Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Dönüşü olmayan yolculuk...

Dönüşü olmayan yolculuk...
 

Nereden çıktı bu yazı diyeceksiniz. Bir yabancı gazete de, bu gün sözde medeniyetle özleştirilen iki devlette bu işlevin hala sürdürüldügünü yazıyordu.
ABD nin bazı eyaletlerin de elektrikli sandelye veya zehirli iğne ile idam cezalarının devam ettiğidir.

Son araştırmalarda zehirli iğne ile yapılan idamlarda maktulün acı içinde 35 dakika da can verdiği gözlenmiştir.

İkinci ülke ise Japonya; asılarak idamlar devam etmektedir .Orada da idam mahkumunun en az üç kişiyi öldürmesi gerektiği yazıyordu.
Japon hükümeti bu yaptığı işten utanç duyduğu için bunu mümkün mertebe gizli tutmaktadır.
Avrupa da yükselen bir ses ölüm cezası geri gelsin; AB nin yeni katılan üyelerin den Polonya da cezanın tekrar uygulanmasi taraftarı olduğunu söylemektedir..
Dünya da sucsuz insanların törere kurban olmaları toplumu buraya doğru itmeye basladı.

Peki bu bir cözümmüdür...
Ölüm cezasınin ne olduğunu biraz acıklamaya calisacağım:
Danimarkalı araştırmacılar, idamın şiddet eğilimlerini artırdığını, öldürmenin çare sayılmasını teşvik ettiğini söylüyorlar. ‘‘Devlet öldürüyorsa, ben niçin öldürmeyeyim?’’ diye düşünenler bile oluyor.
İntihara karar verenlerin ‘‘Öldürürüm, nasıl olsa sonuçta beni de idam ederler!’’ diyerek cinayet işlediğini gösteren durumlar yaşanmış Amerika'da.
Evet "İdam Cinayettir", devletin tasarlanmış bir biçimde, önceden soğuk kanlı bir biçimde insanı katletmesi edimidir.
İdamlı zamanlar..

Bir gazetecinin hatıraların da bunu şöyle anlatmaktadır.
1950'li yıllardı.. O zamanlar, idamlıklar şimdikince üç-beş yıl yatıp yeniden sokaklara bırakılmazlardı.. Bırakılmazlardı yeniden öldürsünler diye..
İpte sallandırılırlardı..

Hemi de günümüzde hem sayfiye hem seyirlik, hem İstanbul turizminin merkezi, Sultanahmet Meydanı'nda..
Eminönü Meydanı'nda da idam seyretmişliğim vardır; ama en çok Sultanahmet'te..
Bu gazetecilik mesleği sayesinde ben ilk ölümü o meydanda gördüm.. Üçbeş metre ötemde ve canlı canlı.. "Az sonra.." değil, anında..
İyi ki sizler oralarda yoktunuz..
***

Herkese serbest bir seyirlik işlerdendi idamlar.. Binlerce kişi, çok öncesinden hazırlanırdı o gösteriye..
Bar kızları, sosyete hanımları, kellifelli adamlar, eğlence yerlerinden çıkmış yığınlar, köfteciler, tereyağlı, nohutlu pilav satıcıları, Abdülvahit Yeni Turan marka karakela satan çocuklar.. (O zamanlar, ne lahmacun ne çiğ köfte daha İstanbul'a gelmemişti..)
Sehpa.. O idam sehpası, hep meydanın yola yakın bir tarafına kurulurdu ki; gece idamı seyretmeye gelemeyenler, sabahları tramvaylarla geçenler ibreti alem olarak görsünler diye..
Ve gecenin o sabaha yanaşık saatlerinde meydana doluşan kalabalık, asılma işini bir daha iyice, bir daha yakından seyre durabilmek için acayip itişir, kakışır, kavgalar çıkartırdı..
Biz gazetecilere, o işi seyretmek için en önde özel bir yer hazırlanırdı..
Sehpaya taş çatlasa üçdört metre bir mesafe..
Lanet olsun, lanet olsun!

Sultanahmet Meydanı..
İdamların yapılacağı, infazın olacağı geceler açıklanmazdı.. Sadece sehpa kurulurdu.. Ondan anlaşılır ve ardından bir bekleyiş..
Ve vahşetin çağrısına teşne binlerce kişi, o sehpanın kurulduğu haberini aldıktan sonra Sultanahmet Meydanı'na taşınmaya başlarlardı geceleri..
Sanırım ki çok utanırlardı bu görüntülerden Sultanahmet Camii ile Ayasofya.. Bir de Dikilitaş..
Sehpa kuruldu mu, şimdi otel olan Sultanahmet Mahpushanesi'nin bütün koğuşlarındaki mahkumlar uykuyu yasak ederlerdi kendilerine, bazen çok süren o gece bekleyişlerinde..
Geceler boyunca yığınların Sultanahmet Meydanı'ndaki kurulu sehpaya koşuşturmaları.. Asılacak adamın gelmemesi hallarında isyanlar, bağrışlar, çağrışlar:
"Yau Müslüman kısmına bu eziyet neden? Eğer asmayacaksanız neden bekletiyorsunuz milleti sabaha kadar buralarda.." diye isterik çığlıklanmalar..
Lanet olsun, lanet olsun!
Meslekte 50 yılım ve benim o işin başlangıcındaki hallarım..
***

İlk gördüğüm ölümün adı, Hayri Uyumaz'dı..50 yıl geçti aradan, hiç belleğimden çıkmaz.. İçime bir yerlere kazımışımdır.. Onun adına af, bağış falan istediğimden değil.. Daha 20'li yaşlarına bile varmamış ben akran bir çocuğun ipte uzaması.. Ölürken ağlaması.. (Sonraları epey insan gördüm, idam edilirken değil kendi hallerinde ölürken ağlayan.. Kendim bile "Aha şimdi ben ölmeye yattım.." diye içime çok gözyaşları akıttım..)
Bu Hayri Uyumaz, aslında bir pislikti..
Miniminnacık bir kızın ırzına geçip boğmuş, öldürmüş.. Ve tek celsede, hakime kalem kırdırıp idam cezasını yemişti..
Onu asacaklardı Sultanahmet Meydanı'nda..
Sehpa kurulmuştu.. İdamı kovalamak benim işimdi.. İki hafta her gece oralardaydım.. Yer belliydi ama saat hiç belli değil.. Günlerce, gecelerce Sultanahmet Meydanı'na taşındığımı, kalabalıklara karışıp bir ölümü beklediğimi, hala çok net bir şekilde anımsarım..
Ve sonunda vakt-i saati geldi.. Ölümlü insan için o vakt-i saat bir yerlerde hep gelir.. Ama ben o günlerde hiç bilmiyordum, bu ölümle, insanoğlunun ne zaman, nasıl, hangi koşullarda sarmaş dolaş, haşir neşir olacağını..
Güç bela yığınları, kalabalığı yara yara gelen o eski püskü cezaevi arabasından indirildi Hayri Uyumaz.. (Günümüzde sokaklar o Hayri Uyumaz'larla dolu..)
Doğaları vahşetle harmanlanmış yığınlar, çığlıklar atmaya başladılar bir ölümü yakından görecekleri için.. Feryatlar, alkışlar, gırla.. Daha ön taraflara, ölümü en yakından görme çabalarına, ne bileyim işte öyle şaşmış kalmış ben.. Bir itiş kakış ki, açlık zamanlarının ekmek kuyruklarında olmayan..

İp..
Benden çok çok üç metre mesafedeydi asılacak adam..
Saçları üç numara kesilmiş olduğundan, daha 13-14 yaşlarında bir çocuk görüntüsünde.. Bakışları donuk ki adeta buzlu cam..
Ve ben onunla aynı yaşlardayım..
İki görevli, koltuk altlarından kavramış bir hallerde getirdiler sehpanın altına.. Ölmeden önce ölmüş gibi bir halları vardı..
Sonraları çok ölümler, ölüler gördüm.. Ve dahi üç-beş kez kendi ölümümü dahi..
Ama o ilkti.. Bende hep kalakaldı..
Üzerine bembeyaz bir mintan giydirilmişti.. Sayın ki kefen..
O bembeyaz kefeni içinde, daha ölmeden önce ölmüş biriydi o..
Meydandaki uğultu giderek artıyordu.. Seyre gelmiş ahali ölüme sabırsızlanıyordu..
Sonra çıkarttılar sehpanın üzerine.. Boynuna urganı geçirdiler..
Ben oradaydım, elimde kağıt-kalem..
Sanırım celladı Kara Ali idi.. İstanbul'da idamlar ondan sorulurdu.. İçer, öyle sarhoş hallarda adam asardı..
İstanbul ahalisi tanırdı onu.. O yüzden, gündüzleri pek sokağa çıkmazdı.. Tramvaya filan binemezdi korkusundan..
Sonra sehpanın altında çıkartıldığı sandalyeye bir tepik ve ipin ucunda aşağıya sarkarken kırılan boynun çıkarttığı ses.. Dilin dışarıya sarkması, gözlerin patlayacak raddelere gelmesi.. Kopan omurilik..
Ölüm bazen kolay gelmez..
Ve yere değmeye çalışan ayakların çırpıntıları arasında, zeminde biriken bir meni ve idrar birikintisi.. Kendi ekseni etrafında durmaksınız bir dönüş..
Bir gün bu cezanın bütün dünya'da kaldırılması dilegi ile.
Saygılarla.

 
Toplam blog
: 271
: 1289
Kayıt tarihi
: 20.02.07
 
 

Bütün canlıları seven, kendi penceresinden yaşamı anlamaya çalışan, onlardan bir şeyler öğrenmek ist..