Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Doğru cevaba gitmenin yolu, doğru soru sormaktır...

Doğru cevaba gitmenin yolu, doğru soru sormaktır...
 

Tartışma konusunun ortaya konuluş şekline (sorulan soru) dair itirazımı dile getirerek başlamak istiyorum.

Mısır'da yaşananların Türkiye'ye de benzer bir etkiye neden olup olmayacağı, gelişmeler üzerine en son sorulabilecek soru olur. Örneğin;

-Mısır’da yaşananlar, ABD’nin dünya ve Ortadoğu üzerindeki hegemonyasını nasıl etkiler? Bu gelişme "dünyada güç merkezinin doğuya kaydığı" tespitini doğrular mı?

-Mısır’da yaşananlar, Ortadoğu coğrafyasında yeni bir yönetim kültürünün geliştiğinin ifadesi olabilir mi? Batının emperyalist politikalarından sıyrılan İslam toplumları demokrasi ile buluşabilir mi, yoksa teokratik devletler bataklığına mı dönüşürler?


soruları olabilirdi. Yok, eğer illaki sorunun içinde Türkiye’nin geçmesini istiyor ve blog yazarlarının konuya ancak bu şekilde müdahil olacaklarını düşünüyorsak sorular şunlar olabilirdi;


- Ortadoğu’da, ABD, Avrupa ve İsrail’in, en güvendikleri müttefikleri olan Mısır ve Mübarek’i yitirmeleri halinde, Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonu bu gelişmeden nasıl etkilenir? Batının elinin daha mahkûm olduğu bir ülkeye dönüşür müyüz?

- Türkiye’nin, gerek 60 yıllık demokrasi denemeleri, gerekse de son yirmi yılda rejimin ve muhafazakar toplumun yaşadığı değişimin, Ortadoğu’daki bu hareketlere katkısı nedir? Ortadoğu toplumları, Türkiye örneği üzerinden, batı desteği ile ayakta duran, laikçi diktatörler ile teokratik rejimler dışında bir seçenekleri olduğuna inanmış olabilirler mi?


Tüm bu sorular, “Mısır’da yaşanan isyanların üzerinden, Türkiye de benzer bir süreçten geçer mi?” sorusundan daha anlamlı ve gerçekçi. Ama madem bu soru sorulmuş, yukarıda sorduğum sorulara cevap vermek üzere tasarladığım yazıdan önce, bu sorunun neden anlamlı olmadığını cevaplamaya çalışayım.

Hayır, Mısır’daki olaylar Türkiye’de benzer bir süreci tetiklemez; Çünkü;


1- Mısır, 30 yıldan beridir, yarı gizli bir diktatörlük rejimi ile yönetiliyor. Eğer bizde de, 1980’de devlet başkanı olan Kenan Evren 30 yıl süren bir diktatörlük kursaydı, benzer bir etkiyi bekleyebilirdik. Ama Türkiye’de Kenan Evren’den sonra 4 farklı Cumhurbaşkanı, 6 farklı hükümet görev aldı. Ve daha iyisi her bir cumhurbaşkanı çok farklı fikirlere sahipti ve hükümetler çok farklı toplumsal kesimleri temsil ettiler.


2- Mısır’da iktidarın yani Mübarek’in temsil ettiği siyaset ve yönetim şekli ile, şu an AKP’nin Türkiye’de temsil ettiği siyaset ve yönetim şekli birbirinin tam aksine tekabül eder. Yani Mısır’da bir AKP arayacaksanız, onu iktidardaki Mübarek de değil, Tahrir Meydanındaki halkta bulabilirsiniz. Bunu, Mısır’da yaşanan gelişmelerin, Türkiye’deki muhafazakârları ne kadar heyecanlandırdığına, vesayetçileri ne kadar kaygılandırdığına, "vesayetçi solcuların" ise yaşananlara nasıl burun kıvırarak yaklaştıklarına bakarak kolaylıkla anlayabilirsiniz.


3- Evet, Mısır’da da seçimler yapılıyor ve Mübarek bu seçimler sonucunda görevini yürütüyor. Ancak bu seçimleri ne uluslararası kesimden ne de ülke içinden bağımsız gözlemcilerin takip etmesine izin verilmiyor. Hatta son seçimlerde, seçimin kontrolü yargıçların elinden alındı. Seçim sonuçları yaklaşık bir ay içinde açıklanıyor. 2010 yılının son aylarında yapılan seçimde, ülkenin en büyük iki muhalif hareketi (seçime bağımsız adaylarla katılan Müslüman Kardeşler) ve Wafd mecliste hiç sandalye kazanamadılar. Yani mecliste sadece iktidar partisinin milletvekilleri yer aldı ve seçimlere katılımın %10 - %15 dolaylarında olduğu tahmin ediliyor. Henüz 2 ay önce gerçekleşen bu seçimin isyandaki katkısını hesaplamak hiç de zor olmasa gerek. Türkiye’de ise seçimler uluslararası bağımsız gözlemcilerin takibinde, tüm parti temsilcilerinin görev aldığı sandık başlarında gerçekleşiyor. Yaklaşık 4-5 saatlik süre içinde açıklanıyor ve seçime katılım oranı %75 ile %90 oranları arasında gerçekleşiyor. Yani toplum seçim sistemine dair inancını sürdürüyor.

4- Türkiye, demokratlar olarak çok kez eleştiride bulunsak bile, diktatörlük olarak tanımlanabilecek bir dönemi yaşamadı. Otoriter eğilimlerin fazla yaşandığı Cumhuriyetin kuruluş süreci, dünyada benzer dönemde yaşanan örneklere (1. Dünya savaşında beraber mağlup olduğu Almanya ve İtalya) göre daha yumuşak bir geçişe tekabül eder. Yine darbeler çağı olarak adlandırabileceğimiz 1960 ile 1980 arasını, benzer pozisyona sahip Avrupa ülkelerine (İspanya, Portekiz, Yunanistan) veya Latin Amerika ülkelerine (Şili, Arjantin, Brezilya vs) göre daha az askeri yönetim, daha fazla demokratik süreçle atlattı.

(Burada geniş bir parantez açmam lazım. Türkiye’nin yakın tarihine dair bu iyimser bakış açım, Ertuğrul Özkök ve benzerlerinin yaptığı gibi, Kemalist rejimi aklayıp paklamak, ”bakın ne kadar kötüleseniz de bu ülke benzerlerine göre daha iyi noktada ise bunu bu rejime borçlusunuz” mealinde dile getirmek anlamına gelmiyor. Türkiye’nin bu yumuşak geçişinde Kemalist rejimin bazı kırılma noktalarında daha demokrat tercihlerde bulunarak katkı sağladığını yadsımıyorum. Örneğin, tek parti döneminde CHP’denbir Nazi Partisi örgütleme eğilimlerine direnilmiş olması, 1945’den itibaren çok partili rejime geçmeye karar verilmesi, her darbenin ardından askerin başka ülkelere göre kısa sayılabilecek sürelerde yönetimden çekilmesi gibi daha kötü olasılıkların önüne geçen kırılma anları oldu. Ama bunda, Kemalist rejimin içinde yer alan iyi unsurların katkısı olduğu gibi, tarihsel birikimler, toplum yapısı ve dış dengeler gibi etkenler de fazlası ile katkı sağladı)

Cumhuriyetin fikren ve cismen sahibi olan jakoben kesim ve onların devlete egemen olan güçleri ile, rejimle sorunları olan muhafazakar toplum arasında iktidarı paylaşmaya dair mücadele hep var oldu. Kesintili, iki ileri bir geri yaşanan süreç, büyük bir kırılma yaşanacak stres birikmelerinin önüne geçti. 90’lardan sonra bu süreç daha da hızlandı ve devletle toplum arasındaki mesafe daha da azaldı. Eğer bu yönde olumsuz bir örnek verecek olursak, Kürtlerle devlet arasındaki ilişkiyi gösterebiliriz. Herhangi bir evrim ve yumuşama süreci yaşamayan bu ilişki Türkiye’nin son 30 yılına mal olan bir şiddet ortamı yarattı. Halen de devam ediyor.

Bu nedenle, Kürt sorununu bir kenara bırakacak olursak, bugün Türkiye’de geniş toplumsal kesimlerin sokak muhalefeti ile yıkılması gereken bir diktatörlük yoktur. Sistem içinde mücadele edilecek vesayet rejimi ile gelir dağılımı eşitsizliği, emek sömürüsü, cinsiyet eşitsizliği, insan hakları ihlalleri vs gibi daha genel sorunlarımız var. Ama Türkiye, tüm sorunları demokrasi ile çözebilecek, en azından kabul edilebilir sınırlara çekebilecek bir düzeye geldi.

5- Mısır’la Türkiye arasındaki en temel fark ise, Mısır’da insanların rejime olan inançlarının giderek azalması, Türkiye’de ise (Kemalistler hariç) geniş toplum kesimlerinin rejime olan inançlarının daha fazla artmasıdır.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..