Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '09

 
Kategori
Yurtdışından Bildiriyorum
 

Dönüm Noktası 3 (Tel Aviv'de Telaşe)

Dönüm Noktası 3 (Tel Aviv'de Telaşe)
 

Tel Aviv'in beton ormanları...


Bu sabah saat tam 11’de, bir hava saldırısını haber veren sirenler çalmaya başladı.

Terasta oturuyordum, hemen ayağa fırladım. Sirenler çaldı, çaldı, yaklaşık bir dakika sonra da sustu. Bir kadın sesi, hoparlörlerden İbranice birşeyler söyledi. İbranice anlamadığım için, şöyle birşeyler dediğini hayal ettim:

“Dikkat dikkat. Bu bir tatbikattır. Paniğe kapılmadan sığınaklara girin.”

Efendim, İsrail tarihinin en büyük çaplı Sivil Savunma Tatbikatı Pazar günü başladı. Tam 5 gün sürecek. Topyekün savaş, kimyasal serpinti, uzaylı istilası gibi, akla gelen gelmeyen tüm saldırı durumlarında neler yapacaklarına çalışıyorlar. Tüm ülke “24: Biyolojik Kötek” setine dönmüş durumda. Hatta Si Ti Yu müdürü Benjamin Netanyahu, “Herşeyi Cek Bavır’dan beklemeyin kardeşim” diyerek, her an yeni bir saldırıya hazırlıklı olunması gerektiğini söylemiş. Tatbikatın rutin olduğu, İran’la ya da Lübnan’la alakasının bulunmadığı bildirilse de, seçim, ya da başka bir deyişle karışıklık arifesindeki Lübnan’lılar çoktan kıllanıp, sınıra asker yığmışlar. Buralarda böyle bu işler, sayın seyirciler. Germe beni, gererim seni. Asıl ben seni. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan yani.

Neyse, dolambaçlı yollardan anlatmaya çalıştığım gibi, bugünkü sirenlerin “film” olduğunu bildiğimden, paniğe falan kapılmadım. Allah'ın sıcağında terasa çıkmış olmamın sebebi de aslında etrafı kolaçan etmekti. Bakalım, “terör ve savaşla yaşamaya alışmış” İsrailliler, acil bir durumda nasıl davranıyorlardı?

Bir dakika onsekiz saniyede yaptığım kapsamlı sosyolojik gözlemlere istinaden, Tel Aviv ahalisinin, tatbikatı ciddiye alır görünüp, karizmayı çizdirmektense, kafasına füze yemeyi tercih ettiğine karar verdim. Vallahi ne trafik akışında bir değişiklik oldu, ne de yayaların tavırlarında.

Öte yandan, okul, alışveriş merkezi, gökdelen vesaire gibi kalabalık ve kargaşaya açık mekanlarda, istisnasız herkesin tatbikata katıldığına dair çok ayrıntılı haberler gördüm internette. Kocamın işyerinde de herkes paşa paşa sığınaklara inmiş mesela.

Hakikaten çok ilginç bir ülke burası. Dünya üzerinde benzerinin olduğunu sanmıyorum. Zıtlıklar üzerine inşa edilmiş gibi. Bir sıkı, bir laçka. Bir haklı, bir haksız. Bir güzel, bir çirkin. Ah, yanar döner, a-acaip.

Ve inanamayacağınız kadar alaturka...

Konumuz güvenlik değil mi? Sığınaklara gideceğiz falan... da hangi sığınaklara?

Eski apartmanların, büyük kulelerin, otellerin, alışveriş merkezlerinin bodrumlarında sığınaklar var. 1990’dan sonra yapılan bizimki gibi yeni binaların altlarında da garajlar. Avuç içi kadar şehirlerde adam gibi bir toplu taşıma sistemi kurmak zor geldiğinden, ve arabalar da henüz Jetgiller’deki gibi katlanıp çantaya dönüşmediklerinden, “Garajımız olsun da, gerekirse biz Yaradan’a sığınırız” demiş arkadaşlar. Akabinde “Lübnan, İran, Suriye, eh, kaçalım da nereye?” sorunsalını çözmek için de, “Dairelerde Birer Odanın Panik Odası’na Çevrilmesi” konulu Zihni Sinir procesine balıklama atlamışlar.

Şimdi, bizim evde de bu Panik Odaları’ndan bir tane var. Duvarları güçlendirilmiş betondan falan. “Matkap delmez” demişlerdi, vallahi biz bizimkini peynir gibi deldik, perde falan astık. Camın önünde ağır metalden bir kepenk ve çalışıp çalışmadığından emin olamadığımız özel bir havalandırma sistemi var. Çelik kapısı birkaç noktadan kilitleniyor. Kapının çerçeveyle buluştuğu noktada bulunan kalın lastik contanın, gaz sızıntılarını engellemesi gerekiyor. İşte zurnanın “zırt” dediği yer de burası. Bizim kapının çerçevesi en baştan yamuk takıldığından, kapı kasıyor ve kapanmıyor. Ne yaptıysak olmadı, “Nuh” dedi, “Peygamber” demedi. Ta ki kocam contayı sökene kadar. Olası bir kimyasal saldırıda morarana kadar nefesimizi tutmamız gerekecek sizin anlayacağınız.

Bu yüzyılın şakasından kim ne kadar para kaldırdı bilmiyorum ama “gerçek” bir tehlike anında kendimizi yere atıp, gözlerimizi sıkı sıkı yummak daha ciddi bir yöntem olacak sanırım. Biz tehlikeyi görmezsek, belki tehlike de bizi görmez.

Hani '99 depreminden sonra hepimize bir korku gelmişti ya, sanki deprem bizimle kontrat yapmış da, hep gece olacakmış gibi, uzun süre tek gözümüz açık uyumuştuk hepimiz. Aynı mantıkla, sirenler çaldığında da hep evde ya da işte olacakmışız gibi takılıyoruz burada.

Halbuki Tel Aviv’de “Carpe Diem”, sokakta oluyor anca.

Peki bu kahrolası füzeler biz dışarıdayken uçuşa geçerse ne olacak?

Çok basit. Önce sokaktaki insan, sonra da onları izlemekten başka çaresi olmayan bizler, paniğe kapılacağız. O hep bahsi geçen sığınakların nerelerde olduklarını bilmiyoruz zira. Bu durumda herkes nereye koşarsa biz de oraya koşacağız. Başı kesik tavuk misali. Hem trajik, hem komik.

Bakınız, bilgisayarda bir panik animasyonu yaptım, sonucunu hiç beğenmedim sevgili Si Ti Yu çalışanları. Sığınağa sığınak deyin lütfen. Haydi Türkçe bilmiyorsunuz madem, İngilizce, Fransızca, Almanca yazın.

Mümkünse kapı contaları sağlam olsun, havalandırmasından güzel kokular gelsin.

Ha unutmadan, illa sığınağa gireceğiz diye bir talebimiz de yok aslında. Öpüşüp, barışsanız da olur.

 

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..