Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Dönüşü olmayan yol...

Dönüşü olmayan yol...
 

İnsan, nasıl bir düşünce çıkmazına girer de hayatından, sevdiklerinden, gelecekten vazgeçer? Üstelik günlerin , saatlerin hatta gelecek bir kaç dakikanın kendisine neler getireceğini bilemezken , çareleri tükenmiş gibi hisseder… Oysa duymamış mıdır, her gecenin bir sabahı olduğunu ve genelde her yağmurun ardından mutlaka güneş açtığını? Her ölüm üzücüdür , özellikle geride kalanlar için ama çok sevdiğiniz bir insanın , kendi canına kıydığını görmek,duymak... Ne dayanılmaz bir acıdır bu? Herkes, kendince bir parça suçluluk ve eksiklik hisseder.Yeterince yakınlaşamadığından , dinlemediğinden veya ona yeterli vakit ayıramadığından…En kötüsü de "bana ima etmişti ama ben , pek ciddiye almamıştım" diyenin çektiği ıstırap ve hissedilen pişmanlık duygusunun ağırlığı... Onu son görenler anlatır; "dün akşam gördüm, birşey anlamadım halinden bana gayet normal geldi"!... İşte ben, hep bu noktaya takılır kalırım. Niye derseniz? Zira demek ki, o insandaki ruh halini ve değişimleri anlayabilecek kadar seveni yokmuş , işte bu düşünceler içimi yakar, kavurur. Halbuki ben, sevdiğimin kirpiklerinden anlarım sıkıntıda olduğunu… Gözlerini gölgeler çünkü. Ne kadar saklasa da, ses tonundaki saniyelik tını değişikliklerinden farkederim bir derdi olduğunu… Anlatırlar; son saatleri geçmiştir birlikte ama, anlayamamışlardır sevdiklerinin içinde kopan fırtınaları. Nasıl aktris veya aktördür ki bu kadar rol yapmayı becerir bu insanlar da kimseye belli etmemeyi becerirler? Ölümü düşünürken , hatta belki uzunca bir zaman plan yaparken etrafındaki sevenler, bu ruh halini nasıl bir türlü anlayamaz, hissedemez ? "Seviyorum" demenin basite indirgenmesi neticesinde; gerçek olmayan aşklar , sevgiler, dostluklar ve yanı başınızda farketmeden uçup gidiveren hayatlar.

*** Onu yakından tanımazdım. Sadece alışveriş yaptığım küçücük bir dükkanı , babasıyla işletiyordu. Çok iyi bir satıcı olmasının yanı sıra çok ta yakışıklı 25 yaşlarında genç bir erkekti. Sevimli ve ele avuca sığmaz bir çocuk izlenimi bırakmıştı bende. Her nedense , daha ilk alışverişte " keşke böyle bir oğlum olsaydı" diye düşünmüştüm. İhtiyacım olsun veya olmasın her çarşıya inişimde o dükkana uğrar ve sonucunda bana, muhakkak birşeyler satmayı başarırdı. İşte yine böyle bir günde dükkana uğramak istedim ama kepenkler sımsıkı kapalıydı.
Sanırım meraklı ve sorgular gibi baktım ki karşı dükkandan biri "cenaze var abla" dedi. Ben de "kim öldü?" diye sorduğumda onun öldüğünü ve daha da acısı intihar ettiğini söyledi. O kadar şaşırdım ve de üzüldüm ki, komşusu " tanıyor muydunuz" diye sordu. "Devamlı alışveriş ederdim" diye cevap verdim ve ayaküstü biraz sohbet ettik. Herkes şaşırmıştı ve nedeni konusunda ailesi dahil kimse birşey bilmiyordu.
Gece yatarken ilaç içmiş ve hayatına son vermişti. Bana, hiç de içine kapalı biri gibi gelmemişti ama belliydi ki bir derdi vardı ve kimseyle paylaşamamış, çözüm bulamamış ve eczaneden aldığı bir ilaçla bu hayattan çekip gitmeyi tercih etmişti. Ve bunu yaparken, yakınındaki hiç kimse farkına varamamıştı... Çocuklarımız hayatımızın en değerli varlıkları değil mi? Neden onlarla gerekli iletişimi kuramıyoruz? Neden sıkıntılarını paylaşıp onları rahatlatamıyoruz ? Neden onların yüzüne dikkatli bakmıyoruz? Kaybettikten sonra ağlayıp dövünmenin ne faydası var?
**** Yaptığım inceleme sonucu; yıllara göre intihar vakalarına baktığımızda bu vahim durumun hiç de küçümsenmeyecek rakamlara ulaştığı görülüyor.
1990-1357 1991- 1228 1992- 1167 1993- 1229 1994- 536 1995- 1460 1996- 1815 1997- 1990
1998- 1890 1999- 1853 2000- 1802 2000-2301 2003- 1661 2004- 1674 2005- 1619 2006- 1647
 
Toplam blog
: 351
: 3216
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

Emekli olmaya çalışan bir sanatçı,yazmaktan büyük keyif alıyorum. Kocaeli Gölcük' de oturuyorum e..