Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '15

 
Kategori
Anılar
 

Düğmelerin efendisi

Düğmelerin efendisi
 

Sokağa çıkma yasaklarının yürürlüğe konduğu o yağmurlu İzmir günlerinde babamın haki renkli beylik battaniyesini alır, evin tenha bir köşesine çekilirdim. Terzi sabunuyla battaniye üzerine çizdiğim saha gayet orantılı olurdu. Kaleler kibrit kutusundan, futbolcular ve top düğmelerden oluşurdu. Ve benim bir torba dolusu, çeşitli renklerde düğmelerim vardı.

Düğmelere maç oynatmakla yetinmez, bir de oynattığım maçı Halit Kıvanç üstada özenerek “Sayın dinleyicilere” anlatırdım. Ortada dinleyici olarak sadece ablalarım vardı ve arada bir “kes şu vıdıvıdıyı çocuk” diye beni paylarlardı.

Kantarın topuzunu nasıl kaçırdıysam,(Uykumda bile maç anlatıyormuşum.) durumu babama “bir güzel” aksettirmişler… Emniyet’ten olan babam hemen “olay yeri” incelemesi başlattı… Battaniye yere serildi, terzi sabunu, kibrit kutusu ve düğmeler meydana çıktı. O gün ben “Vefa- Ankaragücü” maçını hem oynattım, hem de anlattım yegâne dinleyicime.

Ertesi gün de soluğu Beyler Sokağındaki “Asabiyeci ’de” aldık, yani “deli doktorunda”… Yaşım daha 7, ilkokul ikinci sınıfına gidiyorum. Babamla fısır fısır konuşan asabiyeci beni bir güzel muayene etti.

Doktor amcanın isteği üzerine önce Milli Lig kulüplerini saydım:

“Beşiktaş, Gassaray, Fener, Feriköy, Vefa, İstanbulspor… Altay, Göztepe, Karşıyaka, Altınordu, İzmirspor… PTT, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Demirspor, Hacettepe…

Doktor amca,” Say bakalım Beşiktaş’ı” dedi…

“Necmi, Yavuz, Fehmi, Suat, Süreyya, Kaya, Ahmet Şahin, Güven, Sanlı, Yusuf, Faruk…”

Ya Göztepe?

“Ali, Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, Büyük Mehmet, Nevzat, (Ali İhsan)Nihat, Ertan, Fevzi, Gürsel, Halil…

Yaşım daha 7, bilemedin 8! Kerrat cetvelinde tekliyorum ama bu konuda aksama yok!

Kadrosunu sayamayacağım takım yoktu Milli Lig’de… Derbileri Alman veya İngiliz hakemlere, diğer maçları da “yerli” hakemlere idare ettirirdim. (Gerçekten de böyle bir uygulama vardı o devirler.)

Sorular soruları izledi ve “sen şimdi dışarıda bekle biraz” dendi bana.

Asabiyeci amca ne tür bir teşhis koydu bilmiyorum ama o günden sonra pek üzerime gelinmedi. İşin içine doktor girince ben de yılmıştım biraz.

Yıllar, yıllar sonra, Halit Kıvanç Usta anılarını yayımladı kitap halinde… Çocukken evdeki halı üzerinde düğmelere maç oynattırıp bir de oynattığı maçı anlattığını yazdı…

Tek “deli” ben değildim sizin anlayacağınız…

Asabiyeci olayından sonra bir top alındı bana, üstelik 5 numara ve bağcıklı değil, siboplu… Polis olan babam aynı zamanda terziydi de (Zaten ne değildi ki). Oturup bana “eflatun-sarı” bir forma dikti… Uzun seneler Eyüp ve Altay’da top koşturmuş, Fenerbahçe’nin kapısından dönmüştü gençliğinde. Ve evimizin önündeki çayırlıkta idmanlar başladı.

Vuruş teknikleri ve ille de top kontrolü… Çalım nasıl atılır, solundan atıp sağından nasıl geçilir, top rakipten nasıl saklanır, sakatlanmamak için yapılması gerekenler, hem de uygulamalı olarak…

“Futbolcu topla oynar, hakemle değil” derdi babam. Ona göre hakemle oynamak “salaklıktan” başka bir şey değildi.

Yıllarca meşin yuvarlak peşinde koştum… Gücüm ancak “Eyalet Ligine” yetti Almanya’da… Çok zayıftım ve kanda “demir” eksikliği vardı. Buna rağmen sırf tekniğe dayalı olarak yarı amatör, yarı profesyonel bir 10 senemi verdim futbola… Hem de tüm hırçınlığıma karşın tek bir sarı kart görmeden. Çalışma ve oturma müsaadesi almam bile futbol sayesindedir.

Bıraktıktan sonra da futboldan kopmadık tabii… Gazeteleri okumaya “son sayfadan”, yani spor haberlerinin verildiği sayfadan başlardık. Türkiye’deki maçları seyredebilmek için evin çatısına çanak anten taktık (yasaktı o zamanlar). Bir derbi seyredebilmek için İstanbul’a uçak bileti aldık.

Ama yaş ilerledikçe durulduk biraz.

Futbol bambaşka bir şey oldu günümüzde…

Eskiden bu oyunu fakirler oynar, zenginler seyrederdi… Kim demişse doğru demiş, şimdi zenginler oynuyor, fakirlere de seyirci olmak düşüyor.

Bazen alışveriş için büyük AVM’lere düşüyor yolum… Alacağımı aldıktan sonra da muhakkak “tuhafiye” reyonuna uğruyorum…

Düğmeler…

Çeşitli büyüklükte düğmeler…

Renk, renk, gıcır gıcır düğmeler…

Altay’lar, Göztepe’ler, Fenerbahçe’ler…

“Deli mi ne?” demesinler diye elimi süremediğim ancak gözlerimle okşayabildiğim düğmeler…

Hele sizler…

Hele sizler…

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..