Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '09

 
Kategori
Öykü
 

Doğum ve ölüm

Doğum ve ölüm
 

bir andır yaşam ve ölüm...


Tanrıya yakarıştır çoğu zaman, ellerin ve yüreklerin birleşmesi. Ama o gün, o derin antibiyotik ve o yüreği burkan kokunun sinmiş olduğu hastane salonunda onların tek dileği bebeklerinin sağlıklı doğmasıydı. Anne ameliyathanede sancılar içinde kıvranırken baba da dışarıda eşiyle aynı sancıları yaşıyordu. Midesine kıramplar giriyor sanki kötü bir haber alacakmış gibi bir şeyler hissedip hem kendini hem de etrafını endişelendiriyordu.

Kısa bir süre sonra beş ya da altı doktor ameliyathane odasına doğru acele adımlarla yürüyorlardı. Bir hemşire yanlarına yaklaşıp, genç adama duyurmamaya çabalarcasına doktora bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Genç adam, hemşirenin ‘doktor bey, hasta iç kanama geçiriyor ya annesi ya da çocuk ölecek’ sözlerini işitir işitmez doktorun yakasına yapışır gibi atıldı öne. Ne olup bittiğini öğrenmek istiyordu. Bir doktor, elini Ömer Mert’in omzuna koydu ve onu yatıştırmaya çalıştı. Bir an sessizlik oldu etrafta. O hastanenin tuhaf havası sanki yok oldu, her şey dindi, sustu. Ne çığlıklar ne de bir bebeğin ağlayışı hiçbir şey duyulmuyordu. Duyulan sadece Mert’in iç sesiydi. Şimdiye kadar hislerinde hiç yanılmamıştı. Eşine ne olsa anında hisseder ve ya önlem almaya çalışır ya da cesaret verirdi. O anın tek farkı, Eylem’in ameliyat masasında kendisinin de dışarıda beklemesi ve hiçbir şey yapamıyor olmasıydı.

Bir hastane ise beklenen yer, hele de sevdiğiniz biri o an ameliyat masasındaysa daha bir ellerinizi açarsınız Tanrı’ya, duysun sizi diye. Neden bilinmez ama hep en kötü anlarda Allah’a sığınmıştı Mert de. Hayatı boyunca sadece beş kere bir caminin kapısından girmiş ve namaz kılıp dua etmişti. Gözünüzün önünden şeritler geçer yaşamınıza dair hastanenin soğuk hava dalgası içindeyseniz. Mert de düşünüyordu. Kaybetme korkusunu, doğacak olan şirin kızını bekledikleri ayları, Eylem’le tanışmalarını… En çok da aylarca kızlarının ismi konusundaki konuşmalarını düşünüyordu. Eylem, Gül olsun istemişti; o bizim tek gülümüz olacak derdi Mert’e. Mert ise Naz olsun derdi. Nazlı kızımız olacak der dururdu. Şimdi ikisini de yitirebilirdi. Ya da birini yitiriyordu belki de. Hangisini yitirse gerçekten acı vermezdi? Karar veremiyordu, her ikisini de yanında hissetmeye alışmıştı. Eylem ve Naz, hayatını oluşturan imgelerdi ve birini bile kaybetmeye dayanamazdı.

Saatler ilerledikçe o mistik kokular ve çırpınışlar yeniden hayat buldu. Kısa süren düşüncesinden diğer heyecanını yatıştıramayan baba adayı sayesinden sıyrıldı. Omzunda bir el hissettiğinde heyecanla dönmüştü bir haber var mı düşüncesiyle. Tufan ile yarım yamalak el sıkıştı. Kim olduğu ne olduğu hiç önemli değildi o anda. Bir peri bile olsa, Mert içeride ameliyathane içinde yaşananları merak ediyordu. İki baba adayı da ufak bir hareketlenme hissedip ameliyathane kapısına yaklaştılar. Mert Tufan’ın da neler hissettiğini anlar gibiydi. Ama içeride sadece Eylem’in olmadığını bilmek biraz olsun rahatlatmıştı yüreğini. Belki de kaybedecek olan kendisi değildi. Bir an sıyrıldı düşüncelerinden ve sıyrılır sıyrılmaz Tufan için düşündükleri utanması için yetti. Ne olursa olsun başkalarının kötülüğünü düşünme derdi hep Eylem.

Ameliyathaneden çıkmakta olan hemşire alışıktı hasta yakınlarının çığlıklarına, ağlamalarına. Oldukça despot görünse de yüzünde yine de bir masumu kaybetmiş olmanın hüznü vardı. Elinde şirin bir kız çocuğu vardı, bembeyaz bir örtüye sarılmış. Tufan da Mert de yaklaşan hemşireye ve elindeki bebeğe buruk bir heyecanla bakıyorlardı. Hemşire Mert’in yanına gelerek, hayırlı uğurlu olsun, nur topu gibi şirin bir kızınız oldu dedi. İçindeki kötü düşünceler dinmişti artık. Tüm zorluklar atlatılmış, bebeğinle hasret gideriyordu. Annesi müşahede altında, yarım saat içinde odasına alırız, şimdilik bebeğinizden ayırıyorum sizi diyerek Tufan’ın yanına yaklaştı. Tufan da hayırlı olsun Allah sizleri ayırmasın demişti. Hemşireden de o güzel haberi bekliyordu. Bir süre bebeğe baktıktan sonra, hemşire, başınız sağolsun, kolay değil ama güçlü olmalısınız dediği anda düşecek gibi olddmuştu Tufan. Mert hemen yanına gitti Tufan’ın, kolundan tuttu. Ne de olsa çok kısa bir kader ortaklıkları vardı. Hemşire, anneyi de bebeği de kaybettik maalesef, iç kanamayı durduramadık, bebeğin kalp atışları hızlandıkça anne de kritikleşti. Çok üzgünüm dedikten sonra ayrıldı yanlarından hemşire. Onların da durumları zor olsa gerek diye düşündü Mert. Öyle ya hem sevinçli hem de kötü haberi vermek onlara düşüyordu. Psikolojileri oldukça sağlam olmalıydı bu tür meslekte çalışan kişilerin. Tufan’ı bir sandalyeye oturttu. Kendi mutluluğunu mu yaşasın, Tufan’ın hissettiklerini kısa bir süre önce hissettiği için üzülüp Tufan’ın acısına ortak mı olsun çıkaramadı. İşte bitti, her şey, her şeyim gitti dedi Tufan. Bağırmıyordu, çığlık atmıyordu, ağlamıyordu da. Ama böylesi daha kötüydü zaten. Şok geçiriyor gibiydi, sandalyede sallanmaya başladı. Gözlerinde hayatın sıfır olduğu görülüyordu sanki. Mert şaşırdı, kime nereye haber vermesi gerekiyor bilemedi. Böyle bir durumda, teselli sözlerini de söyleyemezdi. Kendini Tufan’ın yerine koydu. Bir süre sonra aynı hemşire elinde beyaz bir örtüye sımsıkı sarılı olan bebeği morga götürmek üzere yine aynı adımlarla onlara doğru yaklaştı ve önlerinden geçip gittiğinde Tufan kendinde değilmişçesine giden hemşirenin elindeki bebeğine bakıyordu. Ardından sedye üzerinde eşini ameliyathaneden çıkardılar, yüzüne kadar her yeri sarılmıştı beyaz kefene. Bir süre Tufan’ın görmek isteyeceğini düşünüp bıraktılar kapı önünde. Yüzü açılabilir durumdaydı kadının. Tufan sandalyeden kalktı sedyenin yanına geldi. Şuursuz gibiydi. Elini sedyeye doğru götürdü. Aynı zamanda Mert’in de eşi odasına alınmak üzere müşahede odasından çıkarılıp asansöre doğru götürülüyordu. Yarı baygın şekilde Mert’i gördü fakat Mert o an kader arkadaşını yalnız bırakıp eşiyle gidemedi. Eşinin asansöre bindirilmesini izledi yarım yamalak. Tufan elini karısının yüzüne götürdü, örtüyü kaldırmakta tereddüt etti. Bir süre önce boynuna sarılan eşine şimdi kefenin altından bakmak ne kadar tuhaf ve acıydı. Yavaşça örtüyü kaldırırken Mert’in de yanında olduğunu hissetmek kuvvet veriyordu. Daha soğumamış olan yüzü öyle güzeldi ki kadının, bir peri kadar masum ve gösterişliydi. Daha fazla dayanamayan Tufan yere yığıldı. O an sedyeyi bırakmış olan hastabakıcılar sedyeyi acele ile oradan uzaklaştırırken hemşirelere seslenmeyi de ihmal etmediler. Bir süre sonra ayıldığında hala Mert yanındaydı. Hiç konuşmadan anlaşmışlardı iki kader ortağı. Tufan’ın baygınlığı sırasında karısının yanına gitmiş, sağlığıyla ilgilenmiş ve alnına ufacık bir buse kondurup yeniden arkadaşının yanına inmişti Mert. İri yarı denecek kalıpta dört adam kapıda belirdiğinde henüz yarım saat geçmişti. Apar topar kollarından tutup kaldırdılar Tufan’ı. Tam odadan ayrılırken, son kez dönüp Mert’e baktı Tufan. İçlerinde garip bir his, yüzlerinde acı bir tebessüm vardı ikisinin de. Ve öylece hastane kapısından büyük siyah bir Chrysler marka otomobile binerek uzaklaştılar. Mert karısının yanına döndüğünde, bebeğin de karısının kucağında olduğunu görünce hayatın en büyük mutluluğunun o an, her ikisinin de yanında olması olarak düşündü. O gece şanslı baba Mert’di. Ama hala şaşkındı, bir tarafı hala Tufan’ı düşünüyordu. Karısı ve kızına sarıldığında Tufan’ın da o anları yaşamasını isterdi. Hemşire bebeği almak için geldiğinde, Mert’e iki gün sonra çıkabilecekleri haberini verdiğinde Eylem de Mert’de sevinmişlerdi. Sabah doktor bey kontrole gelecek, şimdi annemizin dinlenmesi lazım diyerek dışarı çıktı. Mert hafif buruk ve hala şaşkınlığını atamamış bir halde evine gitti. Biraz dinlenmesi gerekiyordu. Zira yarın evine küçük bir misafir gelecekti ve tüm gün onunla ilgilenecekti.

Sabah geç kaldığını düşünüp alelacele kapıyı örtüp çıktığında henüz saat yedi idi. Dünkü şaşkınlığı ve üzüntüyü atlatmış gibiydi. Bir yandan da Tufan’ı merak ediyordu. Ne de olsa kader ortağı olmuştu bir süre. Hastanenin en köşesindeki öününde çiçeklerle dolu olan odaya, karısının yanına girdiğinde Eylem’in heyecanla televizyondaki bir haberi izlediğini gördü. Ve hoş geldin hayatım, bak gel dün ne olmuş diyerek heyecanlı bir şekilde haberi anlatmaya başlamıştı ki televizyonda Tufan’ın solgun yüzünü gördü. Hiçbir şey diyemedi, sadece karısının yanına oturdu ve sessizce izledi haberi. Ünlü sanayicilerden genç iş adamı Tufan Saygın eşi ve çocuğunu kaybettikten sonra intihar etti sözlerini duyduğunda derin bir üzüntü kapladı bedenini Mert’in. Eylem heyecanla olayı anlatırken, o dünü yaşadığı için çok daha fazla şey biliyordu Eylem’den. Ve sonunda spiker ‘ işte sevgili izleyiciler, para her zaman her şeye çare olmuyor. Genç iş adamı intihar etmeden önce kısa bir not bırakmış ve notunda, para kazanmamın iki nedeni vardı. O iki nedenim de elimden alınınca ne paranın ne de yaşamanın bir anlamı olmayacaktı, hiç kimse ölümümden sorumlu değildir yazmıştı.

Bu haberin ardından toparlanmakta güçlük çeken Mert, karısı ve kızının çıkış işlemlerini yaptırırken, hemşireden Tufan’ın karısının ismini sorgulamasını istemişti. Tufan arkadaşı, dostu olmuştu kısacık hastane çerçevesinde. Hemşirenin ismi öğrenmesi bir anlık bilgisayar ekranına bakmasıydı sadece. Ve isminin Dicle olduğunu öğrenmişti. Karısının yanına gittiğinde, olayı karısına baştan sona anlattı. Ne yaşadığını, neler düşündüğünü, hatta bir an kaybetme duygusunun kendinde değil de Tufan’da yoğunlaşmasını istediğini bile. Şimdi o düşüncelerinden pişmandı. Ve kader ortağının karısının ismini kızına vermeyi teklif etti karısına. Eylem şaşırdı. Birinin Mert’in gözünde bu kadar değere binebileceğini düşünmemişti hiç. Oysa bir günde tanıdığı Tufan’a vefa borcu varmış gibi davranıyordu Mert. Bir süre Dicle Naz mı yoksa Dicle Gül mü olması konusunda düşünseler de sonunda bir karar vermişlerdi. Hastane kapısından çıkarken küçük kızın ismi Dicle Gül olmuştu.

09.12.09 K.K 17:47

 
Toplam blog
: 74
: 546
Kayıt tarihi
: 21.04.07
 
 

1980 doğumluyum. Kamu Yön. Bölümünde okumaktayım.. Kelimelerle oynamak en büyük zevkimdir. Kelimele..