Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '09

 
Kategori
Anılar
 

Domuz Gribi dedim de...

Domuz Gribi dedim de...
 

Babam koçluğunda bizim takım. Elinde top olan ben. Ağrı 1964


Domuz Gribi'yle yatıp kalktığımız, devamlı ateşimizi, aksırığımızı, öksürüğümüzü kontrol ettiğimiz; çevremizdeki hapşıranlardan, öksürenlerden vebalı gibi kaçtığımız; aktarlardaki zencefil, yaban mersini, ekinezya ve yeşil çay stoklarını tükettiğimiz ve hatta dolma fıstığı da Domuz Gribi'ne iyi gelir mi diye sorduğumuz; eczanelerde anti-bakteriyel jel bırakmadığımız şu günlerde aklıma çocukluğum geldi.

Altmışlı yılların başı ve biz Anadolu'nun en ücra köşesinde, Ağrı'da yaşıyorduk. Kışlar Sibirya'dan farksızdı. Bahçeli evimizde sabah kapıyı açamazdık. Çünkü bütün gece yağan kar kapının üzerine kadar çıkardı ve babam elde kürek, tünel açardı. Okula ancak öyle gidebilirdim. Bir başkaydı eskinin kışları. Tek lüksümüz Philips radyomuzdu. Akşam oldu mu başına toplanırdık. Orhan Boran'ın Yuki'sine bayılırdım. Gazeteler de iki günde bir gelirdi. Grip diye bir kelime bilmezdik. Belki büyük şehirlerde bilinirdi; ama biz oralarda bilmezdik. Çok sık hasta olurdum. "Yine üşütmüşsün." derdi anacığım. Aslında kalın da giydirirdi; ama çocukluk hali işte. Ben lastik çizme giymek isterdim; ama babam iki parçadan oluşan mes giydirirdi. "İnsan ayaktan hasta olur." der, mesin sıcak tuttuğuna inanırdı. Haklıydı da. Bilmez ki şimdi ki çocuklar mesi. İlk parçası; ayağı saran tabansız, yumuşak deri, bağcıklı bir ayakkabıydı. Evde de devamlı terlik olarak giyebilirdiniz. Dışarı çıkarken de ayağınızı ikinci parçası olan lastik cizlavit'e (aslında Gislaved olduğunu yıllar sonra Diyarbakır'da öğrenecektim) sokardınız. Buzdolabı da yoktu o zamanlar; ama ahşap tel dolabımız vardı. Çok sevdiğim mozaik pasta için dışarıdan kar-buz getirirdim anacığıma. Yağlı kağıt içine döktüğü karışımı özenle üçgen hale getirir, etrafını da karla sarıp balkona koyardı. Sınıflarımızda odun sobası olurdu. Nöbetleşe yakardık küçücük ellerimizle. Soğuktan sık sık da çişimiz gelirdi. Öğretmenden izin alır tuvalete giderdik; ama tuvalet bahçenin ortasındaydı, donardık. Marshall yardımı süt tozları dağıtılırdı okullara. Ah şu Koç kimliğim. Süt yapımından da ben sorumluydum; ama şimdi hatırlıyorum da gülümsüyorum. Sınıf Başkanlığını istemez, Edebiyat Kolu olurdum hep. Beyaz kumaşa anacığım EK harflerini kırmızı iple özenle işler, sonra da kolalardı. Evimizden dalak, yürek, beyin, böbrek, koç yumurtası (billur), dil, ciğer, et eksik olmazdı. Pek meraklıydı rahmetli babam ete, sakatata. Kanlı dalağı hiç sevmezdim. "Kan yapar." safsatalarıyla kandırırlardı beni. Tavuğun bugünkü satış profili elbette yoktu. Pazardan alır, kendiniz keser, yolar ve ocak üzerinde tütsülerdiniz! Piştiği tek yer de tencereydi. Cordon Bleu nedir bilinmezdi yani. Sebze ve meyvelerde hormon kelimesi henüz icat edilmemişti. "Bağışıklığınızı güçlendirmek için zencefil, ekinezya, sarımsak tüketin." diyen de olmazdı!

Lafın kısası, bizim kuşak, imkanlarımız ölçüsünde çok iyi beslendik. Hele ki Anadolu'da geçirdiğim uzun yıllar ömrümün en güzel yılları oldu. Sütü, peyniri, sebzesi, meyvesi, eti, hepsi doğaldı. Gel gelelim, onca kuvvetli ve doğal beslenmeye karşı çok sık hasta olurdum ve bizim evde hasta olmak demek Fuat Üsteğmen'in gazabına mazhar olmak demekti. Gürleyerek içeri girer, "Ne mok yedin de bu hale geldin!" diye azarlardı. Halim olsa ayağa kalkıp, "Emir ve görüşlerinize hazırım komutanım." demeyi düşünürdüm. Titremem hastalıktan değil, korkumdan olurdu. Duymasın diye içime öksürür sonra da kusardım. Annem, "Askerler böyle konuşur oğlum, yoksa baban seni çok sever." derdi. Çok güçlü görünürdü gözüme babam. İyileştiğimde o da mutlu olur ve mutlaka bana bir hediye alırdı.

Bir sömestir sabahı erkenden uyandırdı annem. Beyaz bir gömlek giydirdi. Sadece bayramlarda giymeme izin verdiği gri pantolonumu da giydim. Meraklı bakışlarıma tebessümle cevap veriyordu. Babam da giyinmişti. Neler olduğunu anlayamıyordum. "Büyük adam olmaya gidiyoruz ki bir daha hasta olmayasın." dedi, elimden tutarken. Ne demekti bu acaba, boyumu mu uzatacaklardı. Hastaneye girerken kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Dişçi koltuğuna benzer bir koltuğa oturdum ve doktor amca, "Aç bakiim ağzını, Aa de çocuğum" dedi. Bir sprey sıkıldığını hatırlıyorum. Koşup durdum gelincik tarlalarında. Karşımda babamın gülen yüzünü gördüğümde koltuktaydım yine. Gömleğimin önüne bakınca ağlamaya başladım; ama sesim çıkmıyordu. Belime kadar kıpkırmızıydı gömleğim. Koyun keser gibi doğramışlardı beni!! Artık bademciklerim yoktu! Babam sanki şeref madalyası kazanmışım gibi davranıyordu bana. Ziyaretime gelen komşulara da benimle ne kadar övündüğünü anlatıyordu. Apoletlerime kaç yıldız taktı bilmiyorum. Hediye olarak bisiklet aldı. Çok sevindim; ama ertesi gün bisiklet yoktu! Çünkü o gece benim için erken olduğuna hükmetmişti! Kız kardeşim de 5 yaşında makûs talihinden kaçamadı. Bademciksiz kardeşler olduk!!

Bademciksiz olmanın acısını bir ömür boyu Farenjit ve boğaz yangılanmalarıyla geçirecektim.

Hey gidi koca asker! Çocukluk yıllarımda kendimi hep onun erlerinden biri olarak hissetmişimdir!

"Yatılacak, yat."

Sabahın 3'ü. "Ders çalışmaya kalkılacak, kalk."

"Doğum günü kutlanacak, kutla."

Mekanı cennet olsun. Aile içinde lakabı General Patton'du. O muhteşem bir asker, iyi bir pilot, harika bir baba ve mükemmel bir eşti; ama ne yazık ki, çocukluğumu ve gençliğimi biçimlendirmesine mani olamadım. Asla kötü demeyeceğim; ama keşke biraz da sevgi yoğun olsaydı. Bense çok farklı bir baba oldum. Oğlum bugün 23 yaşında. Üniversiteyi başarıyla bitirdi ve yüksek lisans eğitimine devam ediyor. O'na bugüne dek ne bağırdım ne de kulağını çektim. Hasta olduğunda başında sabahladım. O'nu ne kadar çok sevdiğimi ve gururlandığımı her fırsatta söyledim. Mükemmel bir evlat oldu. Torununun yetişmesini mutlu gözlerle izleyen Albay'ıma da "Bak, evlat böyle de yetiştirilir." demedim. Cenazesini çeken top arabasının önünde resmini oğlumun taşımasını vasiyet etti. Bizi ödüllendirdi giderayak.

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..