Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Dost nedir??

Dost nedir??
 

Kapı açıldı. Anne karşısında oğlunu görünce…..

Endişe ile karışık bir şaşkınlığa kapıldı önce. Ama çabuk toparladı kendini. O güzel gülümseme belirdi yeniden yüzünde. Son lokmayı da zorlukla yuttu. Televizyonu açtı. Kanalları bir bir dolaştı. Seyre değer bir şey bulamamıştı. Yine ülke içindeki iç karartıcı haberler, ekonomik durgunluk, işsizlik. Konular hiç değişmiyordu. Dışarı çıkmaya karar verdi.

Deniz kıyısında küçük bir şehirde yaşıyordu. Ortaokul ve liseyi burada bitirmişti. Bir ucundan bir ucu yürüyüşle yarım saatte katedilen, yeşillikler içinde ve oldukça sakin bir emekli şehriydi. Kaldırımlarını kimbilir kaç kez arşınlamıştı. Liseyi bitirip üniversiteyi kazandığında, bırakmıştı bu kenti. Yeniden buradaydı işte. Eskiden adım başı bir tanıdık yüzle karşılaştığı sahilde artık kimse tanıdık gelmez olmuştu gözüne. Sanki tüm bildikler gitmiş, yenileri gelmişti. Bir küçük dükkanları vardı. Babası emekli olduğunda açmıştı.

Giyim eşyası satıyorlardı. Kardeşi ile kendisi üniversitede okurken, çok katkısı olmuştu bu küçük şirin dükkanın. İşler eskisi gibi olmasa da, çark dönüyordu. İşsiz kaldığından beri o da bakıyordu dükkana. Zorunluluktan olmasa o da seviyordu aslında insanlara bir şeyler satmayı, onları ikna etmek için yapılan pazarlıkları. Dükkan her gün açılmıyordu. Özellikle yanında büyükçe kurulan sebze bölümünün açık olduğu günlerde, daha bir kalabalık oluyordu çarşı. İşsiz kaldığından beri çevre dükkanlardan yeni arkadaşlar edinmişti. Aralarında kendisi gibi işsiz olup, aile bireylerinin sahip olduğu dükkanlarda çalışanlar da vardı.Kimi zaman yalnız değilim diyordu kendi kendine onları görünce. Bir süredir kendisini suçlamaya başlamıştı çünkü. Bir suçlu, kusurlu arar gibiydi. İnsanın bir sonucu yaşayıpta, bir neden bulamaması, katlanılması en zor olan olaylardan biriydi. Her zaman mantık çerçevesinde bakardı olaylara. Ama bu sefer yaşananlar bu ezberi bozuyordu tamamiyle. Anlaşılması da, anlatması da zordu.

Bir süredir komşu dükkanlardan birisinin sahibi Gökhan ile yakınlaşmışlardı. Ortaokulu zar zor bitirmiş, hayata erken atılmış 30 yaşlarında, güleryüzlü biriydi. Kardeşinin de işsiz olmasındandır belki de, onu en iyi anlayanlardandı. Sıcakkanlı, hayat dolu, her şeyi olduğu gibi kabul eden, hiçbir şeyi kafasına takmayan birisiydi. Babası emekli bir memurdu. Kendisini çok iyi yetiştirmiş, ilerlemiş yaşına rağmen okumaya, öğrenmeye çalışan, boş durmayı sevmeyen biriydi. 60 yaşlarındaydı ve hala dur durak bilmeden çalışıyordu. Engin bir okyanus gibiydi. Yelkenleri açıp ilerledikçe sanki hiç ilerlemiş gibi hissediyordunuz kendinizi. Bu yaşlı, kendi halinde ki adamı çok sevmişti. Sonunda, arada farklı sohbetler yapıp, fikir alışverişinde bulunabileceği birisi çıkmıştı karşısına bu şehirde. Çünkü işsiz kaldığından beri terk etmek zorunda kaldığı şehirdeki arkadaşlarını pek sık göremiyordu artık. Arada görüşseler de, kopuk hissediyordu kendini onlardan. İnzivaya çekilmiş gibiydi. İşsizlik her anlamda elini kolunu bağlıyordu çünkü. Çarşı insanları sıradan, sıcakkanlı, yardım severlerdi. Ülkenin her yerinden gelmiş, farklı kültür ve dünya görüşüne sahip insanlardı. Çabuk kaynaşmıştı onlarla. Hayatında hiç iletişim sıkıntısı çekmemişti zaten. Çok girişken olmasa da, insanlarla yakınlık kurabiliyordu kıza zamanda.

Çocukluğu babasının memuriyetinden dolayı farklı şehirlerde geçmişti. Daha tam bir yere ısınıyorum derken, bir diğer şehre gitmişlerdi çok defa. Ama çocuktu işte o zamanlar. Çocukların kendilerine ait çok farklı bir iletişim dilleri vardı. Basit şeylerle mutlu olur ve onu kendileri yaratırlardı. Sokaklarda büyümüştü o da kendi nesli gibi. Bugünkü gibi değildi o günler. Çocuklar henüz evlere kapanıp, bilgisayar başından kalkmadıkları günlerden hala uzaktaydılar. Ne kadar da eğlenirlerdi. Gazoz kapaklarını toplar, kavanoz kapağının içine çamuru doldurup, yan yana dizdikleri kapakları vurmaya çalışırlardı. Hele bilyeler. O dönemleri yaşayıpta misket oynamayan var mıydı acaba? Oyuncakları yoktu. Böyle bir talepleri de. Onlar kendi oyuncaklarını kendileri yaparlardı. Hiç unutmazdı. Oyuncak olarak babası bir gün ona plastik bir araba almıştı. Ona bir tel yapıp tavanından delip geçirerek yaptığı uydurma direksiyonla ne de güzel sürerdi onu. Ne kadar güzeldi her şey..

 
Toplam blog
: 9
: 406
Kayıt tarihi
: 26.11.07
 
 

Kendi halinde, Kendince doğruları olan ve hayatı kendince yaşamaya çalışan biri. Doğallıktan yana ol..