Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '08

 
Kategori
Çocuklar ve ilkler
 

Dört yaş çocukları

Dört yaş çocukları
 

Karina, Rus çocuk ve Mert


Dört yaşındayken hatırlayabildiklerimi düşündüm. O kadar azdı ki...

Sonra Mert’in büyüdükten sonra “hadi bana küçüklüğümü anlat baba” diyeceği aklıma geldi.

Hafıza konusunda erkeklerde genel problem olan “hatırlayamama” ne yazık ki şiddetli şekilde bende de var. Çok sevdiğim arkadaşım Ali Gülcü bu problemi not tutarak ve her gün yazı yazarak aştı. Geriye dönüp baktığım zaman, yazdığımız yazıların ne kadar canlı olduğunu gördükçe ona çok hak veriyorum.

İşe gittiğimiz günler hariç tatillerde ve hafta sonlarında Mert ile o kadar çok zaman geçiriyoruz ki, şimdi yazayım dediğim zaman aklıma gelenler çok sınırlı.

Gündelik yaşam çok nankör.

Haziran ayında on beş gün tatil yaptık. O kadar iyi geldiki bize bu tatil. Sanki vucudumuzla birlikte ruhumuz da yenilendi. En çok da Mert mutlu oldu.

Genel olarak tatilde Mert’in vazgeçtiği hareketler; “hadi oyun oynalım, bilgas oynucam, telefon istiyom, hani masal okucaktık.”

Tatil için Çorlu’dan İzmir’e doğru yola çıktık. Daha Tekirdağ’a gelmeden “geldik mi?” demeye başladı. Çanakkale’ye kadar sormaya devam etti. Herzamanki gibi Gelibolu’dan vapurla karşıya geçirken uyudu ve İzmir girişinde gözlerini açtı. Yine aynı soru vardı. “Geldik mi?”

İzmir’den Bodrum’a gidinceye kadar “geldik mi?” sorusu devam etti. Yol boyunca Pinhani’nin yeni CD sini ezberledik(eskiyi de ezberlemiştik). Nasıl oluyordu defalarca aynı parçaları dinleyebiliyor anlayamıyoruz. Bodrum’da bir hafta Clup Voyage Torba’da kaldıktan sonra Gümüşlük’ te bir balık molası verdik.

Mert daha Gümüşlük’te başlamıştı.

-“Fethiye’ye geldik mi?”

Neyse yine bizimki arka koltuğa serildi gözlerini Fethiye’de açtı. En güzeli de gideceğimiz yere yaklaştığımız zaman “geldik mi?” sorusunu yanıtlamaktı.

-“Evet oğlum, geldik artık.”

Oğlumuzun tatil boyunca sorduğu ikinci favori sorusu;

-“Şimdi ben beş yaşına gelyom boba, sen daha kaç yaşındasın?”

Hangi insan size daha kaç yaşındasın diye sorar?

Bizim yaşın dahası mı kalmış? Dör yaşında olunca böyle soruluyor demek ki. Günde en az beş posta, bana ayrı, annesine ayrı.

-“Ben büyüdüm. Şimdi sen kaç yaşındasın anne?”


Oğlumuzun tatilde en beligin farklarında birisi de bizi sık sık öpücüklere boğmasıydı. Elimizi, omuzumuzu, yanağımızı, başımızı; çocuğumuz bizden mi görüyor ne, bu kadar sık öpmesine bir anlam veremedik. Özellikle yatakta göğsümüze lausa çiçeği gibi kıvrılarak sokulması bizim erimemize neden oluyor.


Ücüncü favori sorusuysa “neden” sorusuydu.

- “Bu taraftan gitmemiz gerekiyor.”

-“Neden?”

-Çünkü çıkış bu tarafta.

-Neden?

-Öyle yapmışlar.

-Neden öyle?

.....


-Arılar ısırır mı?

-Evet oğlum, arılar sokar ve acıtır.

-Neden?

-Çünkü onların iğnesi vardır.

-Neden iğnesi var?

-Yaradılıştan.


-Karıncılar bizi yemez mi?

-Yemez babacağım.

-Neden yemez?

-Onlar çok küçüktür.


-Sinekler bizi sokar mı?

-Sokar oğlum.

-Neden?

-Öyledir de ondan.


-Balıklar bizi yer mi?

-Yemez oğlum.

-Köpek balıkları yemez mi?

-Eee şey(fakaya bastık), onların bazıları yiyebilir oğlum.

-Neden?

-Çok acıkmış olabilirler de ondan.

-Eliyle uzakta yüzen birini gösterek, ” şimdi onu yicek mi?”

-Burda köpek balığı yok oğlum (nerden biliyorsam).


-Köpekler de yer mi bizi?

-Bazı köpekler ısırabilir oğlum.

-Neden?

-Bazıları zararlıdır da ondan.

-Hııı.

-Kediler öper mi?

-Kediler (alarjisi var) tehlikelidir oğlum.

-Neden?

-Çünkü tüyleri uçar boğazımıza girer.

-Neden?

-Ondan.

Clup Voyage’ da kafamıza takılan en önemli konu ise Mert’in ilk defa bir kızla iletişime geçmek için düştüğü durumu görmemizdi.

Bir gece Meksika restaurantında yemek yiyorduk. Bir Meksika’lı gitarıyla kendi ülkesine özgü parçalar çalıyordu. Etrafında da çocuklar. Uzaktan Mert’i izliyorum. Garip garip davranışlar sergiliyor. Küçük çocukların içinde bir kızın yanına gidiyor. Kıza bir şeyler söylemek istiyor. Ellerini bacakların arasına alıp çömeliyor. Çömelerek yürümeye çalışıyor. Üflüyor, pohluyor. Sıkıntısını yüzünde görebiliyorum. Ağlamaklı yanıma geldi.

-Boba benle neden konuşmuyor?

-Oğlucuğum o yabancı, seni anlamıyor?

-Ama konuşsun benle.

-Oğlum o bir Rus. Rusca biliyor.

Anlamıyor. Benimki de laf işte. Hiç aşkın dili olur mu?. Neyse kıza gel ifadesiyle baktım. Sanki anlamıştı (önceki hayatımdan yeteneklerim aklıma geldi).

Tarzanca ismini sordum.

“Karina” dedi. Oğlumu işaret ederek” onun ismi de Mert” dedim. Artık birlikte koşturmaya, oynama başlamışlardı. Çok geçmeden bir çığlık koptu. Koştuk hemen. Baktık ki bizimki, kızın yanındaki başka Rus oğlan çocuğun gözüne parmağını sokmuştu. Çocuğun babasından özür dilemeler falan.

Adam da bir anlayışlı sormayın:

-“Lütfen üzülmeyin, çocukların olduğu yerde bu tür şeyler hep olur.”

Beş dakika sonra yine bir çığlık. Bu sefer bizimki ağlıyor. Biraz önce gözüne parmağı yiyen bizimkine geçirmişti.

Kızlar girince işin içine hayat erkekler için daha zor oluyor be.

Onlarsız da hayatın hiç bir anlamı yokya neyse...

Bir de söz konusu olan Rus kızıya, erkekler nasıl çekiliyor anlamış değilim.

Baltacı Mehmet Paşa da bu nedenle Rusya’nın kapasından geri dönmemiş miydi?

Koskaca bakan Tüzmen’in bile düştüğü durum ortada...!

Mert’de de hak veriyorum vermesine de daha çok erken be çocuğum.

 
Toplam blog
: 52
: 7250
Kayıt tarihi
: 08.11.07
 
 

1971 Fethiye'de doğdum.  2000 yılından beri evliyim. Büyüğü 29, 17 yaşında, diğeri 12 yaşında ü..