Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '10

 
Kategori
Bilim
 

Dom (16)- hayatın müsveddesi yoktur.

Dom (16)- hayatın müsveddesi yoktur.
 

simetri kırılma evresi


Önce bir hikaye anlatarak, doğada geri dönüş gibi bir şeyin olmadığını gösterelim. Aynı kasabada büyümüş, beraber okumuş iki gençten erkek olanı lise sonrası kasabadan ayrılarak, başka kentlerde okuyup bir meslek edinir ve evlenip, çoluk-çocuğa kavuşur. Kasabanın en güzel kızı olarak bilinen diğer genç kasabada kalır ve o da zamanla evlenip-çoluk çocuk sahibi olur. Uzun yıllar sonra erkek büyüdüğü kasabadaki arkadaşlarını merak ederek kasabaya geri döner ve kasaba güzeli olan eski arkadaşını arayıp-bulur. Kız hala çok güzel ve alımlıdır, kocası ise, şişko, kel kafalı ve yakışıklı denilemeyecek biridir. İki eski arkadaş geçmiş günlerin anısın tazelemek için kasaba parkının içindeki bir pastanede uzun süre sohbet ederler ve ayrılmak üzereyken erkek kıza şu soruyu sorar: ''Sen buraların en güzel kızıydın ve hepimiz sana aşıktık. Bula bula bu adamı mı eş olarak seçtin?''

Kız uzun süre düşündükten sonra şöyle der: ''Bak, güzel bir park içindeyiz ve yolun kenarında bir sürü güzel çiçek var. Şimdi sen şu yoldan başlayarak yürüyeceksin ve en güzel çiçeği bulup bana getireceksin. Ama bir şartla: Hayatta geri dönüş yoktur, bu nedenle asla yolda bir adım geri atmayacaksın!''

Erkek yolda ilerlemeye başlar ve en güzel çiçeği seçmeye çalışır. Çiçeklerin çoğu çok güzeldir, ama ileride hep biraz daha güzelini bulabilmek umuduyla, yolda yürümeye devam eder ve yolun sonuna geldiğinde, sadece soluk ve renksiz birkaç çiçekle karşı karşıya kalır. Ve onlardan birini alarak bayana verir!

İşte hayat böylesine geri dönüşü olmayan bir süreçtir. Hayatın müsveddesi yoktur. Onu nasıl yaşıyorsanız, o yaşanmış olur. Yaşayamdınızsa, gözünüz arkada kalarak veda ersiniz. Hayatın müsveddesinin olmayışı, doğadaki sistemin geri dönüşsüz olmasından kaynaklanır. Doğa ve dünyamız salınımcılar (wavicle) olarak tanımlanan kuantsal öğelerle oluşmaya başlarlar. Fizikçiler bu temel öğeleri hala birer cansız parçacık olarak düşünüp, onlara atom-altı-parçacıkları demektedirler. Fizik deneylerinin kesin bir şekilde gösterdikleri üzere, bu temel öğeler doğadaki tüm enerjilerin kökenini oluşturmakta ve enerjin nerde az, nerde çok depolanacağına bu temel öğeler karar vermektedirler. Dolayısıyla, Heisenberg’in belirsizlik ilkesi olarak ileri sürdüğü ve fizikçilerin de bu nedenle doğada belirsizlik sisteminin egemen olduğu görüşü, hatalı bir bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bu bakış açısının yanlışlığı şu noktadan kaynaklanır. Heisenberg belirsizlik ilkesini öne sürerken şu düşünsel deneye (Gedanken-Experiment) dayanır:

Bir atom-altı-parçacığının konumunu ve momentini ölçmek için belli bir sinyal göndermemiz gerekir. Ama sinyal parçacığa değdiği anda, parçacığın, ya konumu, ya momenti değişmiş olur. Bu nedenle atom-altı-parçacıkların hem konumu hem de momentleri aynı anda bilinemez. Her şey bu atom-altı-parçacıklardan oluştuğuna göre, doğa ve dünyada işler belirsizlik ilkesine göre işlemek zorundadır.

Şimdi buradaki bakış açısı hatası şuradadır: Doğadaki tüm işlemler tabandaki (yani varlıkların içindeki) kuantsal öğelerin (foton, elektron, vs) çevrelerini ölçüp-değerlendirmesiyle oluşur. Asla tepedeki veya dıştaki büyük sistemlerin bileşenlerinin davranışlarını ölçüp-değerlendirmeleriyle değil. Biz asla o parçacığı ölçemeyiz, çünkü temel öğeler kendileriyle ilişki kurmak isteyen üst-sistemlerin niyetlerini anında fark edip, onun isteğine göre davranırlar, üst sistem onların momentlerini (kütlelerini) ölçmek istiyorsa, parçacık gibi davranıp, momentlerini gösterirler; konumlarını öğrenmek istiyorsa (örneğin hangi delikten geçtiklerini), konumlarını gösterirler. Hem konumlarını, hem momentlerini belirlememiz ise imkânsızdır, çünkü saniyede zilyonlarca defa değişim-dönüşüme uğrarlar. Ayrıca bizim tüm işlemlerimizi içten içe içimizdeki o parçacıklar yaparlar, yani onların kendileri bizim davranışlarımızı ölçüp-biçmektedirler. Dolayısıyla doğada işler belirsizlik ilkesine göre, yani rastgele değil, bu kuantsal öğelerin, hep daha ekonomik, daha ekolojik yeni yapısallaşmalar oluşturmaları yönünde ilerlemektedir.

Özet olarak şunu vurgulamak gerekir: Saniyede zilyon kere değişim-dönüşüm gösteren, çevresindeki tüm faktörleri algılayıp-değerlendiren, davranışlarını olasılık hesaplarına dayandıran, hep en kestirme yolu bulan, engel tanımaksızın hep en ekonomik yapısallaşmaları seçip, oralara tünel varmışçasına göçen varlıkları nasıl ölü-cansız olarak kabul etiklerini anlamak mümkün değildir demeyeceğim, çünkü doğadaki dinamik sistemler fiziği ilkeleri böyle bir davranışın doğal olduğunu öngörüyor. Şöyle ki: DOM (7)- Dinamik sistemler fiziği- başlığı altında ve de diğer bölümlerde açıklandığı üzere,

1- Kuantsal öğeler tek başlarına olduklarında çok fazla salınıma uğradıklarından çok fazla enerji tüketirler ve bu nedenle atom > molekül > hücre gibi üst-sistemler içinde birleşip, daha rahat konuma geçme çabası içindeler;

2- Kuantsal öğelerdeki temel enerji, farklı yeni üst-sistemler içinde depolandıkça, yeni tür enerji kaynakları ortaya çıkmış olur ve bundan sonra oluşacak yeni üst sistemler bu yeni tür enerji depolanmalarını da kullanacak şekilde yapısal değişiklikler yapmak zorunda kalırlar;

3- Tüm enerji veya yapma-yıkma gücü kuantsal sistemde olduğu için, kuantsal sistemin bu yapıcı veya yıkıcı gücü, üst-sistem yapısallaşmalarındaki amaç ve hedeflere göre ayarlanmak zorunda kalınır, yani mevcut simetrilerinin kırılıp, yeni yapısallaşmanın hedefine uygun olacak şekilde yeniden örgütlenmeleri gerekir, ki buna dinamik sistemler fiziğinde simetri kırılması + yeni düzen ölçütü oluşturulması + sabitleştirme ve köleleştirme işlemleri denir. Bu durumu bir örnek üzerinde şöyle açıklayabiliriz.

Tek hücrelilikten çok hücreliliğe geçişte hücrelerde bir simetri kırılması (+ solidifikasyon ve köleleştirme) gerekir, çünkü bireysel davranışa programlanmış hücre yapısallaşmalarının, farklı görevler üstlenerek hizmet ortaklığı yapacak davranışa uygun olacak şekilde yeniden düzenlenmeleri gerekir.

Şekil 13: Simetri kırılma evresi

Hücreler çok hücreli bedeni oluşturmak üzere, 2-4-8-16-vs. gibi geometrik dizi şeklinde çoğalmaya başlarlar ve beden denilen sistemin temeli atılmış olunur. Blastula adı verilen bir evreye kadar, tüm hücreler birbirlerinin tamamen aynı olacak şekilde çoğalırlar ve içi sıvıyla dolu küresel bir şekil oluştururlar. Dolayısıyla, çok hücreli tüm hayvanların büyümelerinin ilk safhaları tamamen birbirlerine benzerler ve içi sıvıyla dolu bir küre şeklindedirler. Bu küresel görüntü safhasındaki hücrelerden herhangi birini alıp, tekrar çoğaltmaya başlatırsanız o hücre tekrar 2-4-8-16- vs. şeklinde çoğalabilir. Ancak bu safhaya kadar oluşan hücreler sadece süngerler gibi, hepsi tek türde görev yapacak davranış gösterirler. Ama bu safhadan sonraki gastrula safhasında, balon şeklindeki yapı, bir yerinden içe doğru bir kanal (gastrocoel) oluşturacak şekilde değişmeye başlar. İşte bu safhadan sonra, bedeni oluşturacak hücrelerin hepsinin kaderi ve özellikleri değişir! Hücreler öylesine kökten bir değişikliğe uğrarlar ki, artık bu hücreler bedenden koparılıp tekrar çoğalmaya bırakılırlarsa, önceki safhadaki kardeşleri gibi, 2-4-8-16 şeklinde çoğalıp, tekrar yeni bir beden oluşturamazlar. Bu yetenek kaybına, simetri kırılması denir.

Gastrula safhasından sonraki hücrelerin, yeni bir canlı bedeni oluşturma özellikleri kaybolmuştur; ama buna karşın, başka bir yöndeki yeteneklerinin gelişmesinin önü açılmıştır: Bu hücrelerin, çevrelerinden gelen sinyalleri değerlendirerek, bulundukları konuma uygun bir şekilde, kalp, beyin, bacak gibi çok farklı alanlarda uzmanlaşma yetenekleri devreye girmiştir. Bir taraftan temel canlı oluşturma yeteneğinin kaybolması simetri kırılması olarak, diğer taraftan belli bir konuda uzmanlaşmaya yönelik yeteneklerin devreye sokulması olayı özellik sabitleştirilmesi (solidifikasyon) olarak ve tüm hücrelerin bedene ait ortaklık ilkelerine (düzen ölçütüne = order parameter) uymaları işlevi köleleştirme olarak tanımlanmıştır.

Hücrelerin beden oluşturma süresince geçirdikleri bu simetri kırılması ve özellik sabitleştirilmesi olayı, atom-altı-parçacıklardan başlarlar. Onların kombinasyonlarından oluşan kimyasal elementlerde yeni özellikler ortaya çıkar; Bu elementlerin kombinasyonları ile oluşan moleküllerde, elementlerin özelliklerinde simetri kırılmaları oluşur ve moleküllere ait yeni özellikler sabitleştirilir. Moleküllerden hücrelere geçişte yine simetri kırılmaları ve yeni özellik eklenip-sabitleştirilmeleri şeklinde yeni özellikler kazanılır. Hücrelerden çeşitli hayvan bedenleri oluşumlarına geçişte, yine simetri-kırılmaları ve yeni özellik kazanımları gerçekleşir. Bu şekilde her canlıda farklı duygu ve düşünce sistemleri ortaya çıkar.

4- Tüm varlıklarda bu simetri kırılması (+sabitleştirme ve köleleştirme) işlemleri, varlıkların ilk gelişim aşamaları sırasında yapılır (bak DOM (5)- Kuantların Temel Özellikleri -3). Toplum hayatına uygun insan davranışı belirleyici eğitimde ise, bu işlem çocukluk evresinde gerçekleştirilir. Yani çocuklarımıza gerek gelenek-göreneklerle, gerek temel eğitim bilgileriyle, doğadaki oluşturucu ve yapıcı gücü, varlıkların iç bileşenlerine ait bir yetenek olarak değil de, varlıkların dışında olduğunu varsaydığınız hayali bir sisteme aitmiş gibi bilgiler verirseniz, onların simetri kırılmaları (+sabitleştirme ve köleleştirme) işlemlerini doğadaki sisteme uygun olmayan bir şekilde yapmış olursunuz. İşte günümüz fizikçilerinin yaptıkları kuantsal sistem deneylerini ve olaylarını anlayamadıklarını itiraf edip, şaşkınlık içinde olmalarının nedeni budur.

Dolayısıyla hayatın hala neyle başladığının açıklığa kavuşamamasının temel suçu da fizikçilerdedir, çünkü canlılık (dolayısıyla hayat) kuantsal sistemle başlamaktadır.

 
Toplam blog
: 45
: 973
Kayıt tarihi
: 14.08.10
 
 

K.T.Ü.de paleontoloji ve tarihsel jeoloji öğretim üyesiyim (Prof. Dr.). Yeryuvarında hayatın oluşum ..