Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '11

 
Kategori
Güncel
 

Doğru düşünmeli..!

Doğru düşünmeli..!
 

Bu bir bakıma Cumhuriyet Bayramı yazısı da aslında.

Önce terör  ve şehitlerimiz, sonra Van depremi… Müge Anlı’nın söyleminin yarattığı fırtına… Yine depreme rağmen hem Van halkına hem de askerlerimize saldırılar, yardım malzemelerini yağmalamalar, hiç utanmadan, dün Osmaniye’de bu defa da iki polisimiz şehit…  Derken… Hüzünlü, buruk, tatsız  duygularla bir Cumhuriyet Bayramı karşılayış olacak bu. Üstelik bu sene genelge yollanmış resmi kurumlara, okullara kutlanmayacakmış da! Cumhuriyet tarihimizde de sanırım ilk kez.
Çok yanlıştır!!

İçim üzülüyor bütün şu olan bitenlere.

Benim de içimden uzun uzun dertleşmek geldi biraz… Doldum, çok doldum, içimi dökeceğim…

Aynen işte hep dediğim gibi, insanlar sürekli bir şeyleri hep birbirine karıştırıyor.
Depremi terörle, Kürd’ü pkk ile, insanlığı vicdansızlıkla, aklı salaklıkla falan…

Oysa yine bizler, her birimiz demekteyizdir ki: insanlar her sorundan, her musibetten ders almalı!

Buna bir itirazı olan var mıdır aramızda?

Sanmıyorum.

Çünkü zaten sorunlar insanlar içindir ve her sorun soru demektir… Böylece de insanlar yaşadığı sorunlar vesilesiyle veya o sorunlar sonucunda “doğru çıkarımlar” yaparak ancak öğrenir, bilir, anlar ve çözümler olur sorunları… Yani demek ki, sorunlar zaten “gerekli” ve yararlıdır aslında… Her ne kadar o sorunları yaşarken hiç de sorunu sevmesek, istemesek, üzülsek de bu budur!  Ders almak ve her soruna bir de bu yönüyle de bakmak zorundayızdır! Yanlış mı? Değil!

O dersi almadığı, yaptıklarından zaten belli olanlara da ders de verilmelidir demek ki, öyle değil mi?

Öyledir!

Ders almayana, ders de verilmelidir ki, yanlışlarına devam edip, yeni sorunlar, üzüntüler yaşamasın, yaşatmasın, yaşanmasın… yine sorun yaşanmaya devam edilmesin. Öğrensin, anlasın insan diye! Sorunu önlesin, çözümlesin insan diye!

Demek ki ders almak da, ders vermek de zaten yararlı  ve  hatta daha da öte “gerekli” bir şeydir… İyi bir şeydir, olumlu bir şeydir…yani, “doğru birşeydir! Doğru olandır!

Yanlış mı bu dediğim??

ASLA!

E o halde ders verene ne diye kızmaktasınız ve/ya yanlış bulmaktasınız ey insanoğlu, insankızı?

Var mı bunun bir mantığı ya da akla yarar, akıllılık olan bir yanı??

Yanlış yapan birileri, size veya sevdiklerinize zarar vermekteyse, hele de ölümcül nitelikte dahi olabilecek büyük yanlışlarsa, “oh aman ne iyi yaptın” mı dersiniz ya da bunu hoş mu görürsünüz veya görmezden mi gelir/yok mu farzedersiniz, yoksa o yanlışı yok etmek için, önlemek için ona bir şekilde bunu anlatmaya, onun anlamasını sağlamaya çalışıp ders vermek ve de haddini bilsin, kendini bilsin, gerçeği, doğruyu bilsin, görsün mü istersiniz?  Onun her fırsatta ve her vesileyle bu yanlışlara dikkatini çekmek istemez misiniz?

Hatta anlamadığını gördükçe, o yanlışı, hem de geri dönüşü olmayan, telafisi dahi mümkün  olmayan derecede büyük yanlışları ısrarla sürdürmekte, anlamamakta direnmekte ve de hatta o yanışları bizzat onun yapması dahi şart değil,  yanlış şeylere kanmakta, aldanmakta, yanılmaktaysa, yapılan yanlışlara seyirci kalmaktaysa veya hatta o yanlışlar karşısında çaresiz kalmaktaysa bile,  sırf bu halin dahi yanlışın sürmesine neden olup, yanlışa katkı demek olduğunu gören bilen biriyseniz, haddini bil, kendini bil, doğruyu bil, gerçeği bil demez misiniz? Dersiniz!

İnsanı sevmenin gereğidir çünkü bu… ve ayrıca yanlışı sevmemenin, yanlışı istememenin zarar vermemenin ve zarar görmemenin de gereğidir bu! Yanlışı/zararı mı sevmektesiniz, insanı mı? Herhalde insanı sevmektesinizdir, yanlışı/zararı değil diye düşünüyorum…

Öyle değil mi? Öyledir herhalde!

O halde neden birisi çıkıp da, yine aynı şekilde yapılan ve mevcut bir takım yanlışlara değinerek, doğruyu gerçeği söyleyip, ders verirce “haddini bil” dediğinde buna tepki gösteriyorsunuz? Hem de üstelik bu kadar ölçüsüz, abartı ve “gereksiz” bir şekilde? Hatta asıl, bu tepkinin ve tepki şeklinin, hem de ne biçim bizzat o yanlışı yapanların ekmeğine yağ süreceğini ve o yanlışın yapılmasına ve sürdürülmesine yol açacağını, bizzat sizin o doğruyu gerçeği söyleyenlere itirazlarınızın asıl, o yanlışı besleyen bir durum ortaya çıkaracağını ve  sizi de yanlıştan yana bir konuma sokacağını, bilmiyor musunuz? Bunu hesap edemiyor musunuz… ya da hesaba katmıyor musunuz?

Şu Müge Anlı konusu mesela…

Müge Anlı kimdir nedir, daha önce ne demiştir ne yapmıştır ben şahsen hiç ya da pek bilmem etmem, zaten ille de bilmem de gerekmez… şu ana bakarım çünkü ben ve de ileriye… Sizler de zaten öyle yaptınız herhalde, şu an ne dedi ve dediğinin şu ana ve ileriye dönük doğru mu yanlış mı bir içeriği, niyeti, algısı var ve de etkisi var?  Bunu sordunuz siz de herhalde kendi kendinize, böyle düşündünüz ve buna göre karar verdiniz ve yargıladınız siz de… Ama bazılarınız yanlış düşündünüz, yine birşeyleri birbirine karıştırdınız işte…

Ve evet Müge Anlı kimdir, hiç de bilmek zorunda da değilizdir, çünkü üstelik her insanın herkesi bilmesi zaten mümkün değil! Hele de niyeti bilmek çok zor! Ama çoğunuz bunu yine unuttunuz. Oysa neleri ancak bilebileceğimizi ve çoğu şeyi bilemeyeceğimizi de bilmek zorundayızdır!!

Onun için, “doğru düşünebilen” insanlar her olguyu-olanı, o anki mevcut ve geçerli olan koşullara-duruma,  yani sadece “gerçeklere” ve doğruya göre değerlendirirler! Kendilerine göre, görüşlerine, inançlarına göre değil! Gerçeklere göre bir algı geliştirir ve yaratacağı ya da yaratması gereken etkinin doğruluğu yanlışlığını da buna göre tartarlar!! Kuraldır!!

Ve her olgu, her olay, mutlaka ve sadece “o anki” “kendi bütünlüğü” içinde değerlendirilmelidir, daha önceki ilgisiz etkilenmişliklerin iyiliğine-kötülüğüne veya doğruluğuna-yanlışlığına ya da edinilmiş kanaatlere-zanlara göre de değil!! Zira insan pek ala daha önce yanılgılı veya yanlış etkilenmişlikler içinde de olabilir! Onun için sadece o anki ve o anı da ilgilendiren, kapsayan, gerektiren “gerçeklere”, yani var olan duruma “göre” değerlendirmelidir.  “Doğru düşünebilmenin” ve doğru hissedebilmenin, dolayısıyla doğru kararlar verip, doğru ve doğruyu seçebilerek, doğru davranabilmenin en temel kuralını da böylece ifade etmiş olayım kısaca! İlerleyen satırlarda asıl konumuza paralel olarak, bu doğru düşünmenin bazı örneklerini de sunacağım ara ara…

Anılan şahsın programlarını da izlemişliğim yoktur, sadece bir iki defa denk gelip, kulağıma tarzının uslubunun yansımışlığı var.. O haliyle de “sevmemişim”dir. Ama içimde neden öyle bir duygu uyandığını da bilmiyorum açıkçası, agresif mi bulmuştum acaba kimbilir? Sevmemişliğimin haklı mı haksız mı, yerli mi yersiz mi olduğunu da hiç bilmiyorum, zira hiç de ilgilenmedim, kafa yormamıştım, yormamı gerektiren bir durum yoktu çünkü o sırada ortada. Ama şimdi durum farklı bildiğiniz gibi.

Ancak o duyguma rağmen, şu son ayyuka çıkan durumla ilgili olarak sevmemişliğimi değil tabii yine ama o son söylemini ben de mecburen sorguladım haliyle… O kadar çok ve yoğun bir tepki geldi ki kadına, ne oluyor dedim: Ve sonuç: Hayır işte, yine aynen hep ve çoğu yazımda-yorumumda belirttiğim gibi, Anlı değil ama insanlar bir şeyleri birbirine karışıtırıp duruyor.

Çok net söylüyorum ki, bu şahsın o herkesin güya yadırgadığı veya karşı çıktığı ya da yargıladığı, eleştiriyi dahi geçecek raddede neredeyse vicdanlarda, düşüncelerde linç ettiği şu son söyleminde hiçbir yanlışlık yoktur!

Ama o kadar yoğundu ki tepkiler, hayretler içinde kaldım ve kendimden kuşkuya düştüm. O nedenle de,  defalarca ve dikkatle izledim o söylemi içeren videoları… Kendimi irdeledim, acaba ben mi bir şeyleri atlıyorum, yoksa benim karıştırdığım bir şeyler mi var diye… Ama hayır, benim atladığım bir “gerçek” yoktu. Karıştıran da ben değildim, yine insanlar karıştırıyordu işte. Ve Anlı’nın da karıştırdığı bir şey yoktu. Tekrar tekrar izledim ki, kesinlikle sözlerde bir yanlışlık, bir yalan, bir abartı yok!  Terörü depremle karıştırmak gibi bir durum da yok! Bir ırkçılık da yok! Zararlı bi durum da yok. Dolayısıyla ben bunda bir “kötü niyet ya da ard niyet de” bulamadım. Çünkü  buna dayanak olabilecek bir veri de yoktu ki, nesini bulayım?

Ama bir peşin hükümle ve ille de bir şey bulmalıyım niyetiyle özellikle ve kasten ararsanız, olmayan birşeyi var mış gibi bulursunuz da tabii!

Aksine, bunu kötü veya yanlış diye algılayanların asıl, atladığı bir takım gerçekler, görmezden geldiği, yok saydığı bir takım gerçekler, doğrular var. Hatta asıl, bu sözlerin yadırganmasında veya kötülenmesinde çok açık söylüyorum ki resmen bir “abartı” var! Dolayısıyla ard niyete veya kötü niyete de asıl bu itirazlarda bir mesnet teşkil eden veriler var! Hatta daha ötesini de söyleyeyim, hiç de gerçeklerle ve doğallıkla örtüşmeyen sahte ya da suni ve doğal olmayan bir durum var aslında Anlı’ya karşı tutumlarda ve tepkilerde!  Ve böyle olması da, yine çok net söylüyorum ki hiç de doğru bir şey değil!! Hem de çok yanlış!

Ama yanlışlık nerede? Onu da belirteyim, deprem gibi bir olguyu bir fırsat olarak “kullanırken” bunun için Anlı gibi bir takım insanları  da “günah keçisi” olarak seçmenizde asıl yanlışlık!

Yoksa planda projede,  uygulanan stratejide bir yanlışlık yok… Hatta bu kendiliğinden zaten son derece de doğal olarak (sanırım) gelişmiş bir olay, bir doğal afet… depremi kastediyorum. Sanırım diyorum çünkü bazı depremlerin dahi yine insan eliyle çağımızda artık suni olarak da yaratılabildiğini yine sanırım ki sizler de biliyorsunuzdur! Yani saçmalamıyorum, komplo teorileri de üretmiyorum. Bir vakıa, bir gerçektir de bu yine, sırf doğru düşünmeye de atıf yaptığım için o nedenle araya sıkıştırıyorum bunu da sadece! Yoksa yapay olduğunu tabii ki kesinlikle düşünmüyorum, zira bizim böyle bir teknolojik gelişimimiz ve imkanımız yok zaten.. herneyse, bu depremin de yine doğal olduğuna inanıyorum tabii ama hani olabilir de olmayabilir de diye, “etkisiz” ama yine de gerçekleşmemiş bir ihtimal olarak bile olsa, bunu da yine uzak bir kenarda bulundurmak da gerekir tabii ki “düşüncede”.. eğer gerçekten doğru düşünmek istiyorsak! Bütün olasılıkları da gerçeklerin yanında hesaba katmak gerekir çünkü düşünürken, ama hareket ederken ve bir yargıda bulunurken “sadece” gerçeklere, gerçekten var olana, olmuş olana göre hareket etmeliyizdir! Olasılıklara göre değil, hele de çok zayıf olasılıklara, olamazlıklara göre hiç değil!

Evet depremin doğal olduğunu düşünüyorum esasen… ama şunun ise kesinlikle de doğal olmadığını da düşünüyorum.

Çünkü olan şudur ve bundan da eminimdir ki depremin kendisi doğal olsa da, özellikle bu deprem sonrasında gelişen durumlar, hem yine doğaldır ama hem de çok da doğal da değildir. Sizler şu deprem sonrasında olmakta olanları gerçekten her zaman yurdumuzda olan depremler sonrasında olanlar ve yaşanılanlarla, yapılanlarla kıyasladığınızda aynı olduğunu, yine herşeyin çok normal olduğunu gerçekten düşünüyor musunuz?

Yani kısaca yine bir “oyun” da oynanmaktadır şu an ülkemde… ancak bu defa karşı bir oyun!

Hatta oyun demek de zaten bence yine yerinde bir seçim değil taktik denebilir belki. Bir strateji denebilir belki… Ne bileyim işte onun gibi bir şey. Ülkem üzerinde oynanan oyunlara karşılık, o oyunları oynayanları  (yani kürtleri değil, yanlış anlaşılmasın) utandırmak üzere ya da onların gözüne soka soka “asıl gerçeği” ibreti aleme göstermek adına tam da onların diliyle bir oyuna karşı bir taktik, ya da abartı! O yüzden bir abartı bulunmasına rağmen buna yanlış kesinlikle diyemem! Tam anlamıyla asıl yapılan ise, her musibette bir hayır vardır mantığı, aklı ve sağduyusuyla, yani yine en başta belirttiğim gibi her musibetten veya sorundan “fayda” yönünde ve “doğru dersi çıkarmak” ve dolayısıyla da “doğru dersi vermek” adına da bir hareket gerçekleştirmeye yönelen bir “seçim”de bulunmuştur bu defa insanlarımız, miletimiz, yönetimimiz, medyamız vs… Çok da iyi, insana, o bölge insanlarımıza, milletimize, devletimize ve yaşanan sorunlara da yararlı ve “gerekli de” olan, yani son derece de doğru bir seçim de olmuştur bu.

Kaldı ki bir afet olduğunda zaten devletin de milletin de insanların da birbirine yardımcı olması, yaraları sarmasıdır  yapılması gereken ve “katkı” sağlayan da. Ancak işte bu, abartılı yapılıyor bu defa. Yani sadece bunun yine “gerekli olan” ya da “gerekli olduğu için” zaten öyle de yapılan, ama “abartı” kısmındadır işin “doğal olmayan” yönü ve bunun da bir fırsat kullanma, fırsatı değerlendirme, bunu bir fırsat olarak da görme, dolayısıyla bunun bir oyunla ya da taktikle benzeşme niteliğinin bulunmasındaki “gerçeklik” de. Hiç istenmediği halde mademki  bir deprem olmuş, zaten yardım da götüreceğiz doğal olarak, ama bunu çok daha iyi bir şekilde ve hassasiyetle, elimizden geldiğince en iyi şekilde yapalım ki, hem böylece ordaki insanlarımız için de bu zaten gerekli ve yararlı bir şey, hem de bütün dünya da görsün işte, “biz böyle bir milletiz, biz mi o bölge insanlarımıza ayrımcılık yapıyoruz, hayır. Dolayısıyla kimse T.C. devletine de haksızlık etmesin… Herkes haddini, doğruyu, gerçeği bilsin, aysın artık herkes gerçeğe” der gibi mesela… Peki Anlı da böyle demiyor muydu, var mı bir farkı sizce?

Bir “işin” “normali aşması” yani “doğal olmaması” ise, sadece kendi başına böyleyse eğer, yani bir tek bu doğal olmayış söz konusu ise, bu,  o işin yanlış olduğu anlamına gelir ve yanlışlığının kanıtlarından biridir aslında. Ancak  “doğal olmayış”ın yanısıra bir “gereklilik” ve bir “fayda” da varsa eğer, bir işin “gerekli olması”, doğruluğunu da içerir ve doğruluğunun da göstergesidir; keza “faydalı/yararlı” olması da yine doğruluğunun yeter ve gerek şartıdır da. Yani bu deprem sonrasında gerçekleştirilen yardım, kurtarma ve destek faaliyetlerinde, gereklilik, fayda ama buna karşın pek de doğal-normal olmayışın (abartının) her üçü de mevcuttur. Ancak gereklilik ve fayda, “doğallık”tan zaten daha öncelikli ve önemli ve de asıl seçilmesi gereken olduğu için, yapılan asla yanlış değildir ve sahte, suni gibi bir tanımı da kendiliğinden yok eder, geçersiz kılar. Yani oyun derken, asla bir sahteliği veya yapmacıklığı, ard niyetliliği falan kastetmiyorum. Geriye de yalnızca işin “abartı” kısmı kalır ki, o da yine bu potada erir. Dolayısıyla işin yanlış ya da doğal olmayan, abartı kalan yanı da böylece gerekliliğin, faydanın, iyi niyetin, hakkın ve haklı oluşun… yani doğrunun baskınlığında geçersiz kalmış, işlevsiz kalmış, yok olmuş olur!

Bu seçimin, bu abartının, bu yapılanların insanımıza milletimize, Türk’üyle Kürd’üyle o bölgeye ve depremden dolayı mağdur ve zarar gören insanımıza da, devletimize ve bütünlüğümüze de bir zararı mı olur, yararı mı olur? Pek tabii ki yararı olur, olmuştur, olmaktadır da. Çünkü üstelik, vicdan da, iyi niyet de, insanlık da… ve yine terör ile bir deprem felaketini karıştırmamak da,  “ırkçılık yapmamak” da yine zaten bunu “gerektirir”! Bir deprem olmuştur ve ordaki insanlarımızın, halkımızın yardıma ihtiyaçları vardır, biz de hiçbir ayrımcılık zaten yapmayan bir millet ve yönetim olarak her yere, her yardıma ihtiyacı olana götürdüğümüz gibi bu yardımı oraya da götürmüşüzdür doğal olarak, ancak bu defa üstelik çok daha bir hassasiyetle de, çok daha bir önem vererek de, özellikle de medyayı çok etkin ve yoğun neredeyse full time kullanarak da  bu yardımı götürmüşüzdür, götürmeye de devam edeceğizdir.

Pekiiii... Şunu da sormalıyız o halde… Niye böyle bir hassasiyetle, çok daha bir önem vererek, çok daha bir etkinlikle hareket etmişizdir? Veya, böyle hareket etmekte olan bizler, hepimiz, Kürd’üyle Türk’üyle tüm milletimiz; yönetimiyle, katılımıyla, yardımlarıyla tüm kurumlarımız, devletimiz; yayınlarıyla kampanyalarıyla tüm medyamız, terör ile bu depremi, yine her bir ferdimiz gibi aslında aynı potada eritmemiş miyizdir? Bu ikisini aynı potada erittiğimiz içindir ki zaten böyle hareket etmemiş miyizdir? Yani bir anlamda da terör ile bu depremi birlikte mütalaa etmemiş miyizdir sizce de?? Bence tam da öyle yapmışızdır… E o halde neden Anlı da aynı şeyi yaptığı halde o söylemlere tepki gösterip, karşı çıkmaktasınız, yanlış ve zararlı bulmaktasınız?

Neden? Ben söyleyeyim yine nedenini.

Tam da bu noktada işte, “terörle depremi birbirine karıştırmak” ile, o bölgenin özelliğine ve önemine binaen bunları “birlikte mütalaa etme”yi de birbirine karıştırmaktasınız!! Oysa zaten her birimiz ve sizler de bunları birlikte mütalaa etmektesinizdir. Ama Anlı yapınca kabahat oldu size göre her nedense. Öyle olmasa bizler de o bölgenin bu özelliğine ve önemine binaen zaten, bu defa, daha önce olan diğer depremlerden çok daha fazla bir hassasiyet ve önem atfederek bu deprem için bu denli de yoğun ve etkili bir yardım ve kampanya yürütmüş ve gerçekleştirmiş olur muyduk? Bundan önceki ve diğer bölgelerimizdeki, 1999’daki o binlerce insanımızın öldüğü mağdur kaldığı, ne zor günler yaşandığı o Marmara deprememize bile ve diğer bütün bölgelerimizdeki başka depremlerimize de böyle bir yardım hiç götürmüşmüydük, götürebilmişmiydik? Böylesine etkin ve yoğun yardım, kurtarma ve kampanyalar gerçekleştirebilmiş miydik? İstanbul gibi bir mega kentin onca deniz hava, ulaşımının dahi tüm imkanlarının var olduğu bir gerçeklikte İstanbul’un dibindeki Çınarcık’ın yerle bir olduğunu dahi 3 gün sonra farketmişti ilgililer, yetkililer bile, hatırlayınız!!

Peki biz bu defa bu denli hemen ve etkin bir şekilde hem irtibat sağlayıp hem de yardım götürdüğümüz halde şimdi, o bölge halkınca yeterince ve hakettiğince hora da geçti mi?

Ve, ne demişti Anlı? Aynen şöyleydi o, bu denli  ve yine resmen abartılı bir şekilde tepki gösterilen söylem:

Her fırsatta küçücük çocuklar tarafından taş attırılan polisler, olay yerine gelip ilk müdahale edenlerdi. Mehmetçik… Bizim Selcan’ın erkek kardeşi de Van’da askerlik yapıyor. Ona ve tüm askerlerimize hayırlı teskereler diliyoruz. Allah da askerimize polisimize zeval vermesin. Onlara taş atanların da elleri kırılsın. Canımız istediğinde kuş avlar gibi taş atıyoruz. Dağlarda vuruyoruz. Sonra bir şey olunca da asker gelsin, polis gelsin diyoruz. Dengeleri kuralım. Zor günlerde canım cicim. Kuş avlar gibi avlamayalım bunları. O kadar kolay değil. Herkes haddini bilecek…

Bilemiyorum tabii bu da o karşı taktiğin bir parçası mı, ama bu da yine yararlı birşeydir, zararlı değil.

Evet, herkes haddini bilecek, evet herkes doğruyu gerçeği bilecek, herkes ona göre davransın.. ama dendi ki: “asıl Anlı haddini bilsin!”... Allah allah??  yine dendi ki:“Haddini bilecek diyor ama kendini bu bilmenin dışında tutuyor”!  Oysa tam da bilen Anlı’dır demek ki, çünkü “bilme” bu demektir, bunu gerektirir zaten. Asıl bunun bilme olmadığını söyleyenler demek ki  bilmemektedir.  Ve bu bilmeyenler soruyor bir de  insanlara, diyorlar ki “Bu kadar “içi boş laf’ı bir araya getirmeye “doğruluk”, “içtenlik” diyebilir misiniz? Ve daha nice ne suçlamalar, ne zan altında bırakmalar, ne laflar, kadına demediklerini bırakmadılar!!

Evet, ben onun avukatı değilim ama cevap vermek istiyorum. Çünkü yine evet, ben de tam da buna doğruluk ve içtenlik derim üstelik. Ancak vardığım bu sonuç Anlı’nın  ne geçmişte ne de gelecekte, yaptığı veya yapacağı şeylerden tümüyle bağımsızdır tabii ki, sadece bu söylem için geçerlidir. Çünkü bu söylemi incelemekteyimdir zaten. Herşeyden bağımsız olarak bunu ele almak zorundayımdır ki, doğru düşünebileyim. Ve pardon ama, nerede ve hangi cümle, hangisi içi boş laf bunların? Yalan mı, sahte mi, uydurma mı, abartma mı? Aksine bire bir gerçeğin de, doğrunun da, halen şu anda da geçerli olan gerçeklerin ta kendisi… ve dopdolu!!

O bölgedeki insanlar ve onların çocukları değil midir, pkk’nın da yönlendirmesi ve beyin yıkaması sonucu olarak, polise askerlere ister Türk olsun ister Kürt olsun taş atan o çocuklar? Atmadılar mı, attırmadılar mı? Yalan mı, olmadı mı böyle bir şey… olmuyor mu? Nitekim bu son yardım çalışmalarında dahi yine askerlerimize saldırmadılar mı birileri… yaralamadılar mı? Yardımları dahi engellemeye çalışmıyorlar mı birileri? Kimler? yine o bölge halkından birileri işte. Ben bilemem, siz de bilemezsiniz Kürt de olabilir, pkk’lı da olabilir, Türk de olabilir. Zaten onlara seslenilmiştir, yapanlara seslenilmiştir, sadece Kürt’e değil. Tam da gerçek ve olan, daha önce de olmuş bir şeylerden söz edilmiştir, yaşanmıyor mu bunlar?  Ne yani, yoksa siz, o eller kırılmasın,  o eller varolsun, daha da mı artsın diyenlerdensiniz? Yani bir şeye itiraz ederken, o şeyi çürütmeniz, yanlışlığını kanıtlamanız ve antitez getirip, antitezinizin de tutarlı, makbul ve doğru bir şey olması gerekmektedir.

Doğru’nun da 3 temel unsuru vardır: Faydalı olacak, gerekli olacak, hak olacak! Ve bunların da aynı anda 3’ü de birlikte bulunması gereklidir bir şeyin doğru olabilmesi için. Bunlardan biri dahi eksikse, o şeye doğru denemez.

Anlı’nın söyleminde de bunların üçü de mevcuttur, faydadır, gereklidir, haktır.

Ve yine sırf o bölgenin, yine özelliği nedeniyle ve kürt kardeşlerimizin güya hakları üzerinden kendilerince bir haklılık savı üreterek, dağlarda askerlerimiz sırf bu nedenle öldürülmüyor mu, vurulmuyor mu, baskınlara uğramıyor mu, hem askerlerimiz, karakollarımız hem de halkımız, o bölge insanlarımız da, hem Kürt’üyle hem de Türk’üyle de? Biz bunca şehidimizi yine Türk olsun Kürt olsun, hangi ırksal kökenden olursa olsun sırf bu yüzden vermiyor muyuz, sırf bu nedenle kıyılmıyor mu gencecik canlara, sırf o yüzden karalar bağlanmıyor mu analara, babalara, eşlere, çocuklara? Kim o bölgenin bu özelliğini yok sayabilir ki, kim bu gerçekliği görmezden gelebilir ? Asıl bu gerçekliği ve bu özelliği yok saymak, görmezden gelmektir zarar veren ve yanlış olan…Asıl o yanlıştır ve asıl sizin yaptığınız bu Anlı’ya veya onunki gibi söylemlere karşı çıkışınız gibi veya yine birşeyleri  bibirine karıştırarak gerçekleştirdiğiniz bazı söylemleriniz gibi şeyler asıl, yanlışa da, bu yanlışları yapanlara da hizmettir; ülke düşmanlarına fayda, bu ülkeye zarardır.

Tabii ki Allah askerimize polisimize zeval vermesindir, tabii ki hayırlı teskereler dilemekteyizdir. Nesi yanlıştır, nesi zararlıdır? Nesi kime dokunmaktadır? Kürt kardeşime mi? Niye? Onun da çocuğu, genci, babası, kardeşi bu ülkede polistir askerdir. Niye ona da dokunsun? Kürt kardeşime dokunmaz bu laf siz hiç endişe etmeyin. Kürt kardeşim de bilir çünkü bu memlekette nerde bir doğal afet veya başı sıkışmış, yardıma ilk gelen, güvenliğini koruyan yine askerdir, polistir, aynen şimdi de yine bu depremde de olduğu gibi. Anlı ne diyor? Yine yardıma ilk koşan asker olmuştur işte, polis olmuştur, yanlış mı, yalan mı? Demesin mi, niye demesin? Dokunmaz böyle bir gerçek kürt kardeşime, aksine memnun olur o. Olmuştur da nitekim.

Heee ama pkk’ya ve pkk yandaşlarına dokunur tabii!  Bakın orada haklısınız! Yani siz, bu söylemi yanlış bulanlar… pkk’ya mı hizmet etmektesinizdir yoksa? Pkk’ya dokunur diye mi endişeniz? Vah vah… size mi düştü pkk’yı düşünmek? Sonra da diyorsunuz ki, Kürt’ü pkk ile karıştırıyorlar… İlginç… Sakın pkk’yı benim Kürt kardeşimle karıştıran, hatta Türk’ü bile pkk ile karıştıran siz olmayasınız??

Evet, dengeleri kuralım..! Aynen de öyle, ne kadar doğru ve dolu bir laf! Dengeleri kuralım ki ne doğru ne yanlış, hangisi ak hangisi kara, kim karıştırıyor, kim karıştırmıyor asıl bunları avlayalım… kuş gibi… askeri, polisi değil!! Yoksa siz bu sözleri yanlış bulanlar, zararlı bulanlar, kuş gibi askerimizin ve polisimizin avlanmasından yanasınız da, o yüzden mi bu sözlerde hiçbir sakınca olmadığı halde aksine tam da doğrusunun bu olduğunu savunanlardan ve memlekette bunların sayılarının hiç de az olmadığından da şikayet etmektesinizdir acaba?

Keşke gerçekten de dediğiniz gibi olaydı, keşke sayılarımız belirttiğiniz kadar çok olaydı, o zaman derdim ki iyi ki öyleyiz… yoksa meydan sadece size ve bu sözleri yanlış ve zararlı bulan siz gibi düşünenlere kalaydı… Tanrım, düşünmek bile istemiyorum!

Gerçekten kime ve neye hizmet ettiğinizi hiç kendinize bir dönüp düşündünüz mü??????

Ne kadar da kolay hazine bulmuş gibi hemen atlıyor, ne kadar da kolay dolduruşa geliyorsunuz… hayret, gerçekten hayret!

Onun için işte kolay mı bu kadar?

Olmamalı! Bu kadar kolay olmamalı!

O yüzden demiş olabilir mi ki acaba Anlı da, “O kadar kolay değil” diye!

Valla şöyle bir bakıyorum da tekrar, bu kadar doğru ve dolu laf ard-arda resmen bir mucize gibi sanki! Allah mı söyletmiştir nedir diye düşünmekten dahi alamıyorum kendimi. Zira böyle bir söylem zaten ancak hücrelerine kadar insan, halk ve gerçekten vatan sevgisiyle, vatan bütünlüğüyle dolu, ayrımcılıktan tümüyle arınmış bir içtenlikle ve bilinçle mümkündür.

Kesinlikle de abartmıyorum, Anlı’yı bilmem ama, ben de öyleyimdir kendimden bilirim çünkü! O içtenlikte ve doğrulukta, bilinçte olanlara, Allah da söyletir de mutlaka ve daima! Bizim gibilerin dilini, elini kullanır, yanlışları yapanlar bilsinler, anlasınlar diye ve taş yerine, sopa niyetine!

Yani vardır da Allah’ın sopası zaten… Ama, aman dikkat!.. Sakın karıştırmayınız bazıları gibi siz de o sopayı da yine deprem ile de!! Tövbe estağfurullah!

Ve evet, herkes haddini bilecek… bilmeli! Ben de ekleyeyim, zira bakınca bu tepkilere hala daha yetmiyor işte demek ki anlaşılmasına, sade haddini bilmek değil, insan dediğin kendini de bilmeli!!

Gerçekten şöyle bir dönüp bakın kendinize… cidden kendinizi bilmekte misinizdir acaba??

Ve herkes.. evet herkes!

“Herkes” denmiş o söylemde de yine üstelik.. şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz, avlıyoruz vuruyoruz, diyoruz, avlamayalım, dengeleri kuralım… biz.. biz, biz.. biz diyor ve herkes.. Ayırmıyor, hepimize, herkese sesleniyor.. O halde, ayrımcılığı, ırkçılığı, bölücülüğü, yanlışı nerden çıkarıyorsunuz,  bu söylemlerin neresinde buluyorsunuz? Olmayanı var etme gücünüz mü var zannediyorsunuz?  Biliniz ki olmayanı var edemezsiniz, ancak kanabilir, kandırabilir ve dolduruşa getirebilirsiniz insanları?  Tıpkı pkk gibi!!  Ve de kendiniz gibi. Yoksa siz de herkesi tıpkı pkk gibi ya da kendiniz gibi, kandırıkçı ve dolduruşa getirici ve gelicilerden mi zannediyorsunuz? Tanıyın bilin kendinizi, anlayın bunu, tuzağa düşüyorsunuz ve kendinizi de bizzat kendiniz de kandırıyor, kendinizi kendiniz de tuzağa düşürüyorsunuz!

Ve bakıyorum da Anlı’ya karşı hem de hayli ağır ve çirkin bir uslupla da kaleme alınmış hem bazı gazetecilerin hem de blogcuların yazılarına… Bizzat asıl siz ırkçılık yapmaktasınız böyle yapmakla, hatta bazılarınız bizzat siz asıl haddinizi bilmelisiniz, çünkü bölücülüğün, haksızlığın gereksizliğin yanlışın dik alasını yapmaktasınız bu tepkiniz ve itirazınızla bile ama bunun dahi farkında bile değilsiniz. O kadar yani karıştırmaktasınız herşeyi birbirine!

Bir de bazılarınız insaftan, vicdandan, bilinçten söz etmiyor mu, insaftır gerçekten…
Allah’tan sizlere insaf, vicdan, bilinç vermesini diliyorum.

Bakınız, dediğim gibi ben Anlı’nın avukatı değilim ama, doğrunun avukatıyımdır. Türküyle Kürdüyle, Lazı, Çerkezi, Rumu, Ermenisi, Yahudisi, Çingenesiyle milletimin insanımın, gerçeklerin avukatıyımdır. Ve ırkçı, kafatasçı veya ayrımcı olmamak öyle bir şeydir ki, birini bir  diğerine yedirmemeyi de gerektirir! Türk olduğunuz halde, kürtten çok kürtçü olursanız ve hiç gerekmediği halde, (çünkü Kürt’e zaten bir haksızlık yapılmadığı için), ama Türk’e, millete, vatana, vatan evlatlarına bir haksızlık yapıldığı halde bunu görmezden gelip Kürt’ten yana bir hal sergilerseniz, Türk’e haksızlık etmiş, Kürt’e de, kendinize de, damarlarınızda akan kana da, milletinize de, vatanınıza da haksızlık etmiş, zarar vermiş, ihanet ve nankörlük etmiş olursunuz! Görünüz gerçeği!

Anlı’nın söyleminde bir sevinç, bir oh olsun mantığı, bir kam alış veya hırs ya da intikam duygusu da yer almamaktadır.

Ama o tür söylemde olanlar da çıkmamış mıdır, çıkmıştır. Bazı insanların da pek tabii ki kalkıp da “oh olsun”, “bunların cezasını Allah verdi”, “dualarım kabul oldu” vs gibi söylemlerle  böyle bir afete sevindiğini belirtmeleri son derece yanlıştır onlar da yine aynen sizin gibi yanlış yapmışlardır. Onlar da sizin gibi terörü depremle karıştırmışlardır. Kürt’ü pkk ile de karıştırmışlardır… Onların yaptığı da insafsızlıktır vicdansızlıktır… insanlık dışıdır, bir depreme bir afete sevinilmez çünkü, tıpkı şehitlerimize de sevinilmeyeceği gibi!

Ancak onlar dahi ırkçılık yapmamışlardır, sadece milli duygularla hareket etmişlerdir. Milli duygularla, Çukurca baskınında verdiğimiz 26 şehit’in hemen birkaç günsonrasında olan bu deprem, bazılarında bir anlık refleks ve yanılgılı bir tepkiye neden olmuştur. Dolayısıyla milliyetçilikle/vatanseverlikle, ırkçılığı da onlar değil, ama yine siz birbirine karıştırmaktasınız. Eğer aman ırkçı olmayayım derken milli hassasiyetleri göz ardı eder, milli hassasiyetleri görmezden gelirseniz, o zaman bunun adı, ırkçılıkdan da daha kötü başka bir şey olur. Bazılarının “oh olsun, iyi olmuş onlara” gibi laflar demeleri ne denli yanlışsa, insanlık dışıysa ve yine karışık bir düşüncenin ve karşık bir hissiyatın ürünü ise, sizlerin de Anlı’nın söylemine karşı çıkışınız hemen hemen aynı kategoridedir. Ancak sizinki, karışıktan da öte tam anlamıyla bir yanlış düşüncenin ürünü olup, daha da farklı, daha da hoş görülemez, daha ileri bir şey olur. Onlarınki milliyetçiliktir/milletçiliktir, ırkçılık değil, sizinki ise anti milliyetçilik- anti milletçilik sınıfına girer. Hatta daha net söylemeliyim, Türk’ken Kürtçülüğe, hatta hatta asıl pkk’cılığa girer.

Şunu unutmayın ki, ortada bir krallık yokken ve bir kral değilken, kraldan çok kralcı olduğunuzda, kralcılığı ve krallığı pompalamış olursunuz ve kralcı olmakla zaten asıl devlete, bütünlüğe, Kürt’üyle Türk’üyle bir bütün olarak halka, millete, devlete, demokrasiye siz zarar vermiş olursunuz. Ayrımcılığı da, bölücülüğü de siz yapmış olursunuz. O zaman soruyorum evet, sizin pkk’dan ne farkınız kalmış olur?

Kürt kardeşlerimizin hassasiyetlerine dikkat ederken, aynı hassasiyeti diğer kardeşlerinizden de esirgemememiz gerekir. Kürt kardeşi savunayım derken, Türk kardeşi veya bizzat milleti, milli hakları ezip geçmemelisiniz;  millete yapılan haksızlıkları, milli bütünlüğe yapılmış saldırıları bölücülüğü görmezden gelircesine yok sayamazsınız, boşveremezsiniz! Bunlar vurgulandığında bunlara boşvermeyeni kınayamaz, boşvermeyene, vurgulayana itiraz edemezsiniz!!

Çok çabuk unutuyorsunuz! Van ve bir iki merkez daha değil miydi o yöre insanlarının nevruzu kutlasınlar diye, yine bu toplumun bu devletin, bu milletin barış açılımı, kürt açılımı dahilinde organize edilen  nevruz bayramı sırasında “İşgalci T.C. Kürdistandan Defol” pankartı açanlar ve bunu seyreden, alkışlayan  pkk sempatizanlarının bulunduğu yerler?

Onun için hep derim siz asıl, Kürt’ten çok kürtçü olanlara bakın! Kürt bir şey yapmıyor zaten, kürtçülük yapıyor asıl bu millete ve Kürt’e de Türk’e de her ne yapmaktaysa! Siz bunun gerçekten farkında değil misiniz?

Siz asıl Kürt’ten çok kürtçü yazılar yazanlara… Kürt’e bir ayrımcılık, bir haksızlık, bir eziyet yapılmıyorken, böyle yapıldığını savunan, resmen iftira atan, yalan dolan yazan ve de üstelik kendi Kürt dahi olmayanlara, hatta Türk olanlara bakınız!

Hani Kürt Kürt’ü savunsa, Kürt’e faydalı bir şey yapsa, Kürt’e zarar vermese hadi normaldir diyeceğim. Ama Türk geçinip, güya Kürt’ü savunur görünüp, kürtçülük pompalıyor, kürtçülüğe yağ çekiyorsa, kusura bakmayın ben orada Kürt’ün de Türk’ün de hakkını savunmak durumundayım, seyirci kalamam, kalmam. Türk de türklüğünü bilecek!! Ve ırkçı olmamak bunu gerektirir zaten, bunun aksini, diğer türlüsünü değil !!!! İcabında Kürt de Türk’ü savunacak, icabında Türk de Kürt’ü savunacak ama icap ediyorsa savunacak. İcap etmiyorsa, icap etmediği halde, savunmayı gerektiren bir durum, bir haksızlık, bir ayrımcılık zaten yokken, hiç de icap etmemesine rağmen, üstelik aksine haksızlığa saldırıya uğrayan Türkiye’yken, Türk ulusuyken, Türk askeriyken, haksızlığı görmezden gelerek, haklıdan yana olunacağına haksızlığa uğranmışlığı yok sayarak, millet lehine söylenmiş söylemleri susturarak değil, haksızca değil!!

Bir örnek daha mesela.. Van’la falan hiç ilgisi yok.. Olay Bursa’da, sanırım ki geçen hafta olmuştu… Çukurca saldırısı sonrasında milletimiz haklı olarak yasta, 26 şehidimiz için bir acı, bir üzüntü hissetmekteyken, buna tepkiler mahiyetinde bir takım gençlerimiz Bursa’daki BDP binasına Türk bayrağı asıyor ve bayrak asanlarımız tutuklanıyor. Allah Allah?  Olaya, olana bakar mısınız?  Bu kadar mı dengeler tersyüz olur, bu kadar mı çivisi çıktı bu memleketin? Ondan sonra biri çıkıp “Dengeleri kuralım” diyince de, demediğiniz lafı bırakmıyorsunuz… hayret! Neye dayanarak?  Dengeleri kuralım denmesini gerektirecek hatta aşmış bile bir takım şartlar, gerekçeler mevcut, ama sizin dengeleri kuralım diyene itiraz etmenizi gerekli veya haklı kılacak tek bir gerekçe, bir olgu, bir gerçek yok bile ortada! Bu ne biçim bir düşünce tarzıdır? Dengeleri kurmaya kurmaya, sizin gibi böyle abuk subuk saçma sapan düşünceler, uyduruk yalan yanlış fikir üretip bunları söyleyip yazanlar, ama doğrular ve gerçekler söylendiğinde bunlara da itirazlar getirenler yüzünden zaten bu hale geldi dengeler, hiç mi farketmiyorsunuz, ya da Kürt’ün pkk nın falan değil, bizzat sizin mi var asıl acaba bu memlekete kastınız?

Evet, haber geçen haftaya ait ve aynen yukarıda belirttiğim gibiydi. Bilmiyorum sonrasında hala tutuklu mudur o gençlerimiz? Normal midir? Doğru mudur bir ülkede bir memlekette böyle bir olay? BDP’nin zaten bu ülkenin bir siyasi partisi ve TBMM’de bu ülke insanlarını temsil eden bir parti olması hasebiyle, bizzat  ve “önce kendilerinin” zaten, il binalarına Türk bayrağını asmış olmaları, asmaları gerekmiyor mu?  Kaldı ki, bu ülkede bu ülkenin bir partisi idiyseler Allah aşkına kimi kim şikayet edebilir ki bu ülke sınırları içinde binama Türk bayrağı asıyorlar diye… ve de kim kimi ve hangi haklı veya doğru gerekçeye dayanarak neye göre tutuklayabilir ki oraya Türk bayrağı asanları veya asmak isteyenleri?  Bu nedir ya, cidden Allah aşkına nedir bu, söyleyin bana!!

Nedir? Nasıl bir tutarsızlık, nasıl bir mantıksızlık, nasıl bir kötülük, nasıl bir aymazlık, nasıl bir karıştırmaktır birşeyleri bu böyle birbirine?.. Yani inanın kelimeyi, tanımı  bulamıyorum…  Olası, normal, doğal, makul, haklı bir şey midir bu.. nedir gerçekten? MİLLİ  KİMLİĞİMİZ Mİ  KAYBETTİRİLMEK  İSTENİYOR  YOKSA  BİZE??!!

Bu, pkk’ya veya (kürde demiyorum bakın) kürtçülüğe yağ çekmek değil midir? Bu pkk’nın ekmeğine yağ sürmek değil midir? Bu Türk’ün aleyhine, Türkiye’nin, bu devletin milletin, bu ülke halkının bütünlüğünün aleyhine asıl, bir ayrımcılık değil midir? Kime yapılıyor bir ayrımcılık? Aha işte ortada!

Bu sorular sizin de beyninizi kurcalamıyor mu? Bu sorular, bu olaylar, bu tür durumlar sizi de rahatsız etmiyor mu, sizin de aklınızı düşüncenizi yüreğinizi kemirmiyor mu?

Kemirmiyorsa, zaten ne aklı başında ve sağduyulu bir insan ne de T.C. vatandaşı değilsiniz de demektir çünkü!!

Sizler bütün bu olanlardan cidden çok mu memnunsunuz da acaba, dağdaki kandırılmış teröriste dahi (-ki gene kürde demiyorum bakın) acıma duygularıyla dolmaktasınız? Kandırılmış mandırılmış… bizzat onun kendi oğlunuzu sınırda vurduğunu nasıl gözardı eder de katile şefkat ve hoşgörü duygularıyla dolabilirsiniz? Sakın bu olan biten herşey bizzat sizin bu anlamsız ve yanlış hissiyatlarla, yanlış tepkilerinizin ve yanlış düşüncelerinizin karışıklığı  yüzünden  insan olmayanları dahi “fazlaca” insan yerine koyup insanla karıştırmalarınız  nedeniyle de olmasın?

Kim karıştırıyor dersiniz, kürt ile pkk’yı?  Sizin gibi düşünenler mi, bizim gibi düşenenler mi?

Soruyorsunuz: “Her kürt pkk mı demektir?” diye… Tabii ki değildir, asla! Ama her Pkk’lı kürt üzerinden yapmaktadır her tür istismarını, eylemlerini, propagandalarını, katliamlarını, cinayetlerini, kandırmalarını!

Onun için nasıl olur da pkk’yı kürtçülükten ayrı tutarsınız?

Siz bunu da, bu gerçeği de atlıyorsunuz işte düşünürken.

Ayırmanız gereken şeyleri birbirine karıştırıyorsunuz, birbiriyle birlikte mütalaa etmeniz gereken şeyleri ne hikmetse ayrı düşünüyorsunuz, bu nasıl bir düşünce şekliyse!!!!

Tutturmuşsunuz bir söylem, bazı o meşhuuur zevkü sefa ve lüks içinde, eşek yüküyle de senin benim sırtımdan para kazanıp, bunlara dünyalarca para da ödenen bazı satılmış köşe yazarları da gibi “Devletin kürtlere bunca yıl yaptığı haksızlıklar, yasaklar, baskılar…” diye başlayıp devam ediyor bakıyorum cümleleriniz  Tıpkı pkk gibi işte! Ne haksızlığı , ne yasağı, ne baskısı? Nerden uyduruyorsunuz bunları, ben bunca yıldır bu ülkede hem de Ankara’nın göbeğinde, yine  hem de askerin burnunun dibinde, sağımda Jandarma Genel Komutanlığı, solumda Genel Kurmay, K.K.K; Hv.K.K; Dz.K.K ‘lıklarının çepeçevre kuşattığı bir bölgede subay lojmanlarına da komşu evimizin  bahçesinde çalışan Kürt işçilerimizin birbiriyle rahatça ve özgürce kürtçe konuşmasına ve bunun gayet doğal ve normal karşılandığına, hiçbir müdahaleyi bırakın, bir kınamayla dahi karşılaşmadıklarına, yemek ısmarlanıp, sohbet eşliğinde bizzat çay demlenip ikram ettiğimize, babam subay olduğu halde tanık olmuş, böyle örnekleri yaşamış biriyim.

Türkiye’de devletin böyle bir baskısı, ayrımcılığı olaydı, o kürt kardeşler biraz zor konuşurdu ana dillerini, sıkardı herhalde Başkentte ve özellikle de subayların generallerin bizzat ikamet ettikleri bir yerde. Ve dikkatinizi çekerim, hem 12 Eylül öncesinde hem de sonrasında da bizzat yaşanmış anılarımdır, tanıklığımdır bu. Sonra kalkar bir de askere de, 12 Eylüle de laf giydirir, laf sokuşturursunuz, askeri de zan altında bırakıp, askere de, bu milletin ordusuna bile kötülük, iftira, nankörlük eder zarar verirsiniz! Yine siz yaparsınız gene bütün bunları, ne Kürt, ne şu, ne bu! Bizzat siz, sizin gibi düşünenler!! Damarında Türk kanı akanlar, pasaportunda, kimliğinde T.C vatandaşı yazanlar!! Kendinden, haddinden, milletten, milliyetinden haberi bile olmayanlar!

Ben bizzat onlarca Kürt kardeşimle senelerce birlikte aynı işyerinde çalışmış, hem de bazılarının gayet iyi koşullarda ve mevkiilerde dahi çalışma hayatlarını sürdürdüklerine bizzat tanık olmuş, sevincimizle sevinmiş, üzüntümüzle üzülmüş, başarılarımızı hep birlikte kutlamış, birbirimizin başarılı olması için özellikle gayret sarfetmiş, onlarla bir arada  gündelik yaşamda da yine, her insan gibi onlarla da hiçbir ayrımcılık haksızlık baskı görmeksizin, içiçe yer aldığımızı, bizzat görmüş, yaşamış, tanıklık etmiş biriyim. Siz kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz Allah aşkına?  Ama pkk önce asıl sizi kandırmış anlaşılan… Onun için siz asıl dağdaki kandırılmış o “zavallı gencecik çocuk” dediğiniz teröristten önce, kendi kandırılmışlığınıza, kanmışlığınıza acıyınız, üzülünüz.

Asıl suçu da kendinizde arayınız, pkk’da bile değil!

Ve kanmadığı için o kanmayan Kürt kardeşlerimize sizler teşekkürü bir borç bilirken, asıl benim  gibilere, Müge Anlı gibilere de teşekkür borçlu olduğunuzun ayrımına varınız bir an önce!

Zira bizim gibi düşünenler olmasa, siz ve sizin gibi düşünenler pkk’nın değirmenine böyle su taşıya taşıya pkk’nın 27 yıldır başaramadığını sizler başarmış olurdunuz, büyük bir marifetle, onların yerine!!

Herhalde ondan sonra da büyük bir iç huzuruyla kutlardınız kendinizi bu “elit” başarınızdan ötürü ve de olmayan vatanınızda, yine yandaşınız olmayan yandaşlarınızla!

Allah aşkına 10 word sayfası yazmışım.. daha ne yazayım… Hala bu da yetmediyse aklınızı başınıza devşirmeye, sizlere Allah akıl-fikir-izan- insaf- vicdan-ruh versin diyorum, ne diyeyim başka??!!

Hee unutuyordum… Hazır bunca yazmışken, şunu da eklemeliyim, zira yine gördüm ki hala daha ısrarla ve yine tüm aymazlığıyla, neye hizmet ettiği belirsizlerin şu “Ne mutlu Türküm diyene” lafındaki Türk kelimesini yine ırkçılıkla karışıtırıp anlamadıklarını, hatta asıl,  anlamak istemediklerine rastgeliyorum, tepeme sıçrıyor kanım! Hatta yine özellikle bunu Kürtler değil, genellikle soyu ırkı Türk olanlar yapıyor!!

Be hey insan evladı!  Bu ülkenin bu devletin adı Türkiye’dir, milletinin adına da Türk denir. Apırsan da köpürsen de bu böyle! Bayrağına da Türk bayrağı denir. Çünkü, evet, bu ülkenin adı Türkiye’dir. Türkiyeliyim denmez, Türküm denir. Çünkü bu ülkeye aidiyetin, milliyetin adıdır bu, bir ırkın-bir soyun sopun ifadesi olarak kullanılmamıştır o cümlede de. Öyle senin anlamak istediğin gibi bir anlamı yoktur yani! Onun için bunda kimsenin bir alınganlık hissedeceği bir durum da yoktur. Fransa’da yaşayanlar, Fransa devletinin vatandaşları, o millete ait insanlar  ne diyor? Fransızım diyor!  Fransalıyım demiyor. Aslı, nesebi, kökeni, ırkı ne olursa olsun milletinin adını,  devletinin adına ilişkin milliyeti olarak söylüyor. Yahudi de olsa, Ermeni de olsa, Fas’tan Tunus’tan göç etmiş Arap da olsa, Güney Afrikalı  zenci de olsa, Hint kökenli de olsa Fransızdır, fransızım diyor.  İngiltere’de de öyle, İngiltere vatandaşı ise İngilizim diyor, her ne ırktan olursa olsun, Galliyim bile demiyor, deşersen söylüyor Galli olduğunu, ama önce İngilizim diyor. United Kingdom’lıyım, Birleşik Krallık’lıyım, Birleşik Krallık’tanım falan da demiyor. İngilizim diyor! Çünkü onun aklı anlayışı izanı demek ki en azından milliyeti, devleti açısından yerinde, sağlıklı…

Ohhh içimi döktüm… Eğer bu vesileyle  bari, nihayet anlamışsanız da ne ala, yok ama hala anlamamışsanız da, ben daha ne yapayım.

Ablanızdan, kardeşinizden size naçizane tavsiyelerdi ve nasıl doğru düşünülür’e dair bazı ipuçlarıydı… Farkedebilene… Sağlıcakla…

Gerçi bayram da bırakmadılar ya… Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun…

İlk 30 Ağustos'tu, şimdi bu... önce bayramlar kaldırılır, sonra sıra kendisine gelir... yavaş yavaş...alıştıra alıştıra... haberiniz olsun!

Filiz Alev
29 Ekim 2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..