Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '12

 
Kategori
Deneme
 

Dörtleme 3. "Tavuğun yetiştirdiği kaz!"

Dörtleme 3. "Tavuğun yetiştirdiği kaz!"
 

Tavuklar, etrafta o kadar çoktu ki... Ben, denizde yüzen kazı görmek diledim. Çünkü, denizde sükut içinde yüzmeye yürek gerek!Ne büyük ibret!


Hayat, öylesine büyük ibretlerle dolu ki… Bu “ibretleri” görebilmek için; bilir bilmez, yerli yersiz “ben” demeyi, kibirlenmeyi, “en akıllı kendini” zannetmeyi terk edebilmek gerekir.Önümüze serilen ibret sahnelerini duyabilmek için “telaşsız”, “kendinden emin” ve “huzurlu” can olmalıyız… Yoksa sesler, sabun köpüğü gibi dağılıp gider… Peki,  önümüze kadar gelen, “nimet bilmemiz gereken” bu sahnelerin verdiği dersi kavramak için, ne yapmalı? “Ben, bu dünyanın en akıllısıyım” ya da “ben, bu dünyada en güçlüyüm” mü demeliyiz, sizce? Hem, bizim “ne” ve “kim” olduğumuzu tam olarak bilebilir miyiz? Hayır! Tam aksine; “akıl, akıldan üstündür” ya da “ben insansam; benim uzuvlarım ve melekelerimin tıpatıp aynıyla donatılmış olan insan kardeşim de” en az benim kadar, akıllı, donanımlı diyebilmeliyiz, cesaretle… Diyebilir miyiz? Belki, denilebilir bu son önerme! Ama bu “mânâ”ya her can varamıyor. Varsa da; “dili varmıyor”… Bu manaya uzanmak için “akıllı” ve donanımlı” olmanın yanında “yürekli” de olmak gerek…


Hayatı layıkıyla mânâlandırmak; hayat sahnesinde “bizim olan noktayı” ve “bize düşen hisseyi”  fark ederek; mânâlardan ders çıkarabilmek, yüreğin gücüne erebilmek içinse yukarıda sayılan “idrak”ler ve “imkan ve imtiyazlar” kâfi gelmiyor, “her insanım diyene”. Layıkıyla, hayat(lar(dan, “sesten”, ”sükuttan” ibret almanın en vazgeçilmez, en değerli şartı “kalp gözü” ile görebilmek; duyabilmek; hareket edebilmek; hak/Hakk için savaşabilmek ve “ân gerektiğinde” susabilmektir. Ahh, şu kalp gözü… Keşke, tüm insanlarda olabilse! Fakat, ne yazık ki; “kalp gözü” her “insanım” diye kükreyende yok! Ya da ne muhteşem ki; “kalp gözünün” hangi canın hazinesi , “kim”in hakiki kıymeti ve gücü olacağının “taktir”i biz, insanoğullarına ait değil. İnsana düşen; “kalp gözü”ne erebilmek için sükût içinde yerini tayin edebilme edebini göze almak. Diliyorum ki “sebepleri” ve onu yaratanı açıkça görenlerden olalım.

Size, “tavuğun yetiştirdiği kaz” kıssasını dilimin döndüğünce anlatayım da “SEBEPLERİ YARATAN’I AÇIKÇA GÖRENLER”den kılınabilmek için, bütün yüreğimizi “hayat denen imtihanın” ibretini görebilmek için açmış olalım.Gözümüzü açalım da; tavuk muyuz, kaz mıyız? Anlayalım!

“Tavuk, seni kanadı altında dadı gibi yetiştirdiyse de kaz yumurtasısın. Senin annen, o denizin kazıdır. Dadınsa topraktandır ve kara sever. GÖNLÜNDE BULUNAN DENİZ İSTEĞİ, canının o tabiatı annendendir. Senin kara isteğin dadındandır. Bu dadıyı bırak; çünkü kötü görüşlüdür. Dadını karada bırak ve koş; KAZLAR GİBİ MANA DENİZİNE GİR. Annen seni sudan korkutursa, sen korkma ve çabuk denize doğru koş.

SEN KAZSIN, KARADA VE DENİZDE DİRİSİN; TAVUK GİBİ KÜMESİ KOKMUŞ DEĞİLSİN.

“ADEMOĞULLARINI YÜCELTTİK*” PADİŞAHISIN; HEM KARAYA HEM DENİZE AYAK BASARSIN.

Meleklerin karaya doğru yolu yoktur; hayvan cinsinin de denizden haberi yoktur. Sen, bedenle hayvan; canla meleksin. Böylece hem yeryüzünde, hem gökyüzünde gidersin.

GÖRÜNÜŞTE, SİZİN GİBİ “BEŞERDİK”, “O’NA VAHYOLUNUR*”  GÖNLÜYLE GÖRÜCÜDÜR.

Toprak beden, yeryüzüne düşmüştür; ruhuysa bu yüce felekte dolaşmakta.
Ey Oğul! BİZ HEPİMİZ SU KUŞLARIYIZ. BİZİM DİLİMİZİ TAM OLARAK DENİZ BİLİR. ÖYLEYSE SÜLEYMAN DENİZ GİBİDİR; BİZSE KUŞ GİBİYİZ; SÜLEYMANDA EBEDİYETE KADAR DOLAŞMAKTAYIZ.

Himmet bineğini sebeplere doğru sürer; ÇARESİZ, SEBEPLERİ YARATANDAN GÖZÜ PERDELİ KALIR.

SEBEPLERİ YARATAN’I AÇIKÇA GÖREN; DÜNYADAKİ SEBEPLERE NASIL GÖNÜL VERİR?”

Bu yazıyı gören uyuyabilir mi; sebeplerin sırrına eren deli deli bağırıp çağırabilir mi a dostlar? Yüreğin gücü sessizlikte… Sessizlik hazinesini bulan yüreğin gücünü ve Süleyman’ın mührünü “dilinde” taşır…

Tek dileğim, “kalp gözü” ile görebilenlerden; “denize varabilenlerden” olmak. Bütün yürekli Adem ve Havvalar için de aynı dilekle titrer yüreğim…

A, evet! Sessizce köşeme çekilip de; yüreğimi dinlemek üzere oturmaya ve sükut içinde YAZIMI YAZMAYA  gitmeden önce, şunu tekrar etmeliyim:

Edebimle ve yüreğimden aldığım güçle susuyorum çoğu kez…  Neden mi? Ya gök gürültüsünden başım ağrımasın diye; ya da  -o bedbaht-tavuk misali  “uçsuz bucaksız denizi” ola ki göremem diye… Oysa, benim yüreğim denize hasret. Bu hasrettir, beni güçlü kılan…  

Şükür ki; her daim yüreğimle dinliyor, yüreğimle konuşuyorum. Ve duyuyorum SESİ; bilin ki, gerektiği ân’da, “gülen nar”ımla GELİRİM ER MEYDANINA…

Gitmeden; “bir tavuk öyküsü bilirim ki; ibret-i âlem için…” Ama, bu öykü için dil dökecek vaktim yok…

Yüreği ile görenlere, “ibret”i yürekten duyanlara selam olsun… Yaratan bizi, ”güzel sebebi” ile denize dalanlardan eylesin.

Yegâh Elif Mirzâde    

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..