Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Doğuda bir doktor

Doğuda bir doktor
 

Hakkari Merkez


15 Ekim 2006 saat gece yarısını iki geçiyor ve ben her gün yaptığım gibi yine günlüğüme bir şeyler yazmaya başlıyorum. Doğuda zorunlu doktorluk görevimi yerine getiriyorum. Yaklaşık bir yıldan beri buradayım ama hâlâ buralara alışamadım.

Özellikle insanların bozuk Türkçesine, çoğunlukla Kürtçe konuşan hastalarıma ve birbirimizle anlaşabilmemiz için kullandığım Türkçesi neredeyse kıt çevirmenlere. Çevirmen dediğime bakmayın, o sırada hastanenin koridorunda kim varsa artık o bir çevirmen oluyordu resmi dili Türkçe olan bir ülkede.

Ben buraya ait değilim. Her zaman konuştuğum kişilere bir türlü benzemeyen, Ramazanda her türlü yeme ve içme yerleri kapanan, kızların rahatça dolaşamadığı ve dinin tüm baskılarının devamlı hissedildiği bir yer burası. Açık konuşmak gerekirse buradaki hiç kimseye güvenmiyorum.

Bir yanda PKK baskısı diğer yanda zorunlu doktorluk; tabii ki buralara kimse gelmek istemez. Televizyonda görüyorum, cep telefonunun ışığıyla hastalarına bakmaya çalışan idealist doktorları ve gülüyorum. Diyorlar ki, “Devletten her şeyi bekleyemeyiz. Hem devlet kim? Devlet biziz.”

Ben bu kadar idealist bir insan değilim. Ben devlet değilim; hastamla Türkçe anlaşamıyorum ki devlet gibi davranayım. Ben mi Kürtçe öğreneceğim yoksa onlar mı Türkçe? Aramızdaki tek bağ “Müslüman almamızdır” diyeceğim ama o da çok farklı.

Oturdukları evlerin tepelerine uydu taktıran ama daha acaba “Organ nakli caiz midir?” diye düşünenlerle aynı mıyım? Ramazanda oruç tutmayanlara uzaylı gibi bakan ve Müslümanlığın hoş görü dinini unutanlarla aynı mıyım? “Devlet nedir?” diye düşününce benim aklıma bir toprak parçası içinde dili ve dini aynı olan kişiler ilk aklıma gelenlerdir. Burada bunlardan eser bile yok…

Belki utanacağım bu günkü yazdıklarımdan, belki gururlanacağım daha o zamanlar bir şeylerin farkında olduğumdan fakat değişmeyecek tek şey benim hiçbir zaman devlet olmayacağımdır. Benden hayatımın sonuna kadar vergi alınacak, zorunlu olarak askerlik yapacağım ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şeyler… Bunları benden alırken devlet var; ben bir şeylerden şikâyetçi olduğum zaman devlet benim, idealist olmamakla suçlanan benim. Buna verilecek cevap şu…

22 Ekim 2006, yaklaşık sekiz gündür hiçbir şey yazmadım günlüğüme. İçimden de bitirmek gelmedi son cümleyi. Çünkü o satırları yazarken hastaneye bir hasta gelmişti. Şiddetli baş ağrısı çeken bir kız; kız diyorum adını artık bilsem de doğudaki kızların ortak meselesini anladığımdan dolayı.

Hastayı muayene ederken, hamile olduğunu fark ettim. Kızla göz göze geldiğim zaman ailesinin bundan haberi olmadığı anladım. Hiç bozuntuya vermeden, hastanın belirli bir süre hastanede kalması gerektiğini ailesine anlatarak onları gönderdikten sonra kızı hemen doğum haneye götürdüm çünkü kız doğum sancıları çekiyordu. Sabaha karşı bir oğlan doğurdu. Hemşireler kızla konuşmuş, kız evli değilmiş hatta İmam Nikâhı bile yokmuş. Komşusu ona tecavüz etmiş, o da korkudan kimseye söyleyememiş. Birkaç kez çocuğunu düşürmeye çalışmış ama yapamamış. Ben bunları duyunca hemen kızla konuşmaya başladım. Taburcu olacağı güne kadar elimden geldiği kadar ona yardım etmeye çalıştım. Hatta durumu jandarmaya anlatmayı bile teklif ettim kıza ama istemedi. “Kendi aramızda çözmek istiyorum” dedi hep.

Bir haftalık gece nöbetim boyunca her gece kızın oğlunu gördüm. Onu kucağıma aldım, yatağında uyuşunu izledim, gülüşüyle mutlu oldum. Ne zamandır da gülmediğimi bebekle zaman geçirirken anlamaya başladım. Çalıştığım şehre geldiğimden beri ikinci kez dışarıya çıkmıştım kaldığım lojmandan. Birincisi cep telefonuma kontör almak içindi; ikincisi bebeğe hediye almak oldu. Bebeğe giyecek bir şeyler aldım, çalışma arkadaşlarımın da katkılarıyla.

Bu sırada kızın bir sürü akrabası ziyarete geliyordu ama kimsenin bebekten haberi yoktu. Burada ya da doğudaki her hangi bir yerde benden daha fazla çalışmış olanlarla konuşmaya başlayınca kızın neden bu tür bir olayı sakladığını anlamaya başladım. Doğudaki kız tipi çok farklıydı. Çoğunluğu küçük yaşlarda kendilerinden büyüklerle evlendiriliyordu. Bazıları buna dayanamayarak intihar bile ediyordu. Kızları okutmak istemiyorlar, onların üzerinden borçlarını kapatıyorlar ya da başlık parasıyla kazanç sağlıyorlardı. Şaşırdım, Özal’ın küçük Amerika’sını; Erbakan’ın İslami rejimini; Ecevit’in meydanlardan eksik etmediği güvercini ve Erdoğan’ın ampulünü hatırlayarak.

Kendi cinselliklerini hayvanlarla gideren, kadının orası burası göründüğü zaman kıyameti koparan, sözde Müslüman olup putperest olmayan fakat peygamberimizin sakalını öpmek için yarışan; Allah’tan değil de türbelerden medet umanlardan kızlarına uygarca davranmalarını beklemekte abes kaçardı zaten.

Kızı taburcu ettiğimiz gün öldürdüler, namussuz olduğu için. Hiç kimsenin aklına kızın suçsuz olduğu gelmedi. Onlar için önemli olan kızlarının tecavüze uğraması değil, namuslarıydı hem de buna karar verenler eşek beceren namuslulardı. Onlar için kız demek mal demekti. Bozuk malın alıcısı olmazdı; mal sahibinin itibarı bozuk malla yerle bir olurdu.

Üzüldüm, acıdım kıza, hem arkada kalan çocuğa kim bakacaktı? Zorunlu hizmetim bitikten sonra buraların bir daha adını bile anmayacağım. Yok sayacağım hayatımdan, kendi yağlarıyla kavrulsunlar. Artık benim derdim olmayacaklar. Sadece üzerime düşen doktorluk görevimi yerine getireceğim ve şafak saymaya devam edeceğim. Belki diyorum o gün kızın hamile olduğunu söyleseydim, her şey farklı olur muydu?

Yoksa ben devlet mi olmuştum kızın hamile olduğunu saklamakla!

 
Toplam blog
: 27
: 890
Kayıt tarihi
: 27.12.07
 
 

İletişim fakültesi mezunuyum. Medya sektöründe çalışmaktayım. Yazı yazmayı seviyorum ..