Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '09

 
Kategori
Deneme
 

Dokunuşlar ölüm, ölüm özgürlüğümüzdür

Dokunuşlar ölüm, ölüm özgürlüğümüzdür
 

Sevgiliye Mektuplar /

……… Serçelerin ürkek ve ahenkli ötüşlerinden tenlerimize yansıyan sonsuz senfoninin ölümün kıyısında başlayıp girdaplarına sürüklendiğimiz anlardı bitmez dediğimiz geceler ve sabahın gizeminde sarmaladığı uçsuz bucaksız yolculuklarımız… Serçe kadar hafif, ötüşü kadar çıldırtan, ölümü güzelleştiren soluksuz anlarımız…

……… Eros'a nazire yaparcasına ıssız ormanın derinliklerinde yeni yollar, geçitler ve patikalar keşfediyorduk soluklarımızdan ölüm, tenlerimizden yeniden doğuş yayılırken ve orman kavruluyordu güneş görmemişliğinin adrenalinde… Dokunduğumuz ölüm, girdabının bilinmez derinliklerine çekerken rengarenk sis dağları oluşuyor ve her sisten yeni fidanlar ve fundalıklar üretiyorduk, bakir alanlar doyumsuzlaşıyordu kıraçlığında…

……… Varyasyonlar yerçekimine başkaldırıyor kanatsız uçmaların yenidenliği şekilleniyordu uçsuz, bucaksız, kimsesiz, sen ve ben ile nefeslerimizin toplamının yeni bir evren yarattığı noktada… Süper marketteki kasiyer bir kızın sevgilisi ile geçireceği flört zamanlarının, yazar kasa ile tuşları arasında kaybolan yitik anlarına benzeyen yaşanmamışlıkları binlerce kez uçurumdan atlarcasına adrenal yükleyen tenlerimize yayılıyordu gecenin bitmeyen tütsü kokulu gizemlerinin arasında… Doğuyor, ölüyor, kutsanıyorduk yeniden…

……… Tahta sandığından çıkarmaya kıyamadığı ve genç kızlığında işlediği naftalin kokulu emek dokulu kanaviçe, etamin ve haraşolarının çok yakışacağını düşündüğü yeni yetme çıtır torununun giydiği cüretkar mini eteğinden ve yarattığı seksapelden utanan seksenlik ninenin içindeki bastırılmış duyguların, gündüz mavi küçük bulutlarda, gece binlerce yıldızlarda açığa çıkması, yansımasıydı tek yürek, tek beden ve tek can olurken... Gardiyanı biz, ceza evinin yüreğimizin olduğu içsel ve kapalı duygularımızın firar ettiği anlardı ki biz izin veriyor, görmezlikten geliyor, göz yumuyorduk iki firarinin masum, temiz, suçsuz ve günahsız dünyevi buluşmalarına… Aykırı yüreklerle tabiatta dengesizleşiyor, buluşamaz denilen iki ayrı kıtanın durgun nehirleri tek bir akakta azgın ve coşkulu ilerliyordu…

……… Açık denizlerde yelkeni parçalanmış tekneydik, okyanusların egzotik renkleri seslerimizin çığlığa dönüştüğü her anda tenlerimizde yeşilden maviye, maviden türkuaza dönüşürken sürükleniyorduk bilmediğimiz denizlerin sularında ve nereye götürse gidecektik yelkensiz, güvertesiz… Karaya vursak hissetmez, coşkun nehirlerden denize dökülsek farkına varmazdık ve kelimesiz ve parşömensiz yazdığımız mektuplar ıslanırken yeniden ve sayfalarca yazmaya devam ediyorduk ıssız, yeşil, mavi adacıkların arasında dümensiz, rotasız savrulurken … Serenat; martıların kanat çırpan beyaz kanatlarıydı…

……… Papatyalardan taç yaptığım çiçekleri boynuna takıyor, ıssız, korunaksız, mum kokulu mabedimizin prensesi oluyordun konukluğumda, bense prangasını parçalamış özgür mahkumdum anne kokunun konukluğunda… Yangınlar çoğaltırdık konukluğumuzda ve dünyanın tüm itfaiyeleri yetersiz kalırdı, gözlerimizle yakar, tenlerimizle söndürürdük bize ait yangınları ve öyle alevsiz, öyle yakıcı, öyle büyülü… Yandıkça ölümün ürperten serinliğinde kayboluyor, yağmur bulutlarına dönüşüyordu küllerimiz… Yeniden savrulurken alevlere, göklere, küllerimizde doğuyorduk tek can olmanın cazibeli hışırtısında… Tutsağıda bizdik bu aşkın, özgürlüğü de… Her dokunuş, her ölüm özgürlüğümüzdü…

 
Toplam blog
: 111
: 726
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

Adana doğumluyum halen bu kentteyim.. Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum. Deneme ve şiir yazıy..