- Kategori
- Kültür - Sanat
Doksanlar
Son zamanlarda eski film ve müzik arşivime daldım ve altmışlı yıllardan günümüze kadar olan eserlerin tadını çıkarma fırsatım oldu. Bu zaman tünelinde dikkatimi çeken tek şey doksanlı yıllarda yaşanan patlamaydı. O yıllarda aktörler yakışıklı, kadınlar hayranlık verici, şarkılar güzel ve moda asiydi. Doksanlı yılları henüz ortaokul yıllarında yaşayan biri olarak hayal gücümde kısa biz zaman yolculuğuna çıktım. Filmler, şarkılar ve o zamana dair ne varsa zihnimde uçuşup durdu.
Yakın bir arkadaşımın evine gittiğimde tanımıştm Tom Cruise’u. Ablasının odasında Top Gun filminin posterleri vardı. Kadınların hayran olduğu bu adamı merak edip filmini izledim ve evet, ben de hayran oldum. Film seksenlerin sonunda yapılmış olsa da uzunca bir süre etkisi devam etti. Harçlıklarını Amerika’dan İncirlik’e gelen deri pilot montları için biriktiren arkadaşlarımı hatırladım...
Doksanların sonunda doğru sinemalarda Titanik (eşimle gittiğimiz ilk filmdi) fırtınası esti ve yakışıklılık kavramı Leonardo Di Caprio ile farklı bir boyut kazandı. Romantizmin doruklarda gezdiği doksanlarda Cesur Yürek Mel Gibson’un kahramanlık ve özgürlük çığlıklarını hepimiz duyduk. Belki de baş kaldırmanın tam zamanıydı doksanlar...
Lisede jöleli saçların revaçta olduğu dönemlerde Bon Jovi, Sting, Michael Jackson ve R.e.m. albümleri sanki Amerikadaymışız gibi tüm gençlerde vardı. Her sabah özenle parfüm sürülür ve saçlar jölelenirdi. Okulun girişindeki tek eksik kırmızı halı ve spot ışıklardı. Çocukça da olsa hoş bir romantizm vardı havada. Şimdilerde hip hop’la asileşen ve geriye kırıntıları bile kalmayan bir romantizm...
Doksanlarla ilgili aklımda kalanlar mı? Çocukça bir romantizm, dünyanın daha iyi bir yer olacağı umudu, saf aşk, futbol zevki, Tom Cruise, müzik kasetleri, vhs, daha fazla seyyar satıcı, büyük adam olma hevesi, havuz problemleri, okul önünde satılan ve tadı damağımda kalan kebap, pamuklu şeker ve hayatımın en keyifli yılları. O yılları özlememek mümkün mü?