Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '10

 
Kategori
Felsefe
 

Dört

Dört
 

Bembeyaz bulutların üzerinden betona sert bir şekilde çakıldığında tek bir soru gelir insanın aklına: Paramparça olmuş kollarına, dizlerine, bileklerine ve kemiklerine bakmaksızın, kalbinden yükselen çığlığın sebebini sorar kendine. Ayağa kalkmak ve yürümek acı verir… Olduğu yerde kalmak ve sonsuza kadar susmak ister insan. Her adımda kırılmış kemiklerin acısı, feryat figan çığlıklar atar beyninin her yerinde. Nefes almanın verdiği azap, hiçbir zaman bu kadar canını yakmamıştır. Beynin ve kalbin zıt yönlere giden karmaşası, insanı delirtmekten beter eder. Ne olduğu belirsiz, kan revan bir kuyuda çaresizce çırpınır durursun. Etrafında geçmiş anıların kemikleri, ölüler ve leşler yerlere saçılmışken, karanlıktan umut bekleyecek kadar aşağıdasındır artık. Çünkü karanlığın ötesi, yokluk alemidir. Benliğin ve varlığın yok olması, bedenin zafere ulaştığı o kısacık ama müthiş andır. “Yalanlar her yanımı sardığında, sadece uzaktaki titrek ışığa bakarım umut dolu gözlerle”

Dünya verir ama verdiği kadarını da geri alır. Neyi vermesi gerektiğini bilmeyen insanın, aldığı şeyin karşısında hayal kırıklığı yaşamaktan başka bir çaresi kalmaz. İstediğin nedir? Yalanların içerisinde oyalanmak mı çaresizce, yoksa gerçeğin ışığını aramak mı? Bütün hayatının tek bir anını yaşamak zorunda kalsan sonsuza kadar, hangi anı seçerdin? Hiç düşündün mü? Yaşadığın milyarlarca saniyeden, hangi dördünü tutardın sonsuzlukta? Tek bir an sana verilen. Tek bir an bütün yaşadığın. Bütün oluşum tek bir anın üzerinde yükseliyor artık. Yaşamak zorunda olduğun dört saniye... Nereden yükselmiş bu kadar duygu? Nereden gelir bu rüyalar o dört saniyenin içine? Karabasanlar, nefretler, sevgiler, aşklar ve tatmin... Tatmin oldun mu yaşadıklarından? Doyabildin mi, doymak istediğin şey neyse? Yoksa halen eksik mi bir tarafın? Dört saniyeni bile dolduramadın mı hala?

Son anında ne gelir insanın aklına? En son anda... Fırtınada düşmüşken gemiden, can simidi gibi yapıştığın bedenin ellerinden kayıp uzaklaşırken, ne gelir aklına? Bir his midir sadece gelip geçen gözlerinden buğu gibi, yoksa bir düşünce mi? Artık gerçeğe ulaşabileceğini mi düşünürsün, yoksa sonsuza dek yok olup gideceğin hissi mi sarar her yanını? Yaşanan bu kadar şey; bir ömre sığdırılan mutluluk ve hüzün, yaşanan o kadar anı, sonsuza dek yok olup gidecek mi? Yoksa sadece dört saniye mi yaşanacak sonsuza dek? En mutlu anın veya en aşık anın... Belki ikisi de aynıdır, kim bilir... En çok ne zaman pişman oldun peki? Pişmanlıklarını ve mutsuzluklarını mı taşıyacaksın sonsuzluğa? Yapamadıkların ve başaramadıkların mı olacak son düşüncen? En çok onlar korkutacaklar seni inan ki... "Ya en çok pişmanlık hissettiğim dört saniye gelirse peşimden. Ya o en mutsuz olduğum dört saniye takip ederse beni sonsuza dek!"

Zamanla yaşayan zamanla ölür...
İnandıkların neyse, yalanmış hepsi duymadın mı...
Kadim sırlar gizlendikleri mabetlerden çıkıyor yavaş yavaş...
Dervişler ve rahipler sarıyor dört yanımı...
Geçmişin ve geleceğin sadık ruhları...
Anlamını yitirmiş şiirler kalbimden kopup uzaklaşıyor artık...
Bir sarılış bütün istediğim, dünyanın sonunu getirecek ve Tanrı'yı bulacak ufak bir çocuğun kalbinde...
 
Toplam blog
: 15
: 580
Kayıt tarihi
: 24.05.10
 
 

12 Eylül 1980... Doğduğum gün... Mayıs 2010... Gerçeği arayışın 30'uncu yılı... Üniversite: Harran M..