Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '07

 
Kategori
Müşteri Hizmetleri
 

Dolmuş şoförü.

Dolmuş şoförü ve iyi giyimli adam

Her mevsim, güzel doğar Mersin’de Güneş. Mevsim kış ama sabah aydınlık, gökyüzü pırıl, pırıl gündüz yaz gece sonbahar. Yazı özlemiyor burada insan. Hava, İstanbul’da 9 derece, burada 18.
Mersin’in sonundaki son evin balkonunda oturuyorum. Elimde bir fincan kahve, uzaktan, sol yanımda denizi, sağ yanımda Toros dağlarını, önümde kayısı ve limon bahçelerini izliyorum ve radyoda bir Nihavent şarkı, ses içime işliyor adeta; “Eylüle az kaldı, / yeşiller kızıla, / Sonra sarıya kesecek ve düşecek dallarından./ Eylüle az kaldı. / Uzayıp geceler / Silecek sabahları, / Sonu geliyor gibi yollarında, / Eylüle az kaldı.”

Mevsim kış ama buraya Eylül yeni geldi. Kayısı ağaçlarının yeşil yaprakları kısa süre önce ve çabuk sarardı, ama kızıllığı hala devam ediyor ve yapraklar düşmemek için uğraş veriyorlar adeta. Radyoda şarkı devam ediyor “yeşiller kızıla sonra sarıya….”

Ömrümün eylülündeyim. Duyumsuyorum bunu. Geriye gidiyorum düşüncelerimde. Ta… öğrencilik yıllarıma, İstanbul’a. Soğuk bir sonbahar sabahına. Yağmur ağır, ağır yağıyor hani şu “ahmak ıslatan” dediklerinden. Karaköy’de rıhtıma yanaşıyor gemi, işine yetişmek isteyen aceleci insanların arasında adeta itilerek çıkıyorum iskeleye.

Aksaray’a yolcu taşıyan, uzun, siyah pleymout ve dodge dolmuşların kuyruğuna giriyorum. Ahmak ıslatan devam ediyor ve soğuk hava kamçı gibi yüzümüzde patlayıp duruyor. Herkes bir an önce binmek ve gideceği, sıcak bir yere ulaşmak derdinde. Sonunda dolmuş doldu, bir kişi daha binmek istedi.

Şoför ;

“Arkayı dörtleyelim beyler”.

Arka sırada oturan biri ;

“Binemez kardeşim. Arka koltuk doldu” dedi.

Oysa herkes bilir o zaman İstanbul’da, arkaya daima dördüncü kişinin alındığını. Bu herkes tarafından kabul edilen gizli bir anlaşmadır sanki ve işte bu kuralı, çiğniyor birisi. Dolmuştakilerin tamamı dönüyor arkaya “dolu” diyene bakıyorlar. Bu, iyi giyimli kravatlı bir bey. Dolmuştakilerden bazıları dudaklarını büküyor. Yüzüne hayret ifadesi verenlerde var. Dolmuştakiler onaylamıyor bu davranışı ama sadece yüzlerinde asılı kalıyor bu düşünceleri. İyi giyimli kravatlı bir bey bakışlardan ayıplandığını anlıyor. Dolmuş şoförü binmek isteyen kişiye dönüyor ve “dolmuş, dolmuş kardeşim” diyor ve yürüyor dolmuş.

Galata köprüsünün üstünde ilk ek yerinden sarsılarak geçiyor dolmuş. İşte o sarsıntıdan sonra şoför “Orhan Baba”sının bir şarkısını söylemeye başlıyor. “Nerde boynu bükük bir garip görsen, / Hor görme garibi ne derdi vardır”. Birkaç kez yineliyor şarkının bu sözlerini, sonra hafif yan dönerek, iyi giyimli kravatlı beye ;“Niye binemez bey abicim” diyor. İyi giyimli kravatlı bey ; “Görmedin mi kardeşim adam sarhoştu”. Köprünün son ek yerinden geçiyoruz. Taaaak tuuuk sesleri içinde. Şoför sakin, şoför aldırmaz bir halde. Hep şarkısını söylüyor. Hep aynı dizeleri. “Nerde boynu bükük bir garip görsen, / Hor görme garibi ne derdi vardır”. Dolmuş Sirkeciyi geçmek üzere, Şoför yine yan dönüyor, iyi giyimli kravatlı beye ; “ağabeycim, sen hiç içmedin mi ?” diyor. İyi giyimli kravatlı bey ; “İçtim kardeşim, ne olacak ?”. Şoför direksiyonun ortasına sağ elinin parmağıyla vuruyor, ritim tutuyor ve yine aynı şarkıyı söylüyor “Nerde boynu bükük bir garip görsen, / Hor görme garibi ne derdi vardır”. İyi giyimli kravatlı bey hariç. Kimse rahatsızlık duymuyor şarkıdan. Dolmuş bab-ı ali yokuşunu tırmanıyor, şoför hala aynı şarkının dizelerinde. Çıkamıyor bu dizelerin dışına, ayrılamıyor bir türlü.

İyi giyimli kravatlı bey, anlıyor kedisinin tiye alındığını, alay edildiğini, dolmuştakilerin, bu havada birisini dışarıda bırakmasını hoş görmediklerini anlıyor ama yapacağı bir eylem yok artık.

İyice bunalıyor iyi giyimli kravatlı bey. Bo soğukta terlemesinden belli oluyor bu. Dolmuş türbeyi dönüyor şimdi, şoför “arkadan vermeyenler” diyerek dolmuş parasını istiyor. Tartışmaktan ve sıkıntıdan para vermeyi unutan tek kişi, iyi giyimli kravatlı bey. Biliyor bunu şoför ve yineliyor tam bıçkın şoför ağzıyla ; “Arkadan vermeyenler”. Bir elli lira uzatıyor iyi giyimli kravatlı bey elden ele şoföre uzanıyor para. Şoför “bozukluk yok muydu abicim” diyor. Şoför bozuk veremedi diye adeta mutlu, şoför sakin, şoför aldırmaz, şoför cin. Bekliyor para üstünü ama şoför oralı değil, o şarkısını söylüyor hep. “Para üstü” diyor iyi giyimli kravatlı bey. Şoför; “valla abicim biz tüm parayı dün akşam şaraba verdik. Hayy Allah, bozuk da yok, yani para üstü… Amma senin için pek önemli değildir be abicim. Üstü bahşiş de diyebilirsin. Ben nazlanmam kabul ederim. Amma illa da fazlasını isterim diyorsan, öğleye doğru birikir, Beyazıt’taki trafik polisinden alırsın” diyor. İtiraz edecek oluyor iyi giyimli kravatlı bey. Şoför istanbulkaldırımıçiğnemiş. “bu işin raconu böyle ağabeycim” diyor.

Dolmuş Çarşıkapı’da durdu. İyi giyimli kravatlı bey indi burada. Arkadan gelen bir başka dolmuşa el kaldırıyor binmek için. Dolmuştaki diğer yolcular mutlu. Yüzlerinden, mimiklerinden anlaşılıyor bu. Şoför “babasının” şarkısını söylemekten vaz geçti, hiç duymadığım bir şarkıyı söylüyor, beklide kendisi besteledi o an, irticalen, kendiliğinden içinden geldiği gibi söylüyor yani, “Bir günah ettin, cezanı çekeceksin”.

Mersin hala Eylülü yaşıyor bu gün. Yaprakların bir kısmı kızıla, bir kısmı sarıya kesmiş ve yavaş, yavaş düşüyor dallarından.

Radyodaki sanatçı da nihavent şarkının son dizesini söylüyor.

“Eylüle az kaldı”.

 
Toplam blog
: 3
: 1557
Kayıt tarihi
: 25.12.07
 
 

"Anlamaz ham adam, olgun adamdan Söz hem az, hem öz gerektir vesselam"                   ..