içerisindeki ileriye hareketin ne kadar zor olduğunu düşünerek, hüzünlendim. “Ne oluyor” diye sordu diğer kişi. Dedim ki, bazı dallar ince kalıyor ve en ufak bir rüzgarda kırılacakmış gibi hissediyorum, üzülüyorum. Bazı dallar hiç yeni sürgün vermiyor ve onun olduğu bölge ne gölge ne yemiş veriyor. Bazı dallar, diğer dala sarmalanıyor ve ikisi beraber birbirlerini aşağıya sarkıtıyorlar, belli ki ileri bir tarihte kırılacaklar. Oysa aynı bedene bağlıyız ama ne kadar farklıyız.

Bazı dalların üstünde de zararlıların oluştuğunu görüyorum ve telaşlanıyorum. Ne de olsa diyorum ki tüm bedeni korumak zorundayım, nedense kendime hayatta böyle bir ödev seçmişim. Bu sefer tüm bedeni zararlılardan korumak için ne yapmalıyım diye araştırmalara giriyorum. En son çare o dalı kesmek ama kesmeyi değil tedavi etmeyi öncelikle düşünüyorum. Ama bahçıvan olmak, ağaçlardan anlamak da bir uzmanlık işi, değil mi? Elbette her ağacın boy atması, yeni sürgün vermesi için zamana ihtiyaç var, meyve vermesi için olgunlaşması gereken bir zamana ihtiyacı var. Zaman zaruridir ve kökler ve gövde, durmaksızın suyu, minerali her koşulda yukarıdaki en uç noktasına kadar taşımakla yükümlüdür. Sen sadece sana düşen ödevi yap, gerisi ne olursa olsun diyemiyorum. Benim ödevimin sadece gübre-su-mineral taşımakla sınırlı olmadığını, tüm bedeni canlı tutmakla da yükümlü olduğumun farkındayım. İşte bu yüzden bazen nasıl müdahele edeceğimi bilemiyorum ve çok acı çekiyorum. Öncelikle ne tür bir zararlı olduğunu anlamam gerekli, doğru tespit önemlidir diyorum, zararlılarla mücadele için. Yapılacak olan böcek ilacı sıkmaktır. İşte tedavi kısmında takıldığım noktaya geldik. Bundan sonrası benim için, ustalaşmayla ilişkili. Yani hangi zararlı için ne tür bir doğa dostu ilaç kullanılır?

Ağaç alegorisi belki sizlere de ilham olur ve bazı sorularınıza yanıt bulursunuz diye sizlerle paylaşıyorum. Tekrar baştan başlayalım.

Fidanı bir birey olarak düşünürsek, fidan olarak dikilen ağaçların ne kadarı yaşamaktadır? Neden o fidanlar yaşamaktadır da diğerleri ölmüştür? İlk sorunun yanıtı, bazı bilgilere ihtiyaç kılar, örneğin nereye dikilmiştir? Toprak o ağaç türünün yetişmesi için sağlıklı mıdır? İlk dikilirken hayat suyu verildi mi, yeterince derinliğe dikildi mi? Dikilen yerde güneş görme şansı var mı? Yağmur yağdı mı? Tüm bunlar o ağacın ölüm sebebi olabilir.

Her bir soruya yanıtınız olumlu olmuş ve yine de ölmüş ise o zaman biraz daha detaylı inceleyelim. Hayat bu, kim bilir ne fırtınalar, ne yağmurlar, yakıcı güneşler gördü. Susuz kaldı hatta belki beslenemedi. Kışın kar yağmadı, toprağı taş kesti, kim bilir başına neler geldi, bilinmez ki, hayat bu. Diğer taraftan biliyoruz ki kökleriyle toprağa her geçen gün daha sıkı tutunan, her seferinde “vazgeçmeksizin” mücadele veren diğer fidanlardan ne farkı vardı. Onlar da aynı susuzluğu, aynı cehennem güneşini, aynı fırtınayı görmediler mi? Hatta biraz aralarında boyu atanlar bu rüzgar-karın etkisini daha şiddetli yaşamadılar mı? Aynı zararlı, hemen yanındaki ağacı pas geçip sadece kendisine mi saldırdı acaba?  Benim böyle sorular karşısında, kendi bilincimle verebildiğim en iyi yanıt, tohumun güçlü olması yanıtıdır. Diğer fidanlar arasında tutunabilenler, tohumları iyi olanlardır. Başka yanıt, bu aklımla bulamıyorum.

Bir topluluk olarak ağacı düşünmeye devam edersek, fidanın hayatta kalması, işbirliği ve adalet ile mümkün olur. Yani kökler, gövde, dallar, yaprakların hepsi kendi ödevlerini en iyi şekilde ve hatta daha fazlasıyla gerçekleştirdikleri zaman o ağaç hayata tutunur. Zararlılara, tek bir vücut gibi direnerek galip gelir.

Diyebiliriz ki zararlılar, her yerde ve hayatın tüm aşamalarında vardır. Hatta onlarla birlikte yaşarız. Doğrudur. Onların etkisinde sağlıklı olduğumuz sürece kalmayız, ne zaman zayıflarız o zaman bu zararlılar çoğalır, tüm bedeni kaplar ve içten içe çürüterek, kendini öldürür. İşte bazen, kendisini içten içe çürüten dalları gördüğümde, ona gücümün yettiğince var olan değerleri aktarmaya çalışıyor, kendi gücünü çıkartması için teşvik ediyorum ama yetmediği durumlar oluyor. O zaman dallarda açık yaralar oluşuyor, kovuklar ve çürükler ortaya çıkıyor. Bu durum da hem tüm ağacın sağlığını tehdit edebilir hem de ağacın sağlıksız görülmesini sağlayıp, kuşların veya diğer canlıların gelmesinin önüne geçebilir korkusuna kapılıyorum. Yine çözüm üzerine odaklanıyorum.

Ağaçlarda her yıl olduğu gibi böyle durumlarda da, budama yapılır bilirsiniz. Kuru, yaş ve doğal budama çeşitleri vardır. Bütünün sağlığı ve ileriye doğru büyümesi için, budama da sağlıklıdır. Ağaçlar.net sitesinde şöyle yazar: “Budama kelime olarak ölmüş (kuru) yahut canlı (yeşil) dalların alınması demektir. Farklı çeşitleri olan budama işlemlerine sırasıyla “kuru budama”, ya da “yaş (yeşil) budama” adları verilir. Bunların dışında bir de “doğal budama” vardır ki bu da yeterli ışık alamayan dalların kuruyarak çürümesi sonucu rüzgar, kar veya fırtına etkisi ile gövdeden ayrılması demektir.”

Aynı internet sitesinde ölmeye yüz tutan kısımlar için ağacın tepkisi de şu şekilde yazılmıştır: “Biyolojik yapı olarak baktığımızda ağaçların üzerlerinde açılan yaraların etrafında bulunan canlı hücreler, yarayı kapatmak, birbirleri ile kaynaşarak kesiksiz bir kambiyum ve kabuk tabakası meydana getirmek için faaliyete başlarlar.” Bu canlı hücrelere teşekkür edilmeli. İşte yanıt, bu canlı hücrelerin sayısını ve etkisi arttırmak.

Doğanın bekası için sağlıklı ağaçlara ihtiyacımız var, o zaman canlı hücrelerle uğraşalım, sayılarını ve güçlerini arttıralım, onlar sayesinde hayat devam edecek. Dünya varolduğundan beri olduğu gibi.

Diğer kişi şöyle dedi “ İnsanları yürümek istedikleri yolda desteklemek, onlara yolu göstermek yerine, üzerinde yürünecek yolu inşa edip, yürüyerek onlara örnek olmaktır. Yolun seçimi, yürüyüş hızı, düşme, kalkma, bekleme tamamen yürüyecek olanın seçimidir.”

Ben de onaylayarak gülümsedim ve yolumu yürümeye devam ettim.

 
Toplam blog
: 68
: 2603
Kayıt tarihi
: 27.05.11
 
 

Çoklu paydaş ortamında çalışma yeteneği, özellikle inovasyon ve kümelenmeyi teşvik etmek için kamu k..