Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '11

 
Kategori
Deneme
 

Dolunayın izleri

Dolunayın izleri
 

Büyük Dolunay (resimrehberi.com)


Dün akşam bir şiir okudum Milliyet Bloglarda. Arkadaşımız ( Pervane ), belki bir roman hacmindeki duygularını “Yorgun Gönlüm”e sığdırdı. Böyleyken dizeler yine hafif, dizeler kanatlı. Benim bildiğim, daha doğrusu duyduğum şiirlere yorum yazılamazmış. Ben de pek yazmam. Ama “Yorgun Gönlüm” için arkadaşımıza bir mesaj atmadan edemedim. 

 

“Yorgun Gönlüm”ün yanında bir ay resmi vardı; görünce beni anılar sardı. Şiir yazmaya teşebbüs ettiğim oldu; ama aylı gecelerimi hiç yazmadım. Daha doğrusu yazmak bile aklıma gelmedi. Demek ki ben hiç romantik olmamışım. Bundan sonra da olamayız. 

 

Aylı gecelerimden kareler göstereyim. Belirsiz kareleri, solmuş kareleri, artık siz canlandırın. Sahi, böyle bir teknik var galiba; tarihi fotoğrafları nasıl işliyorlarsa film karesi gibi oluveriyorlar. Biz de tarihten yapraklar sunacağız sanki. Evet, çok eskilerden. 

 

Doğduğum köydeyim şimdi. (Trabzon’un Dernek Pazarına bağlı Akköse Köyünde) 5-6 yaşlarındayım (Yani bundan 62 yıl öncesindeyim) Odamız ay ışığıyla dolu. Gazlı idare lambası ışığının ağustos böceğinin ışığı kadar bile hükmü yok. Odada kimseler yok. Pencereden bakıyorum. Halam, yengem, komşular hepsi dışarıda. Kimileri taş üzerine oturmuş, kimileri kütük üzerine, kimileri de kapı eşiğinde. Siyah beyaz görünüyorlar. Ağaçların, hele de mısır bahçelerinin görüntüsü gündüz görüntüsünden çok farklı. Ay ışığında yıkanmışlar sanki. Hele de mısır yapraklarında hafif kıpırdanma olunca. Gölgeler de esrarengiz oluyor. 

 

Bu Temmuz gecelerini daha sonra hiç yaşamadım. Böyle manzara romanlarda dahi çizilmedi. Bu gecelerde neler konuşulduğunu hatırlamıyorum. Siyaset konuşulmuyordu herhalde, dizi de, futbol maçları da konuşulmuyordu. Ne konuşurdu bu yorgun insanlar. Geçim meseleleri desek, o da beş on dakika sürer. Böyle uzun müddet ne konuşurdu bunlar? Kim bilir, belki de gurbetteki kocalarından söz ederlerdi. Aldıkları mektuplardan, yazdıracakları mektuplardan… Erkeklerin çoğu gurbetlerdeydi. Yakında, çayır kesmeklerde geleceklerdi. Bir ay, bir buçuk ay durduktan sonra yine gurbet, yine hasret başlayacaktı. 

 

Sabaha birkaç saat kala kaldırdı beni yengem. Ancumah’a ( mesiremize) gidecektik. Elinde fenerle yola koyulduk. Giderken komşulara haykırır gibi sesleniyor. Komşu da elinde fener bize katılıyor. Haykırır gibi seslenmelerle fenerler de çoğalıyor. Ormanı bu fenerlerle geçiyoruz. Yıldızları görüyoruz, ayı da görüyoruz. Bir düzlükte oturduk Sabah namazlarını kılıyor büyükler. Biraz sonra fenerleri ağaçların, çalıların altına bırakıyorlar. Dönüşte alacaklar. Ot yüklü olarak dönecekler. Ancumaha iki, iki buçuk saatte gidiliyor. Orada sabah yemeğini yedikten sonra otu yüklenip döner kadınlar. On horomdan (her biri 4-5 kg. olan bağlardan) aşağı olmaz bu yük. 

 

Neyse, yürümeye devam ediyoruz. Güneş doğmak üzere. İşte burada duralım. Biraz önce yıldızlar, sonra ay ve güneş… Bu manzarayı göreniniz var mı? Bırakın bizzat gözlemeyi, filimlerde, dizilerde seyredeniniz var mı? Yok tabii, değil mi? Yıldızlar aynı yıldızlar, ay da güneş de aynı. Ama o erken kalkan insanlar yok, bizden önceki kuşak yok. Biz de gidiyoruz yavaş yavaş… Ay da , yıldızlar da hep olacak, güneş de doğacak; Doğacak; ama kimlerin üzerine doğacak? 

Yıldız kaymalarından hiç söz etmedim. O da ayrıca söz edilmeye değer. Şimdilerde de yıldız kayar; ama yıldızın kaydığını görenlerin duyguları, söyleyişleri farklı olur. Belki de hiç olmaz. 

 

Sadece kareleri gösterecektim; ama anılar üşüştü üzerlerine. İhtiyarlıkta böyle oluyor. Eşimle beraber olan birkaç kareyi atlayarak son bir kare daha göstereyim. ( Eşimle deyince yanlış anlaşılmasın, biz hiç mehtaba çıkmadık, mehtap dolardı odamıza. ) 

 

1974 yılında Ortaokul öğretmeni olarak Van’ın Muradiye’sindeyiz. Bir gece balkonda üç yaşındaki oğlum Ahmet sandalyeye çıkmak için uğraşıyor. Ne yaptığını sorduk. Meğer aya uzanmak, ayı almak için çıkacakmış sandalyeye. On dördündeki ayı kim sevmez. İnanıyorum ki herkes sevmiştir. Nice türküler, yakılmış, şiirler söylenmiştir. Filimler de çekilmiştir. Ama ayı indirmek için uzanan el olmuş mudur? Tabii bu çocuğun hareketinin romantikliği yok. Romantikliği yok da bu çocuğun eli hangi duygularla aya uzanır? 

 

Vay be, hiç romantikliğimiz olmamasına rağmen aylı gecelerle ilgili bayağı anım varmış. Var da bunlar parça parça. Dikkat ediyorum da bu parçalar hep dolunayla ilgili. Dolunayın izleri içimde. Filimler, şarkılar, şiirler bu izleri kabardır içimde.  

Yorgun gönlüm pencereden bakmak istiyor. 

 

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 06. 04. 2011 

 

 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..