Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '06

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Doğduğum ev

Doğduğum ev
 

Evin yanında bir harman vardı, harmanın yanında büyük bir dut ağacı. Yeşilöz köyünün alt tarafında olduğu içi Aşağı Köy derlerdi bizim evlerin olduğu yere. Altı ev vardı o zamanlar. Hepsinde yaşayanlar olurdu. Biri yıllar önce yıkıldı, şimdi beş ev kaldı ve yalnızca birinde yaşanıyor. Bu evlerden birinde doğmuşum, o evde birkaç yıl öncesine kadar yaşam vardı ama o da terkedildi şimdi. Birgün yıkılıp, bir tahta yığını olarak göreceğimi biliyorum.

Doğduğum ev ahşaptı, büyükbabam kırklı yıllarda yaptırmış. Babam anlatır, evin yapıldığı çocukluk yıllarını. O anda oturdukları evin hemen yanına bir ahşap ustası yapmış bu evi. Uzak köylerden birindenmiş usta, sabahtan akşama çalışır, aynı sofrada yemek yerler ve kimi zaman gece de misafir olur, ertesi sabah çalışmaya devam edermiş. Artık aileden biri gibi olmuştu diye anlatır. Viran haldeki eski evden buraya taşındıklarında yaşamları kolaylaşmış. Üç kardeşin evleri yanyanaydı.

Büyükbabam ve babaannemin 6 çocukları olmuş. İki oğullarını kırklı yılların zor ekonomik ve sağlık koşullarında küçük yaşlarda yitirmişler. Bilmediğim amcalarım hiç anlatılmamıştı çocukluk yıllarımda. Yetmişli yıllarda bir akşam büyükbabam ateşlendiğinde sürekli iki ismi sayıklamaya başlamıştı: Selahattin ve Nabi... O akşam öğrenmiştim. Otuz yıl sonra bile ateşli bir anda ortaya çıkıyordu, silinememiş acılar. Köyümüzdeki mezarlıkta yanyana iki küçük mezar vardır üzerinde soyadları olmadan yazılı adlarıyla.

Doğduğum evde yedi yaşıma kadar yaşadım. İki katlı bir evdi. Evin alt katında kiler gibi kullanılan bir oda vardı, diğer yarısında hayvanlarımız yaşardı. Benim en son bildiğim zamanlarda bir inek, onun yavrusu ve bir eşeğimiz vardı. Her zaman tavuklarımız olurdu. Tavuklar sabahları kendileri çıkarlar akşama kadar evin etrafında eşinip birşeyler yerler, akşam yerlerine dönerlerdi. Bazı tavuklar cana yakın olurdu, peşinde koşturunca çöküverirlerdi, kucağıma alır severdim.

Günüm genellikle evin çevresinde geçerdi. Şimdi gittiğimde birkaç çocuk gördüğün yerlerde o zamanlar cıvıl cıvıl çocuk sesleri olurdu. Aysel benden bir yaş küçük kardeşimdi. Ben kocaman bir çocuk olduğum için onu yaşıtım saymadığım için oyunlardan dışlarmışım. Bir keresinde bahçedeki küçük göle düşmüş, haber bile vermemişim. Görmeseler boğulacakmış. Şimdi Aysel’le komşuyuz, hemen hemen hergün görüşüyoruz. En yakınım o.

En uçtaki evdeki büyük amcamız Raşit dede savaş görmüştü, bize savaş anılarını anlatırdı. Savaşta nasıl yaralandığını, Ankara’ya kadar nasıl yürüdüğünü anlatırdı. Ankara’nın uzaklığını anlayamazdım o zamanlar. Benim bildiğim en uzak iki yer babamın terzi dükkanının olduğu İnebolu ve annemin köyü olan Akkonak köyüydü. Raşit dede elinde bir çöple toprağın üzerine adlarımızı yazardı yeni ve eski harflerle. Ben iyi bir dinleyicisiydim, o da hep anlatırdı. Eski ayları öğretmişti o zamanlar, sırayla bilirdim. Zaman silmiş, simdi düşündüm de sıralayamadım. Belki bir ateşli anda anımsarım.

Hemen yanımızdaki evde büyükamcamız Şükrü dedeler otururdu. Sükrü Dede hep şen kahkahalar atardı. Sabahları büyükbabamla beraber işe giderlerdi. Büyükbabam Etibank’ta, Şükrü dede hükümet konağında çalışırlardı. Akşamları toplanırlar büyükbabamla domino oynarlardı. Misafir geldiği zaman lüks lambası yakılırdı. Gaz konulur, pompalanır, fitili düşmüşse yenisi takılırdı. Diğer zamanlar gaz lambası ile aydınlanırdık.

Bizim evde büyükbabam, babaannem, annem, babam, halam, iki kardeşim Aysel ve Altan’la yaşardık. Babaannem ve annem hep bahçelerde çalışırlardı. Hiç işleri bitmezdi. Halam herşeyimizle ilgilenirdi. Ali Amcam öğretmendi, Küre’de çalışırdı. Hayri amcam ortaokulda sonra da lisede okuduğu için yalnızca tatillerde gelirdi. Hayri amcamın gelmesini dört gözle beklerdim. Sevecen ve muzip amcamızdı, kırk yıl sonra hala aynı şakacı amcamız, bulunduğu her ortama neşe taşıyan.

Evde bir kişi daha vardı: Pakize hala... Büyükbabamın ablası. Evlendikten çok kısa süre sonra eşi o zamanlarda bizim oraları kasıp kavuran hastalıklardan birinden ölmüş. Tifodan derlerdi. Henüz daha çocukları da yokmuş. Pakize halamız da kardeşlerinin yanına dönmüş. Benim bildiğim zamanlarda bizim evde yaşardı. Çocuklarla ilgilenirdi. Ben çok severdim. En son İnebolu’ya gittiğimde mezar taşındaki silinmiş yazıyı dikkatlice okudum. 1973 yılıydı öldüğü zaman. Duyduğumda çok üzülmüştüm. Bir ablası daha vardı, Fatma hala. Onlar aynı köyde biraz uzakta otururlardı. Oğlu Cemal abi çok çalışkan ve becerikliydi. Cemal abi hep çok özeldi hepimiz için, hala sık sık görüşürüz ve çok severiz.

İki evin ortaklaşa kullandıkları bir fırın vardı. Fırın yakıldığında iki evin ekmekleri yapılırdı. Büyük teknelerde hamur mayalanır, yuvarlak tavaların içine defne yaprakları serilir, onun üzerine hamurlar doldurulurdu. Tavalara hamuru tam doldurmadıkları halde, ekmek pişince tavadan taşmasını aklım almazdı, o çocukluk günlerimde. Fırın yandığı günlerde pazılı, kerevizli pideler de yapılırdı. Herkes çok severdi ama benim pek hoşuma gitmezdi. Fırında yalnızca ekmek pişmezdi, elma, armut hoşafları yapılırdı, meyveleri kesip, fırında kuruturlardı. Kışın bunlar suda kaynatılırdı. Kuru kuru da yenilirdi ama benim çocuk dişlerim onları kesemezdi.

Harman yaz aylarında çok eğlenceli olurdu. Buğdaylar biçilir, harmana serilir. İki öküzün çektiği düvenle saatlerce ekinlerin üzerinde dönerdik. Düvene binmeye bayılırdım. Sanki bir lunaparkta eğlenmek gibi birşeymiş ama onu o zaman bilmezdik. İlk kez lunapark gördüğümde lisedeydim.

1965 yılında babam Almanya’ya çalışmaya gittikten bir yıl sonra izne gelmişti. O yaz Şükrü dedelerin harmanında fotoğraflar çekinmiştik. Albümümüzdeki ilk renkli fotoğraflar bunlardı. Bizim harman kullanıldığı için topraktı ama diğer harman o yıllarda pek kullanılmadığı için yerler yeşildi. Fotoğraflar güzel çıksın diye orada çekmişler. Bebekken fotoğraflarımızı fotoğrafçıda çekmişler, onları anımsamıyorum. O gün ilk kez fotoğraf makinesi görüyordum. Babam tripodun üzerine fotoğraf makinasını vidalayıp, zembelekli otomatik çekme aygıtı kurup yanımıza koşturduğunda ne olacağını bilmiyordum. Yıllar sonra o makineyi kurcalamaya başladığımda çözmüştüm o anda olanları.

Fotoğrafla tanıştığım zaman ise benim anımsayamadığım zamanlarda. Ali amcamın okullarda arkadaşlarıyla çektirdiği fotoğrafları bir makasla nasıl katlettiğimi anlatırlardı. Birgün evin çatı arasındaki yerde, bütün fotoğraflardan amcamın fotoğraflarını kesip almışım, diğer yerlerini atmışım. Herhalde çok iyi birşey yaptığımı sanıyordum. O çatı arasına çekilip yalnız kalmayı severdim. Demek yaramazlık yapmak içinmiş.

Sebze yetişen yerler bahçe, tahıl ekilen yerler tarla olarak adlandırılırdı ve özel adları olurdu: Ziller köyü, gavurun yeri, kirenlik, kaş altı, türbe yanı... Dört yaşımdayken anımsadığım ilk anılarımdan biriydi o gün verilen görev. Annem doğum yapıyormuş onu tarladaki babaanneme haber vermemi istemişlerdi. Ancak ben tarlaların adlarını çok iyi bilmezdim. Biryerlere koşturduğumu anımsıyorum ama haber verip veremediğimi bilmiyorum. 16 Ağustos 1963 günüydü. O gün Altan doğdu benim doğduğum evde. Şimdi her bayram ve 26 Ocaklarda köye doğduğum eve ve biraz ilerideki mezarlığa gidiyorum, Altan’ı ziyarete. Çocukluğumda oyun oynadığım yerler şimdi hüzün veriyor.

 
Toplam blog
: 1735
: 2429
Kayıt tarihi
: 22.09.06
 
 

27 Mart 1959'da İnebolu Yeşilöz Köyünde doğdum. Yeşilöz Köyü İlkokulu, Yeniyol İlkokulu, İnebolu ..