Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dr.Asım ve hastası

Yaşlı kadın, kapı altından odasına süzülen ışık huzmesinin odanın kerpiç duvarlarındaki titreşen yansımalarını izledi bir süre. Vakit oldukça geç olmalıydı. Çünkü yatsı namazını kılalı çok olmuştu. Üstelik bu uzun yaz günlerinde yatsı ezanı zaten geç bir vakitte okunuyordu. Namazını âdeti üzere şöminenin hemen yanında yere serdiği koyun postunun üzerinde kılardı. Kış günlerinde meşe kütükleriyle beslenen ateşin sıcaklığı yorgun kemiklerini ısıtır, canına can katardı. Bu gecede aynı şekilde hareket etmiş, daha sonra güç bela yere serdiği yer döşeğine uzanarak, radyodan pilleri zayıfladığı için cızırtılı çıkan sesler arasında arkası yarın programını dinlemişti. Sonra gaz lambasını söndürmüş, şöminede yanan bir odunu alarak kandili yakmıştı. Bu arada kendi kendine söylenerek;

- ‘ Kör olasıcalar! Yine yarıda kestiler. Acaba kız sevdiği adama kaçacak mı? Yarın torunuma Rüstem ağa’dan pil aldırmayı unutmasam bari.’ Dedi.

Yaşlı kadın bitişik odadaki torununun gecenin bu saatine dek yanan gaz lambasının ışığı altında yılmadan usanmadan elindeki kitapları okumasından gurur duyuyordu. Bu köylük yerde çocuğunu okutup adam eden kaç kişi vardı. Hemen hemen hiç. Köydekilerin torunu hakkında konuşmaları gurur veriyordu ona. Bir keresinde köyün çeşmesinden doldurduğu su bakracını omzuna alamamıştı da muhtarın kızı yardım etmişti kendisine. Bu arada

-‘Fatma ana, torunun Asım yakında tohtor olacakmış diyoolar, ne mutlu kız sana. Köyümüzden okumuş bi adam çıksın gali.’demeyi de unutmamıştı.

Yaşlı kadın sırtında rengi siyahtan laciverde dönüşmüş eski feracesi rüzgârın etkisiyle bir yelken gibi şişerek yürüyüşünü zorlasa da aldırmıyordu buna. Omzundaki değneğin ön ve arka uçlarına yerleştirdiği her biri yirmişer litrelik su bakraçlarının salınışlarını kontrol ederek önündeki taşlık yolu adımlıyordu. Bu arada kendi kendine tohtorun mu yoksa ormancının mı daha önemli bir adam olduğunu düşünmüştü. Öyle ya Ormancı koca motoruyla köy kahvesine geldiğinde muhtar bile ne diyeceğini sapıtırdı önünde. Zabit gibi bir üniforması olurdu ormancının. Keşke bizim oğlan biraz daha dişini sıkıp daha çok okusaydı da bir ormancı olaydı bari diye hayıflandığını hatırladı. Sonra hafızası çok daha gerilere inerek, kocasının askerden döndüğü günlere geldi. O mutlu günleri ne kadar da özlemle anıyordu. Kocası, okuma yazmayı öğrenmişti askerde iken. Köye gelen bütün mektuplar, köylülerce Mehmed’ine getirilir, O’da tarladan yorgun argın gelişine aldırmadan yazlağı başında kilimin üzerine oturarak bu mektupları okurdu sahiplerine. Hastalık ve ölüm haberlerini okurken sesi titrer, kekelemeye başlardı. Karşısındakini teselli etmek için söz bulamaz, lafı ağzında eveleyip gevelerdi. Köyde zaten sevilen Mehmet Efendi kısa süre içinde köyün muhtarı olmuş ve bu sayede Fatma kadının saygınlığı da artmıştı. Hatta köyün misafirhanesine gelen misafirlere birkaç gün üst üste yemek hazırlayarak ‘gezek’le yollamak kendisini yorsa da yine de mutluydu o günlerde.

Fatma Kadın bu düşüncelerle derin bir uykuya daldığı sırada torunu usulca içeri süzülmüş, büyükannesini örterek aynı sessizlikte dışarı çıkmıştı. Babasının ölümünden sonra kendisini yetiştirmek, okutmak için bu zavallı kadının çektiği sıkıntıları görmüş ve ona yakışır bir evlat olmaya çoktandır karar vermişti.

Aradan çok uzun yıllar geçmiş ve bir gün Asım, muayehanesine elinden tuttuğu küçük torunuyla birlikte gelen yaşlı bir kadının teşhis ve tedavisini yaptıktan sonra hiçbir ücret kabul etmeyerek hastasını kapıya kadar uğurlamış ve geri dönerek oturduğu koltuğunda derin bir nefes alarak, hemşireye;

—Sıradaki hastayı çağırın’ demişti.

 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..