Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '09

 
Kategori
Güncel
 

Domates istiyorum…

Domates istiyorum…
 

Şöyle elime alıp ısırdığımda mis gibi kokan incecik kabulklu lezzetli domateslerimi istiyorum. Keyifle ısırdığımda suyu üzerime sıçrayıp leke yapan ama hiç adırmadığım domateslerimi istiyorum.

Kokusu yüz metreden duyulan çileklerim nerde benim? Manava gidip “çilek varmı” diye sorduğumda manavın gösterdiği o obez frankeştaynları değil, sağlık ve lezzet kaynağı çileklerimi istiyorum.

Benim bal gibi karpuzlarım vardı. Hani kabak geni ile büyütülmemiş, böcek geni ile kırmızılaştırılmamış. Nerde onlar? Onları istiyorum.

Yazıma bu girişle başladım. Çünkü bu gün GDO dan (genetiği değitirilimiş organizma) lardan konuşalım istedim. Yediğimiz ekmekten içtiğimiz meşrumata kadar her türlü gıda maddesinde karşımıza çıkan GDOların iddia edeilen iyiliklerine karşın bireysel ve toplumsal yaşama inanılmaz zararlarının görülmesini istiyorum.

Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger 1970'lerin ortalarında "Petrolün kontrolüyle bütün bölge ve kıtaları, gıdanın kontrolüyle de bütün insanları kontrol edebilirsiniz" demişti. Cümlenin birinci kısmı petrolün olduğu yerlerde; Ortadoğu'da, şimdilerde de Afrika'da, ikinci kısmıysa insanın olduğu her yerde karşımızda.

Laboratuvarlardan tarlalara, fabrikalardan pazara, markete, sofralarımızdan da vücudumuza uzanan zincir birileri tarafından biyoteknoloji yardımıyla sıkı sıkıya örülüyor.

Canlılara fiziksel özelliklerini veren genleri bir canlıdan alıp başka bir canlıya nakletme işi, yani genetik mühendislik sayesinde bugün bakteri genleri patateslere, sığır genleri balıklara, balık genleri domateslere aktarılabiliyor. Ve bu işlemin sonunda ortaya çıkan "canlılara", "Genetiği Değiştirilmiş Organizma", kısaca GDO deniyor. Bu şekilde sıcağa, soğuğa, böceklere ya da virüslere karşı dirençli yeni "tür"ler yaratılmış oluyor. Amaç "açlığa çözüm"! Çünkü GDO teknolojisiyle çok daha fazla ürün elde edilmesi, besin değerlerinin arttırılması ve raf ömürlerinin uzaması hedefleniyor.

Peki durum gerçekten böyle midir? Ne kadar özen gösterirseniz gösterin gıdalar eskisinden çok daha çabuk bozulmuyor mu?

Dünya tohum ve ilaç kartellerinin dillendirdikleri bu iddia tamamen yanlış. Yapılan istatistikler gerek üretimde gerek maliyette hiçbir fayda sağlanmadığını gösteriyor. Aslında oynanan oyun tamamen farklı. Gıda ağır bedeller karşılığında üretiliyor. Asıl üretici konumunda olan köylüler açlığa mahkum edilirken, gıdanın ticaretini yapan ulusaşırı tekeller akıl sınırlarını zorlayacak büyüklükte paralar
kazanıyor. Gıda üretilirken toprak ve su zehirleniyor, dünya
tüketiliyor. Dünyanın bir yanında buğday dağları, süt nehirleri varken
diğer yanı açlıktan kırılıyor.
Gıdalar aslına yabancılaşıp başka bir şeye dönüşüyor. Uluslararası siyaset arenasında, yeri geldiğinde bir silah, yeri geldiğinde pazarlık masalarında bir araç olarak kullanılıyorlar. Yabancılaşma yalnızca bundan ibaret de değil, gıdalar artık en temel özelliklerini yerine getirmiyor, beslemiyorlar. Standartlaştırılıp, sertifikalarla, patentlerle mühürleniyor, zapturapt altına alınıyorlar. Endüstriyel,
hiper-hijyenik, standartlara uygun, şık ambalajlı fakat içi boş gıdalar yavaş yavaş yaşamlarımızı da kendilerine benzetiyor.

Tüm dünyada ilk kez 1994 yılında ticari olarak piyasaya sürülen GDO‘lu ürünler, 1998 yılından bu yana, hiçbir denetime tabii tutulmadan Türkiye‘ye giriyor.

Özellikle yılda iki milyon ton düzeyinde dışalıma konu olan GDO‘lu mısır ve soyadan üretilen işlenmiş ürünler, 800‘den fazla çeşitle tüketici sofrasına ulaşıyor. Hiçbir etiketleme yapılmadan satışa sunulan bu ürünler, halk sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor.

Tüketicinin bilgilenme hakkını ihlal eden ve halk sağlığını hiçe sayan bu durum, 10 yılı aşkın süredir tüm çarpıklığı ile sürerken, bu kez Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı‘nın Bakanlar Kurulu‘nda olduğu ve TBMM‘ne sevkedilmek üzere imzaya açıldığı bilgisi basına yansıdı. Hükümet sözcüsü, konuyla ilgili konuşmasında, zaten ithalatı serbest olan ve tüketilen bu ürünlerin Türkiye‘de ekimine de serbestlik getirileceğini ifade etti. Anlaşılıyor ki, şimdi sıra, GDO‘lu tohumları Türkiye‘nin temiz topraklarına ekmeye geldi...

Avrupa genetiği bozulmuş tohumların çok küçük istisnalar dışında ülkelerinde ekilmesine izin vermezken, ithal edeceği gıdanında bu tür tohumlardan üretilmemiş olmasına dikkat adiyor. Ne yaman çelişkidir ki, biz bu tohumların dünyanın en önemli tarım çeşitliliğine sahip ülkemizde yasal ekilebilmesi için kanun çıkarma aşamasındayız. Hangi çıkar, hangi gerekçe böyle bir kanunu çıkartıyor. AB ülkeleri yasaklasın, biz kanunla ekelim. Hangi akıl, hangi vicdan buna izin veriyor anlamak mümkün değil.

Suni gündemlerle kamu oyu meşgul edilirken, böylesi hayati konularda yasa çalışmaları yapılıyor. Vatandaş olarak hepimize düşen görev, kendi sağlığımız, çocuklarımızın sağlığı, ülkemizin geleceği bakımından bu kanun tasarısının meclise gelmeden geri çekilmesi için elimizden gelen her şeyi yapmak, tam tersi bu tür tohum ve katkı maddelerinin ülkemize girişini, ekimini, üretimini, kullanımını kesin yasaklayıcı bir kanun çıkmasını sağlamalıyız diye düşünüyorum.

Pazar, Temmuz 05, 2009

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..