Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '09

 
Kategori
Mizah
 

Dört teker patlak, kafa çatlak

Dört teker patlak, kafa çatlak
 

Neresiyle düşünen adam!


30 Mart´a yarın kaldı

Dört teker patlak, kafa çatlak, araba takozda, çekmişiz cehaletin gogosunu, gözlerimiz dönmüş olmuşuz şaşı, takmışız geri vitese, Allah ne verdiyse tamgaz gidiyoruz. Motor yağ yakıyor. Ortalık kapkara duman. Egsoz arkada olduğu için önümüzüde göremiyoruz. Geri , geri ileri gidilmez, lakin biz bunun bile farkına varamıyoruz. Farkına varamadığımız bir şey daha var, araba takozda, aslında bir yere gittiğimizde yok hani. Arada sırada başımızı camdan çıkarıp bağırıyoruz "kaçın ha, freni yok ha, a...... gor haaa diye." Amacımız bedava sirke baldan tatlıdır ata sözünü kanıtlamak. Yüzümüz içtiğimiz sirkenin etkisiyle buruşmuş, fakat mimikler belli olmasın diye, arsızlığın botoksladığı yüzlerimize aldanıyoruz. Yaşadığı hayatın gerçeklerini sorgulamayan, insan olmanın, insan onuruna yakışır biçimde yaşamanın farkına varamayanların, kendileriyle tutuştukları lades bu. Aklımızda ama; neyi unutmayacağımızı unuttuk. O yüzden yıllardır ladeslenip duruyoruz.

Bazen düşünen adam heykeli gibi poz veriyorum. (Profilimdeki resimde olduğu gibi) Düşünüyorum o halde varım. Doğru mu? Ya da var olduğum için mi düşünüyorum? Düşünen adam heykeli aslında düşünen adamı betimlemek için yapılmamış olup, düşünceyi vurgulamak ereğiyle oyulmuştur. Oyulmak dedim, çünkü düşünmeyen sorgulamayan mutlaka oyulur. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeki o imitasyonu olan heykel ünlü Ìtalyan şair Dante´nin Rodin tarafından yapılan heykelidir. (Öte yandan bir heykeltraş olan Kemal Künmat`ın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi gördüğü süre içerisinde Rodin´in heykelinden esinlenerek yapmaya başlamıştı fakat bitiremedi sonradan Mehmet Pişdar tarafından tamamlandı.)Heykelin aslını yapan Fransız heykeltraş Rodin´dir. Taşları dillendiren heykeltraş Rodin, René Descartes´in 1600 lerde Saint Augustain´e söylediği “Sı Fallo Sum” (Yanılıyorsam, varım)´a yanıt olarak söylediği “Cogito, ergo sum” düşünüyorum, öyleyse varım'ın sanatsal ifade ediliş biçimidir.

Ìnsanlığın düşünsel evrilmesine en büyük katkı sağlayan insanlardan biri Descartes´dır. Felsefede iki olanağıda içinde barındıran düşünme biçimine ikicilik denir. (Ìkicilik: Birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanında veya karşısında bulunan iki ilkenin varlığını kabul eden görüş, düalizm.) Descartes “ Düşünüyorum öyleyse varım ” diyerek, İdealist düşünme yönteminin gelişimine; “Yersiz madde yoktur, maddesiz de yer yoktur” diyerek, materyalist düşünme yönteminin gelişiminede büyük katkı sunmuştur.

Descartes’in Analitik düşünme yöntemini oluşturan akıl yürütmesi, şu kaynağı temel alır: “Önce, bir ilke olarak, bütün edinilmiş bilgilerimden şüphe etmeliyim ve onları bir yana bırakarak ilk ve sağlam yeni bir düşünceden yola çıkmalıyım. İnsanların bütün düşünceleri birbirine bağlıdır, birbirinden çıkar; Bir düşünceyi doğuran ondan önce gerçekleşmiş başka bir düşüncedir. Düşünceler bir neden-sonuç zinciri içinde sürüp gider. Öyleyse, sırayı titizlikle takip edersem, doğru olmayan bir düşünceyi doğru sanmaktan sakınarak, düşünce zincirinin arasına yanlış bir düşünce karıştırmazsam doğru olan’a ulaşabilirim. Bu durumda benim için kesin olan tek şey şüphe etmek’tir, bütün bilgilerimden şüphe etmek gereği benim için şüphesizdir. Düşünüyorum şu halde varım. Şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur. Şimdi neden-sonuç zincirini titizlikle kovalayarak, bütün öteki bilgileri bu temelden çıkarabilirim.

Birde Ìdealizme karşı çıkan Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) Felsefesi vardır. Varoluşçuluk, herşeyden önce varoluşun hep tikel ve bireysel, yani benim ya da senin veya onun varoluşu olduğunu öne sürer. Bundan dolayı, o insanı mutlak ya da sonsuz bir tözün tezahürü olarak gören her tür öğretiye, gerçekliğin Tin, Akıl, Zeka, Bilinç, İde ya da Ruh olarak varolduğunu öne süren idealizme karşı çıkar. Varoluşçuluk, özellikle de hümanist ya da ateist boyutu içinde, evrenin akılla anlaşılabilir olan bir gelişme doğrultusu olmayıp, özü itibariyle saçma ve anlamsız olduğunu, evrenin rasyonel bir tarafı bulunmadığını, evrene anlamın insan tarafından verildiğini öne sürer.

Acaba Tin, Akıl, Zeka, Bilinç, İde ya da Ruh mu gerçekliğimizin temeli, yada Evren akılla anlaşılabilir bir gelişme doğrultusunda olmayıp, saçma ve anlamsızlığın getirisi olan anlamı insanlar mı evrene yüklemektedir? Yani bütün anlamlar, anlamsızlığın, bütün kavramlar bizim onlara yüklediğimiz, içini ne şekilde doldurduğumuz kadar mı anlamlıdır?

Benim kendi felsefik yaklaşımım; Dünyadaki tüm soyut kavramların içi boştur. Bu soyut kavramlar bireylerin eğitimi, IQ´su, yetiştiği çevre, mensubu olduğu din, ve yaşamı algısı yönünde bireyler tarafından çıkarlarının önceliğinde, kendilerince doldurulur. Somut olgular yaşamın aracı, soyut olanlarsa yaşamın amacıdir. Acaba düşünce, dürtü ve güdünün çatışmasının sonucu mudur? Ötelemeneyen egolar yaşamın içseliğine katılan, aslında olmayan, ama olduğu kabul edilen, yaşamı doğru yada yanlış anlamlandıran kavramlar mıdır? Örneğin; Ìktidar hırsı seçilmenin anlamını yitirmesini önemsemeden, seçtirme (zorla yada bir bedel karşılığı) halini almasında içi boşaltılmış olmuyor mu? Açıkçası bulunan 1 lira kazanılan 1 liradan daha mı değerli oluyor. Erdem denilen soyut olgunun içide böyle imitasyon değerle mi dolduruluyor?

Oysa bazı kavramların evrensel değerleri var. Örneğin özgürlük, bütün dünya dillerinde, anlamı ve içinde taşıdığı değer bakımından bir farklılık göstermiyor. Acaba doğrular kendini, bireylere sunuş şekliyle mi, yoksa bireylerin onu algılayış şekliyle mi anlamlanıyor? Sorular, sorular, sorular. Ìşte insanları gerçeğe götüren yada gerçeklerden uzaklaştıran sorular. Bir soruda 29 Mart´ta sorulacak vicdanlara , bakalım gerçekler ve doğrular alınanlarla mı yoksa yaşananlarla mı değerlendirilecek. Seçilmek mi daha erdemli yada seçtirmek mi daha erdemli, bunun yanıtı onlarca yerinden çatlamış dürüstlügün aynasındaki, onlarca yüze verilecek. Son soruyu soralım; Yanıldığımız için mi varız? Yoksa düşündügümüz için mi varız? Yada var olduğumuz için mi yanılıp, düşün(m)üyoruz?

Çok özür. Sanıyorum fena dağıttım ortalığı. Kendimi tutamadım, nereden başladım nereye geldim. Eh birde bunun geri dönüşü var. 30 Mart´ta görüşürüz. Fakat asri (Çağdaş) görünmek için, yine frak içine balıkçı yaka kazak giyip, üstüne popyon takip, kafaya fes geçirmezsek.

En çok yaşamış olan; uzun yıllar yaşamış olan değil, yaşamanın anlamını en fazla anlamış olandır. (J.J.Rousseau)

Yararlanılan Kaynaklar: Bir sürü internet sayfası, bir sürü kitap ve bir adet kel olmayan kel kafa.

 
Toplam blog
: 50
: 901
Kayıt tarihi
: 06.10.08
 
 

    ..