Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '10

 
Kategori
Bilim
 

Dom (10)- Bilginin Üssel Oluşumunun Anlamı Ve Sonuçları

Dom (10)- Bilginin Üssel Oluşumunun Anlamı Ve Sonuçları
 

Değişimler hakkında bilgi oluştur ve bu bilgilere göre yeniden örgütlen


Üssel fonksiyonlar y=ex şeklindedirler ve üssel fonksiyonların türevleri hep ex olarak kalırlar ve asla sıfırlanmazlar. Bunun anlamı, bilgi oluşturma yeteneğinin sadece insan veya hücre gibi canlılarla sınırlı olamayacağı ve maddenin en küçük parçacıklarına kadar devam edeceğidir. Nitekim, maddenin en küçük bileşenleri olan kuantsal sistemlerin bilgiye göre davrandıkları daha önceki bölümlerde gösterilmişti.

Şekil 11: Bilgi oluşumunun üssel şekilde gelişmesi, “Değişimler hakkında bilgi oluştur ve bu bilgilere göre yeniden örgütlen” anlamında bir Hamiltoniyen faktörünün bulunmasını zorunlu kılar.

Daha önceki bölümlerde gösterildiği üzere, tüm varlıklar enerjilerini kuantsal öğelerden alırlar ve kuantsal öğeler de fotosentez olayında görüldüğü üzere, molekül hücre gibi gittikçe büyüyen üst-yapısallaşmalar içinde bir araya gelmişlerdir. Bu şekilde birbirleriyle bağlantılı sistemler (Tümleşik sistemler –Integrated levels) ortaya çıkmışlardır.

Tümleşik Sistemlerin Teorisi (Feibleman 1954) tarafından ortaya konmuştur ve temel ilkeleri arasında şunlar vardır:

-Her düzey altındaki düzey(ler)inkine ek, yeni bir özellik taşır.

-Üst düzeylere doğru karmaşıklık derecesi artar.

-Herhangi bir düzeyde oluşan bir bozukluk, ilişkili tüm diğer düzeyleri de etkiler.

-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır; üst düzey alt düzeye yön (hedef) gösterir.

-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, oluşturma erki alt düzeydedir; üst düzey hedef göstermekle yükümlüdür.

Bu kuralların neden oluştuğunu anlamak için varlıklar arası ilişki sistemlerine kısaca bakalım.

Canlılar aleminin en temel öğelerini fotosentez yapan hücreler oluştururlar ve foton dediğimiz kuantsal enerji öğelerini şeker dediğimiz bir molekülde depolarlar. Bu şekilde doğadaki enerjinin bir kısmı şeker molekülleri şeklinde farklı bir sisteme aktarılmış olunur. Şeker gibi bir molekül oluşturulmadan önceki zamanlardaki varlıklarda ”şeker” kavramı ve şeker molekülü arama bilgisi bulunmazken, şekerin ortaya çıkmasından sonra oluşan ve şeker molekülündeki enerjiden geçinen varlıklarda, ekstra bir sinyal arama ve işleme devresi oluşturulmuştur. Gerek şeker moleküllerini, gerek şeker üreten hücreleri yiyen canlıların oluşturdukları bedenler farklı protein, yağ vs. oluştururlar. Dolayısıyla bu canlılarla beslenen canlılar, bu canlıların yaydıkları sinyalleri algılayıcı devreler de oluşturmak zorundadırlar. Bu şekilde yeryuvarında her yeni ortaya çıkan canlı türünden sonra oluşacak varlıklar, hem önceki zamanlarda oluşmuş varlıkları algılayıcı (ve işleyici) devreler oluşturmak, hem de yeni oluşan varlığı algılayıp-işleyecek bilgi devreleri oluşturmak zorundadır. Bu nedenle fizikte ”Maximum Information Principle (MIP)” denilen temel kural ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bilgi üssel olarak artmaktadır! Beynimizde bulunan yaklaşık yüz milyar sinir hücresinin her birinin 40-50 bin farklı faktörü dikkate alarak bir değerlendirme yapmasının; ulaştığı sonucu ilgili diğer hücrelere aktarmasının ve bu şekilde bedenimizde işlerin yolunda gitmesi için trilyonlarca farklı çevresel faktörün dikkate alınması gerektiğinin nedenini acaba anlayabildik mi? Bedenimizdeki her kıl, her tüy belli sinyaller almak amacıyla oluşturulmuş antenlerdir.

Bu temel bilgilerden sonra insanı oluşturan hücrelerin neden ”bilgi” oluşturma ve yorumlamaya ağırlık veren bir beden yapısallaşmasına gittiklerini anlamak kolaylaşır. Şimdi bunu görelim.

İnsanın diğer tüm canlılardan çok farklı olduğu bir gerçektir. Bu farkın genetik verilerde kayıtlı olduğu ve bu genetik bilgilere göre bedenlerimizin oluşturulduğu da kesin bir olgudur. İnsan dahil bir çok canlının genomları günümüzde deşifre edilmiş ve nükleotid baz ardalanmaları olarak ortaya konmuştur. Dolayısıyla insanı diğer canlılardan ayıran özelliği herhangi bir şekilde genetik kodlamalara yansımış olmalıdır ve bunların ne tür genetik bilgiler içerdiği günümüz gen teknolojisi ile ortaya konula bilinmelidir.

Bu düşünceyle hareket eden 16 kişilik bir araştırma grubu (Pollard ve diğ. 2006) insan dâhil, şempanze, goril, orangutan, makak maymunu, fare, köpek, inek, fil, tavuk gibi birçok hayvan genomunu birbirleriyle kıyaslayarak, insan genomundaki hangi kısmın diğer hayvanlarınkinden çok belirgin şekilde ayrıldığını araştırmışlardır.

Araştırma sonunda 49 genetik noktada belirgin farklılık olduğu saptanmıştır. Bunlardan en önemli olanı 20. kromozomun (q) kısmındaki çok hızlı bir gelişme gösteren bölgedir. Adını bu anormal hızlı gelişmesinden dolayı HAR1 (Human Accelerated Region 1) koymuşlardır.

Şekilde memeli hayvan beyinlerindeki korteks yapısı farkları gösterilmiştir. Fare, kedi gibi hayvan beyinlerinde (kahverengi) duyu ve (mavi) hareket organlarına ayrılan kesim, beynin çok büyük bir kesimini kapsamaktadır. Beyaz renkte gösterilen “yorumlama” yeteneği bölgesi ise maymunda kısmen gelişmiş, insanda ise, anormal şekilde büyütülmüştür. Bu anormal gelişmiş “yorumlama” yeteneği nedeniyle insanlar çok az sayıda veriden (gözlemden) muazzam senaryolar üretebilen bir yapıya kavuşturulmuştur. Bu durum insanın hem en güçlü, hem de en zayıf noktasını oluşturur, çünkü bu sayede insan az sayıda birkaç gözlemden muazzam senaryolar uydurabilmektedir. Bu özelliğimiz nedeniyle, insanlık bir fikir oluştururken çok dikkatli davranmak ve yorumlarını çok güvenilir gözlemlere dayandırmak zorundadır. Verilerdeki ufak bir hata çok büyük mantık çarpıklıklarına yol açabilir. Değişim-dönüşüm içinde bir doğada yaşadığımızdan, asla dogmatik veriler kullanılmamalıdır.

Bu bölgenin hangi organın yapısallaşmasında etkili olduğu araştırıldığında, beynin korteks kesiminin gelişiminde rol oynadığı ve beyindeki hücrelerin büyümelerini ve kendi aralarındaki organizasyonlarını düzenleyen “reelin” denilen proteinle de ilişki içinde oldukları ortaya konmuştur.

Bu bölge humanid olarak tanımlanan cinsler haricindeki tüm diğer memeli hayvanlarda çok az değişim gösterirken (0.27), şempanzelerde (2), insanda ise (18) değerine ulaşan bir oranda hızlı değişimler göstermektedir.

Bu sonuçlar çok ilginçtir, çünkü olay rastgele bir şey değil, bilgi ve yorumlama yeteneğini artırmayı amaçlayan, çok belirgin bir hedefe yönelik bir eylemdir.

Şempanzelerdeki 2 değerli bir HAR1 artışı onların kendilerini aynada görünce tanımalarını sağlayacak kadar bir yorumlama yeteneği sağlarken, insanlardaki 18 değerindeki bir HAR1 artışı, bizleri insanlaştıran faktör olmuştur. (Sadece şempanzeler ve insanlar kendilerini aynada görünce, görünenin kendisi olduğunu fark eder; diğer hayvanlarda bu yetenek yoktur!)

Bu genetik araştırma sonuçlarından sonra yandaki şekilde gösterilen beyinsel yapı farklılıklarının neye bağlı olarak oluştuğu, insanlığın ne anlama geldiği daha kolay anlaşılır olur.

İnsan hücrelerinin bilgi oluşturmaya verdiği bu önem nedeniyle, insanlar, hayvanlar kadar koşamaz, onlar kadar iyi koku alamaz, onlar kadar iyi göremez, vs., ama onlardan çok fazla hayal kurar ve bir-iki veriden giderek, binlerce senaryo üretebilir. Ve üretmiştir de. Metafiziksel tüm kavramlar, insan beyinlerinin oluşturdukları bu tür tasarımlardır ve çoğunun gerçek doğada hiçbir karşılığı yoktur. Ama bizler gerçek olan bu doğa ve dünyada yaşıyoruz ve beyinlerimizdeki hücrelerimize, sadece ve sadece doğadaki gerçeklere uygun veriler aktarmalıyız ki, onlar da, bu verilere uygun şekilde, doğa ve dünyamızın gerçeklerine uygun senaryolar üretebilsinler ve biz insanlar bu güzel doğayı cehenneme çevirmeyelim.

 
Toplam blog
: 45
: 973
Kayıt tarihi
: 14.08.10
 
 

K.T.Ü.de paleontoloji ve tarihsel jeoloji öğretim üyesiyim (Prof. Dr.). Yeryuvarında hayatın oluşum ..