Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '12

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Dönüşüm: Kentsel mi? Rantsal mı?

Dönüşüm: Kentsel mi? Rantsal mı?
 

Bir dönüştürme var: Kentsel, toplumsal, kültürel, ekonomik!... Ama en önemlisi REJİMSEL olanı!


Kentsel dönüşümün, müteahhitsel ranta dönüştürülme potansiyeli kazandığı şu günlerde herkes kabul etsin ki; en büyük dönüştürücü: Depremdir!

Kentlerin eski mahalleleri, sadece banliyöler ile tatmin olmayan müteahhitçilik sektörünün çanağına takviye olarak koyulmuş konserve mama olmamalıydı. (Bu cümlede “müteahhitçilik” diye gayri ciddi bir terim kullanmamın sebebi olması gerekene haiz meslek erbabını ile söz konusu kemirgen türünü ayrı tutabilmek içindir.)

Ekonomik durumları ortada olan bir çoğunluk var. 40-50-60 yıllık binalarda birer daireden başka varlıkları da yok. Bu binalarda yaşayanların umutları ile oynamak haince bir pazarlama anlayışıdır. Binayı ‘müteahhide’ verseler bile, üstünü tamamlayacak parayı bulamayan –eski- kat mâliki ne yapacak? Yapı sektörünü teşvik için, bina sahiplerini “zorlayıcı etkisi” de düşünülerek; kanundaki ‘kamulaştırma’ tehdidi de cabası!

Evet, o binalar riskli ama çözüm bu değil. Bu bina işi, sizin en duyarlı olduğunuz mesele(!) Daha önce Morgıç’ı beceremediniz. (O günlerde, “moraran başka yeriniz oldu” demiştim.) Şimdi, kemirgenlerin psiko-kapital baskısı ile kentsel dönüşüm diye ortaya bu garabet çıktı. (Bakalım bu sefer nereniz moraracak? :))

* * *

Deprem konusunda yapılanların hiçten öte gidemediğini, sadece yapılaşmanın üzerindeki bürokrasinin arttırıldığını ve kontrolsüz kentleşmenin her geçen gün artarak yoğunlaştığını görüyoruz. Bu yapılaşma çılgınlığını durdurmanın bir yolu var mı, yok mu?… Bunu düşünmekle uğraşmanın bir anlamı yok. Devlet yönetimini elinde tutan seçilmişler ve bunların atadığı bürokratlar (yani dolaylı seçilmişler) ülkenin kronik sorunlarını çözmek yerine yeni kronik sorunlar yaratmayı tercih ediyorlar. Gündem, yaşamsal meselelerin geri plana atıldığı bir halüsilasyon üzerine kurgulanıyor. Bu sanal (gerçek üstü) ortamda yapılan planlar da dayanak olarak uyduruk mesnetleri kullanıyor. Türkiye’nin yapılaşma projeksiyonu kimsenin anlayamadığı bir şekilde Trakya ve Kuzeydoğu Marmara yönlerinde genişleyen bir İstanbul üzerine kurgulanmış.

Bu plan, yirmi milyonluk İstanbul’u 50 milyona planlamaktan başka bir şey değil. İki ucu arasında 500Km olan bir şehir merkezi planlanıyor. Ve en acı yanı bu şehir, şehirleşme kültürü sabıkalı bir ülkenin eseri olarak: 21nci yüzyıl “kenti” olma iddiasında! Edirne’den Adapazarı’na kadar bütün şehirler hazırlanan büyük İstanbul projeksiyonunun mahalleleri olarak planlanmış!

Bu büyük METROPOLİT gerçekleşirse dünyanın en büyük ‘kenti’ bile yanında ilçe gibi kalacak. Bu metropolitin nüfusu da; boyutları bugünkü İstanbul ve nüfusu ile oranlandığında en az 50.000.000 yapar ki; böyle bir kent(!) diğer dünya kentlerinin arasında: “Koyun sürüsüne karışmış inek gibi kalır!

Bu garabetin doğum sancıları bile olayın idrakinde olan bilim insanlarının tepkisini çekiyor. Bereketli tarlalar 3. ve 4. sınıf damgası vurularak yapılaşmaya açılıp yağmalanıyor. Garabet cenini gözden uzak ama yavaş-yavaş büyüyor! Trakya’nın düz ovaları bir hamilenin karnı gibi hafif-hafif yükseliyor. Yüzeydeki gerginliğin sebebi de aynı… Tarım arazilerinin mundar edilmesine orman katliamı da eklendi. Metropolitin banliyöleri olarak planlanan milyonluk kentler, limanlar, santraller, çöplükler, 5 yıldızlı oteller, fabrika gibi hastaneler, otoyollar ve bunların lojistiği… Her şeyin hormonlusu bizde!

Planlanan bu dev proje çok uzun soluklu bir inşaat süreci demek.

(1) Bu süreç, hiç kuşku yok ki yörenin insanına iş, aş, uğraş getirir. Ama sonrasında ortaya çıkacak dev sistem bu insanları kendi içerisine almaya razı olacak mı?

(2) Bir inşaat işçisi METROPOLİT’te ne yapar?

(3) Ya da bugün tarlasını süren çiftçi, kahvede oturup icar bekleyen köylü amcalar köyleri dev KENTİN banliyöleri olduğunda ne yapacak?

(4) Pek çoğu eğitimsiz ve bir o kadar da cahil yerel siyasiler yeni yapılaşmada kendilerine yer var mı zannediyorlar? (Biri bunlara ayna verse iyi olur!)

(5) Bu ithal furyasında siyasetin aktörlerini ithal etmeyeceğimizi kim garanti ediyor?

(6) İleri teknoloji ve iletişim sistemleri ile donatılmış, adeta canlı bir organizma gibi davranan DEV KENT, kendi toplumunu da getirmeyecek mi?

Yerel siyasiler de dahil, tüm yöre insanı 30-40 yıl önce ‘tarlasını fabrikatöre satan çiftçinin durumuna’ düşecek. Yani: Çocukları, babalarının tarlasında fabrika bekçisi yada amele olarak nafakayı doğrultmaya çalışacak! (Tabi iyi bir ‘arka’ları varsa!) Sonuçta, ‘arka’sının potansiyeline güvenen olup biteni şak-şaklıyor ama:

* * *

Bu, bir fantezidir ve ilk büyük depremde biter...

Hep sevgi ile kalın.

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..