Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '10

 
Kategori
Bilim
 

Dom (7)- Dinamik Sistemler Fiziği

Dom (7)- Dinamik Sistemler Fiziği
 

kuantsal öğeler gösterilen hedefe göre yapıcı-yıkıcı olarak işlevlerde bulunabilirler.


DOM (7)- Dinamik sistemler fiziği Her türlü işlem veya oluşum mutlaka enerji gerektirir. Tüm enerjilerin kökenini ise yukarıda açıklanan kuantumlar, yani fotonlar oluşturur. Fotonların maddelere bağlanma şekline en güzel örnek fotosentez olayında görülür. Fotosentez olayında, bitkilerin yapraklarında bulunan kloroplast adlı madde, bir fabrika gibi işlem yapar ve eşitliğin sol tarafından aldıklarını, sağ tarafındaki ürünlere dönüştürür. 6 H2O + 6 CO2 + Güneşten gelen fotonlar è C6H12O6 + 6O2 Bu eşitliğin sol tarafındaki madde miktarı ile sağ tarafındaki madde miktarı aynıdır. Ama enerji içerikleri farklıdır. C6H12O6 olarakgösterilen glikoz molekülü güneşten gelen fotonları depolamıştır. Bu molekülü oluşturan H, O ve C atomlarının bağlantı sistemleri H2O ve CO2. moleküllerini oluşturan H, O ve C atomlarındakinden farklıdırlar. Görüldüğü üzere, enerji maddeye bağlanmış durumdadır. Güneş enerjisini maddeye dönüştüren bu bitkiler değişik bir enerji türü kaynağı oluştururlar. Her tür enerji kaynağı, doğadaki varlıklar için yeni bir hedef (dinamik sistemler fiziği terimiyle, yeni bir attractor) oluşturur. Çünkü doğada önceleri foton olarak yer alan bir sürü enerji paketçiği, başka türde bir kombinasyon olarak piyasaya çıkmıştır. Yani piyasaya yeni bir ürün sürülmüştür. Her ürünün bir alıcısı olmak zorundadır, yoksa doğadaki değişim-dönüşüm sistemi bloke edilmiş olunur. Düşünün ki, bir varlığın hiç alıcısı, yani onu tekrar parçalarına ayıran bir başka varlık yok. O durumda o varlık için zaman durmuş olur, çünkü ömrü sonsuzlaşmıştır! O durumda, çevresindeki her şey değişip-dönüşürken, o varlık çevresiyle ilişkisiz bir sistem oluşturmuş olur ki, doğada çevresinden etkilenmeyen, çevresiyle etkileşmeyen hiçbir sistem yoktur. Bu nedenle zaman “değişim-dönüşüm” ürünü, sonucu ve göstergesidir. Dolayısıyla doğada değişim-dönüşüme uğramayan ebedi bir varlık veyahut ebediyet gibi bir sistem mevcut değildir. Hayat bu nedenle doğum-ölüm döngüsü üzerine oturtulmuştur. İşte bu durum atalarımız tarafından anlaşılamamıştır.

Atalarımız canlılık oluşturan, enerji veren şeyi, varlıkların kendi iç bileşenlerinde değil, varlıkların haricinde olduğunu varsaydıkları ebedi bir ekstra varlıkda aramışlardır. Dolayısıyla sürekli değişim-dönüşüm içinde bilgi oluşturarak kendi kendilerine örgütlenip-gelişen, zaman içinde daha karmaşık üst-sistemler oluşturacak şekilde bir evrimsel gelişim düşünülememiştir. Dağdaki bitki türleri farklıdır, ovadaki farklı, denizdeki farklıdır. Her bir farklı bitki türüne uyum sağlamış bir sürü canlı oluşur. Bu canlıların yedikleri bitkiler farklı olduğundan, kendi bileşimleri de değişik protein bileşimleri gösterirler. Bu defa bu canlıların gövdelerini yiyecek başka canlı türleri oluşur. Kısacası doğada sürekli yeni “attractor=çekim mekezi, hedef” ortaya çıkar. Her canlı hayatının devamı için enerjiye muhtaç olduğundan ve ana enerji kaynağını da bağımlı olduğu belli canlı türleri (veya foton türleri) oluşturduğundan, her canlı sürekli olarak neyin neye bağımlı olarak oluşup geliştiğinin kayıtlarını tutmak zorundadır.

Yukarıda sıralanan türlerde temel özelliklere sahip kuantsal öğelerin (salınımcıların), dinamik sistemli doğa ve dünyamızı nasıl oluşturduğu konusundaki bilgileri “Doğadaki oluşum mekanizmasıyla insanlığın sorunlarının çözüm yolu” adlı kitapta takip edebilirsiniz. Salınımcılar sürekli hareket halinde oldukları için çok enerji harcarlar ve bu nedenle, birleşip atom, molekül, hücre gibi üst-sistemler oluşturarak, daha az enerji harcayan durumlara geçme çabası içindedirler. Enerji taşıyıcıları olan bu temel canlılar çeşitli üst-sistemler içinde birleştikçe, doğadaki enerji de, çeşitli üst-sistemler içinde yer değiştirmiş olur. Bu nedenle yeni bir şey yapımı, ne tür yenilikler oluşturulduğu konusunda yeni bilgiler oluşturulmasını gerektirir. Enerjinin çeşitli üst-sistemler içinde depolanır duruma geçmesi, tüm varlıkların, özellikle de canlıların bu yeni yapısallaşma türlerini algılamaya yönelik organlar (detektörler) oluşturma arayışlarına yöneltmiştir. Tüm bu işlemler olasılık hesaplamaları sonuçlarına göre gerçekleştirildiğinden, tüm varlıklar olasılık hesabı yapma bilgileri oluşturmak ve bu bilgileri geliştirmek zorundadırlar.

Olasılık hesaplamalarına dayalı olarak oluşturulan doğadaki bu oluşum ve gelişim sisteminin en önemli temel ilkeleri şunlardır. Evrensel ölçekte geçerli doğal ilkeler > Her öğe, kendine en yakın komşuları ile etkileşim içine girecek ve davranışını ona göre belirleyecektir. (Bunun nedeni, varlıkların karşılıklı olarak birbirlerine sahip oldukları enerji türünü çeşitli sinyaller olarak bildirmeleri ve bu sinyallere göre varlıkların birbirlerini çekmeleri (veya itmeleri)dir. Oluşacak çekim kuvvetinin şiddeti, yandaki şekilde gösterildiği üzere, öğeler arası mesafenin karesiyle ters orantılı olduğundan, varlıkları etkileyen en büyük kuvvetler, kendilerine en yakın olan öğelerin potansiyelleri olmuş olur.) Şekil 7:

Doğadaki tüm varlıklar birbirleriyle etkileşirler (yani haberleşirler). Ve kuantsal öğeler hem yapıcı, hem yıkıcı olarak işlevlerde bulunabilirler. Hangi yönde kullanılacakları, gösterilen hedefe bağlıdır. > Oluşturulacak bir ortaklıkta geçerli olacak kurallar (ki buna ‘orderparameter=düzen-ölçütü’ denir) tüm katılımcıların ortaklığı ile oluşturulur, her öğe en ekonomik yapısallaşmayı tercih edecektir. Bu amaçla hücrelerin atom ve moleküllerinin bilgi sistemlerinde simetri-kırılması yapılarak, yeni hedefe uygun davranılacak bir rezonans sistemi oluşturulur; > Oluşturulan düzen-ölçütü her katılımcı için bağlayıcı olacaktır (ki, bu kurala slaving principle = köleleştirme etkisi denir). Bağlayıcılığı güven altına almak için, sabitleyici yapısal unsurlar oluşturulacaktır (solidification). >Bu rezonans sistemine uygun olacak şekilde atom ve moleküllerde sabitleştirmeler (solidifikasyonlar) yapılması; (Çevreye uyum için değişim-dönüşüm şart olduğundan, oluşum ve gelişimin başlangıç safhalarında sabitleştirme işlemi yapılmaz, olgunlaşma safhasına geçişle birlikte sabitleştirme işlemi gerçekleştirilir. Bu nedenle bir civ-civ yumurtadan çıktığı anda yanında algıladığı ilk canlıyı, kendisine en yakın dost olarak görür. İnsanlarda ise bu sabitleştirme işlemi çocukluk evresinde olur ve bu nedenle hayat boyu insanı etkileyen en temel davranış olur.) >Doğadaki dinamik sistemin en önemli temel ilkelerinden biri de, her büyümenin bir sınırı olması zorunluluğudur. Örneğin proton-nötron-elektron gibi öğeler birbirleriyle birleşerek atom dediğimiz temel kimyasal elementleri oluştururlar. Bu temel elementler 56 atom-ağırlıklı Fe (demir) bileşimine kadar (28 proton + 28 nötron) birleştikçe çevrelerine enerji verirler.

Hidrojen bombasındaki enerjinin kaynağı bu tür bir enerjidir (fusion=birleşme enerjisi). Halbuki demirden sonraki elementler parçalandıkça çevrelerine enerji verirler. Atom bombasından çıkan enerji (radyoaktif enerji) bu tür bir enerjidir (fission = parçalanma enerjisi). Dolayısıyla, atom-ağırlığı çok büyük elemetler duraylı olamamakta ve çabuk bozunmaktadır. Kimyasal elementlerde görülen bu büyüme sınırlanması, diğer tür valıklarda da bulunur. Bunun nedeni, varlıkları oluşturan öğe sayısı arttıkça, varlık içindeki öğeler arası haberleşme ağının çok karmaşıklaşması ve ekonomik olmaktan çıkmasıdır. Bu nedenle hiç bir hayvan veya bitki anormal boyutlara ulaşamaz. Toplumsal birimlerin de belli sayıda insanla sınırlı olması bu gerekçeye dayanır. Doğadaki dinamik sistemin nasıl işlediğinin matematiksel-fiziksel temellerini fizikçiler oluşturmuşlar (Haken 1983, 2000, Camazine et al. 2001) ve kısaca “information & self-organisation” = “bilgi oluşturmaya dayalı otonom örgütlenmeler” olarak özetlemişlerdir. Şimdi bu “information & self-organisation” sisteminin en temel parametrelerini vererek, hayat dâhil doğadaki tüm oluşumlardaki temel kuralları gösterelim: Atraktor (Çekici): Dinamik sistemlerde, bir öğenin gideceği hedef. Düzen-ölçütü (order parameter): Dinamik sistemlerde öğelerin daha az enerji harcayan bir duruma geçmeleri ve rahatlamaları için birbirleriyle anlaşarak oluşturdukları ortaklık ilkeleri. Karşılıklı bağımlılık (circular causality): Kuvvet alanları birbirlerine eklenip-çıkarılabilir özellikli olduğundan, yeni oluşan bir varlığın oluşturduğu kuvvet alanı, diğer tüm varlıkların oluşum koşullarını da otomatik olarak etkiler. Bu nedenle tüm varlıklar karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenirler. Kontrol parametreleri: Dinamik sistemlerde öğelerin dikkate almak zorunda oldukları çevre faktörleri dizinidir. Maksimum Enformasyon Prensibi: Dinamik sistemlerde, değişen koşullara uyum sağlamak amacıyla varlıkların çevrelerini algılayıp, kendilerini bu koşullara uyumlu hale sokabilmeleri için gerekli bilgi oluşturma dürtüsü. Simetri kırılması (symmetry breaking): Mikroskobik sistemlerden makroskobik sistemlere geçişlerde, yani alt-sistemlerden üst-sistemlerin oluşturulmalarında, üst-sistem içinde birleşmeyi sağlayacak yeni kavramların (kuvvet alanlarının veya değer yargılarının) oluşturulması. Solidifikasyon (Sabitleştirme): Üst-sistem içinde birleşmeyi sağlayacak yeni değer yargılarının kalıcı olmalarını sağlayacak şekilde sabitleştirici işlemler yapılması. Köleleşme prensibi (slaving principle): Dinamik sistemlerde öğelerin daha ekonomik bir duruma geçmek için oluşturdukları ortaklık ilkelerine uyulmaya zorlayan faktör. Dinamik sistemlerde her yeni oluşturulacak üst sistemde geçerli olacak düzen ölçütü (=order-parameter, ki buna insanların paradigması da denir) bileşenleri üzerinde köleleştirici etki yapar. İnsanlar geleneksel olarak bilinci ve bilinçli davranışı sadece insan ve insan-üstü varlıklara özgü bir özellik olarak kabul etmiş ve bunu insanlarda değişmez bir paradigma olarak yerleştirmiştir. Bu nedenle insanlar sadece atom-altı-öğeleri değil, hücreleri bile bilinçsiz ve bilgisiz davranış içinde görmeye şartlandırılmışlardır. Böyle bir şartlanmışlıkla sabitleştirilen nöronal devreler, bu şartlanmışlığı değiştirmeye yanaşmazlar ve hep yan yollar, kaçamaklar bularak, olayları açıklamaya çalışırlar. Bu bilim adamları için de geçerlidir. Arp (1998, s. 228)in dediği gibi: “Geleneksel bilim adamlarının iki alternatif seçim arasında yanlış olanı seçeceklerini öngörebilir miyiz? Bu soruyu evet olarak yanıtlarım, çünkü bu konuda önemli nokta, paradigma değişimidir ve geleneksel bilim dünyasında paradigma değiştirilmesi yasaklanmıştır.” İşte insanların mantıksız davranışlarda ısrar etmelerinin nedeni budur. Yobazlık kavramı, geleneksel görgü ve bilgilerin etkisi altında kalarak, değişen doğa ve dünya koşullarına uygun davranmama anlamında kullanılan bir kavramdır. Yani yobazlık denilen kavram bilim adamları arasında (ve de “aydın insan” denilen grup içinde) tam manasıyla yaygındır. Ve bunun nedeni de, hücrelerin dinamik sistemler fiziğinin köleleştirme + soldifikasyon (sabitleştirme) ilkelerine uygun davranarak, oluşturdukları bedenlerin davranışlarını çocukluk evresindeki koşulları ön plana alarak sabitleştirmiş olmalarıdır. Bu nedenle gelenek ve göreneklerini sorgulamayı göze almayan toplumların kalkınmaları hep gecikmeli olmaktadır. Doğadaki tüm kuvvetler enerjilerini kuantsal sistemden alırlar. Kuantsal sistemde ise enerji hem yapıcı, hem yıkıcı özelliğe sahiptir ve süperpozisyon durumundadır. Süperpozisyon durumundaki bu enerji paketçiklerinin yapıcı veya yıkıcı yönde kullanılması, oluşturulan üst sistemlerin göstereceği hedefe bağlıdır. A-kişisinin de yapacağı işlerde kullanacağı enerjisinin kökeni bu kuantsal öğelerdir; B-kişisinin de. A-kişisi bu enerjiyi çevresindekilerle uyumlu olacak amaçlar için kullanabilirken, B-kişisi bu enerjiyi çevresindekilerle kavga edecek şekilde kullanabilmektedir.

Doğada en tabanda (kuantsal sistemde) bulunan yapma veya yıkma yeteneği, tepede olduğu varsayılan hayali bir güç kavramına bağlanmıştır. Bu temel prensip uyarınca, toplumsal sistemlerin yönetimi de tepeye yerleştirilen ve olağanüstü yetkiler-dokunulmazlıklar, vs. ile donatımlış liderlik sistemine bağlanınca, insanlar arasında olması-oluşturulması gereken çevresiyle doğrudan ilişki kurma ve bu ilişkilere göre davranışlarını belirleme yeteneği körleştirilmiştir. Tepeye oturan liderlerin göstereceği hedefe göre de insanlar davranmak zorunda kalırlar. Tepedekilerin görüşlerine göre davranmak zorunda olan halk, çevrelerindeki insan ve diğer varlıklara karşı oluşturmak zorunda olduğu karşılıklı etkileşim özelliğini kullanamaz. Hâlbuki doğal sistemde denge ve düzen “Her varlık, kendine en yakın komşuları ile etkileşim içine girecek ve davranışını ona göre belirleyecektir” şeklindedir. Yani varlıklar arası ilişkiler karşılıklı etkileşimlere dayanılarak oluşturulur. İnsanlar ise tepedeki birilerinin görüşüne göre davranışını belirlediğinden, asla (arılar, karıncalardaki gibi) doğal sisteme uygun bir toplumsal hayat modeli ortaya çıkamamaktadır. Doğada her şey zıt kutuplu salınımcıların yeni zıt kutuplu üst-sistemler oluşturmaları şeklinde devam etmektedir. Ancak her üst-sistem enerjisini alt-sistemlerden almak zorundadır ve bu nedenle hangi alt-sistemleri hangi sırayla birleştirerek yeni bir üst-sistem oluşturacağı bilgilerini kayıt etmek zorundadır. Bu nedenle bir bedendeki her bir hücre, binlerce farklı faktörü değerlendirip bir karar alır; bu sonucu bir diğerine iletir. Kendisine gelen bu sonucu diğer binlerce sonuçla (faktörle) harmanlayarak değerlendiren hücre de bir sonuca varır ve bunu bir başka ortağına iletir, vs. Ve bu şekilde bedendeki trilyonlarca hücrenin hepsi, ortaklık sistemlerinde kendilerine düşen görevi yapar. Hiçbir hücre görevsiz-işsiz değildir. Beden dediğimiz hücre ortaklıkları, milyarlarca yıllık bilgi oluşturma çabaları sonucu oluşturulan böylesine karmaşık işlevler yürüten hücre ortaklıklarıdır. Alt-sistemlerine böylesine bağımlı olan ve bu bağımlılık bilgilerini de kalıtsal bilgi depolarında kayıt altında bulunduran hücrelerimize, “hayali bir hayat görüşü” bilgileri yüklerseniz, hücreleriniz bu “hayali hayat görüşü” bilgilerini kalıtsal bilgi depolarındaki verilerle uyum içine sokamazlarsa, işte o zaman “ruhsal hastalıklar veya kanserojen durumlar” ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Çünkü hücrelerimizin içindeki salınımcılar salınımlarını doğadaki diğer salınımcılarla uyum içinde tutmak zorundadırlar, zira ortak bir evrensel bir enerji ağı içindedirler. Kalıtsal bilgi kayıtlarındakilerle uyumsuz bilgiler (hayali hayat görüşü bilgileri) yüklenmiş hücrelerdeki salınımcılar, doğadaki diğer salınımcılarla uyum sağlayamazlarsa, yapılacak tek şey kalır: o hücreleri (veya organları) dağıtıp, tekrar doğaya uyumlu olacak şekilde yeniden yapısallaştırmaya gitmek! Salınımcılar salınım açılarını, salınım düzlemlerini, salınım yüksekliklerini, salınım adımlarını, vs. hep çevrelerindeki varlıklardan gelen sinyallerle etkileşerek düzenlerler. Çevreyle etkileşimlerini ise: >ya kendileri doğrudan, >ya da üst-sistem olanakları ile sağlıyorlar. Üst-sistem olanakları ise bizlerin göz, kulak, burun, deri, vs. gibi duyu organlarımızla onlara aktardığımız verileri kapsar. Bu verilerde hata varsa, hücrelerimizin mantıksal değerlendirme sistemi bozulmuş olur.

 
Toplam blog
: 45
: 973
Kayıt tarihi
: 14.08.10
 
 

K.T.Ü.de paleontoloji ve tarihsel jeoloji öğretim üyesiyim (Prof. Dr.). Yeryuvarında hayatın oluşum ..