Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Doğduğum topraklar

Doğduğum topraklar
 

Bir gün gideceğini, onun da diğer düşler gibi sararıp dalından düşeceğini biliyordum. Okul çıkışı hep onu bekler, usuldan yanına sokulur, “Beraber yürüyelim mi?” diye sorardım. Gülümserdi başını sallayarak. Gülümsedikçe dudakları uzar, kısılan mavi gözlerine apayrı bir parıltı gelip yerleşiverirdi. Ne güzel gülümsediğini, ve ne güzel gözlerinin olduğunu söylemeyi planlardım hep. Ancak söyleyemezdim bir türlü. Sözcükler boğazıma düğümlenir, öksürmeye başlardım. “Neyin var?” diyip sırtıma vururdu, o dokundukça ben öksürmeye devam ederdim. “Soğuk almışsın galiba. Daha sıkı giyinmelisin!” Beni düşünürdü, onun benim için kaygılanması hoşuma giderdi.

Sütlü kahve rengindeki çamur birikintilerinden atlarken ipeksi saçları dalgalanırdı ve ben saçlarına dokunmayı düşlerdim; düşlerken içimi tuhaf bir sıcaklığın kapladığını fark ederdim, eli elime değsin diye yaklaştığımda teninin tenimi yakmasını severdim… ne çok severdim ben onu! Ama o hep “Gideceğim, ” diyordu. “Gideceğim yerde öyle çamur yok.” “Gitme, ” derdim ben de. “Sen de gel o zaman!” “Ben gelemem. Ama sen kalabilirsin.”

“Babam kararını verdi, eşyaları toplamaya başladık bile, ” derdi içimi yaralayarak. Gideceğim, sözcüğünü o kadar çok telaffuz ediyordu ki, artık kanıksamıştım. Hiç gitmeyeceğini düşünüyordum içten içe. Beni kızdırmak için öyle söylüyor olmalıydı. “Taşınacağımız binanın karşısında çocuk parkı bile var. Hem ben sinemaya gitmek istiyorum, tiyatroya gitmek istiyorum. İleride konservatuara gideceğim. Eğer kendimi geliştirirsem babam bana bir keman alacağına söz verdi.” Ardından uzaklarda, günbatımına yakın, koyu renkli bulutlar dağılmaya, ve eğik günışığı yüzündeki tüyleri yalayarak gözlerimi kamaştırmaya başlıyordu. Hayranlıkla onu izleyen bana bakıyor, gülümseyerek, “Neden bakıyorsun?” diye soruyordu. Ve ben yine boğazıma düğümlenen sözcüklerle öksürmeye başlıyordum, onun elinin sıcaklığını sırtımda duyumsayabilme umuduyla.

“Gideceğiz, ” diyordu. “Babam kararını verdi, az kaldı!” “Gitme, ” diyordum yakaran bir edayla. “Gitme, gidişin içimde boşluk olur, sonra hüznün dolar geceleri…”

“Gideceğim. Gitmeliyiz diyor, babam. Geleceğimiz için ben ve kardeşim iyi bir kolejde okumalıymışız. Hem üzülmene gerek yok, unutursun nasıl olsa!” Unutmak? Cayır cayır yanan bir orman, tek battaniyeyle söndürülebilir miydi? Beni anlamak istemiyordu. Umursamazlığı git gide umarsızlığıma dönüşüyordu.
Yine onun heyecanıyla okula gittiğim bir sabah onu göremedim. Okul çıkışında onu bekledim. O gün… ertesi gün… diğer günler! Bir daha onu hiç görmedim. Dediğini yapmıştı, bir gün apansız gidivermişti. “Seni buraya bağlayan ne? Sen de gelsene!” diyordu. O’nun ardından gidecek cesareti bulamadım hiç kendimde. Ancak beni buraya bağlayan nedenler ondan sonraki günlerde kafamı kurcalamaya devam etti.

İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir, diyordu Marquez. Sahi bizi bu topraklara bağlayan neydi? Altında yatan ölülerimiz mi? Yoksa hiç solmayacak hatıralarımız, kopamayacağımız sevgililerimiz mi? Bilmiyorum. Bu soruya hiç kimsenin cevap verebileceğine inanmıyorum. Hiç bitmeyecek bu sorular bence, insanların doğduğu topraklara olan özlemi dinmeyecek. Bir gün çekip gideceğim’ler yaralamaya devam edecek yüreğimizi. Ve bir gün apansız çekip gidecekler sahiden. Onlar çekip gittikçe, biz özlemeye devam edeceğiz.

 
Toplam blog
: 5
: 983
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

1982 yılında dogdu. Tarihçi...